Geleceğin garantisi çocuklarımız

Geleceğin garantisi çocuklarımız

Hayatın her alanı ve toplumun her kesimine karşı davet görevini yürütecek olan davetçinin, toplumun önemli bir kesimi olan çocukları bunun dışında bırakması beklenemez.

Hayatın her alanı ve toplumun her kesimine karşı davet görevini yürütecek olan davetçinin, toplumun önemli bir kesimi olan çocukları bunun dışında bırakması beklenemez. Hatta iki sebepten dolayı çocuklara öncelik verilmesi gerektiğini söyleyebiliriz:

1) Çocuk İslam fıtratı üzerindedir ve henüz yaşadığı çağın kirli kültürüyle bu fıtratı bozulmamıştır. Dolayısıyla çocuğun İslam’ın emirlerine hemen teslim olması daha çok umulur. Çünkü onun temiz fıtratıyla İslam tam olarak örtüşmektedir. Bununla beraber yapısında kin, inad ve taassub da yoktur. Enes b. Malik (ra)’in anlattığı şu olay da bu hususu desteklemektedir.

“Hz. Resulullah(sav)’ın hizmetinde bulunan Yahudi bir çocuk vardı. Bir gün hastalandı. Hz. Peygamber(sav) onu ziyarete gitti. Başucuna oturdu ve ona ‘müslüman ol’ buyurdu. Çocuk yanındaki babasına baktı. Babası ‘Ebu Kasım’a uy’ dedi. O da Müslüman oldu. Hz. Resulullah(sav) ‘Onu cehennemden kurtaran Allah(cc)’a hamdolsun’ diyerek çıktı.” (Buhari, Cenaiz: 79)

Bir çocuğun evine kadar giderek onu İslam’a davet eden Allah Resulü (sav)’nün bu uygulaması bizim için önemli bir örnektir. Diğer taraftan Hz. Resulullah(sav)’ın çocuğun babasını değil de çocuğu İslam’a davet etmesi de dikkat çekicidir. Bunun sebep ve hikmetini tam olarak bilemeyiz. Ancak belki de zikrettiğimiz hususun bunda bir etkisi vardır. Yani bu yaşına kadar Yahudi kültürüyle ve toplumuyla kaynaşmış olan babanın kolay kolay teslim olması beklenmiyordu.

Bundan başka “Ağaç yaş iken eğilir”, “Çocuk kurumamış betona benzer üzerine düşen her şey iz bırakır.” Atasözleri de sözlerimizi destekler niteliktedir. Hakikaten büyüklerin tamamıyla teslim olmalarından sonra bile kimi cahili kalıntıları bırakamadıkları çokça görülen bir durumdur. Yıllar yılı yapılan bir davranışı bir anda bırakmak gerçekten de kolay değildir. Ancak çocuk için böyle bir zorluk kesinlikle söz konusu değildir.

2)Bugünün küçükleri yarının büyükleridir. Geleceği inşa edecek olanlar onlardır. Dolayısıyla sadece bugünü değil geleceği de garantiye almak için çocuklara yönelmek gerek.

Allah Resulü (sav) döneminde küçük olup onun iltifatına mazhar olan ibni Abbas, ibni Ömer, Cabir bin Abdullah (r.anhüm) gibi sahabelerin sonradan ne büyük fakihler oldukları malumdur. Bundan başka Resul-i Ekrem (sav) ailesine ilk daveti ulaştırmak için Abdulmuttalip ailesine evinde yemek verip onları İslam’a davet edince o zamanlar bir tek 7-10 yaşlarında olan Hz. Ali (ks) buna olumlu karşılık vermiştir. Hz. Ali (ks)’nin bu kabulü belki de Ebu Leheb gibilerini güldürmüştü. Ancak hiç de uzun olmayan bir süre sonra Hz. Ali (ks)’nin Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve diğer tüm savaşlarda Müşrik ve Yahudilere vurduğu darbeler, onlara, o güldükleri olayın ne büyük bir iş olduğunu her halde yeterince anlatmıştır.

Aslında büyümelerine ihtiyaç duyulmadan henüz küçükken bile çocukların büyük şeyler başarması belki de birçok büyüğün üstesinden gelemeyeceği işler yapmaları da onların önemsenmesi gerektiğini bize anlatıyor.

Nitekim Hz. Fatıma(r.anha)’nın henüz bir çocukken belki de Allah Resulü (sav)’nün ona “babasının annesi” diye hitap etmesine sebep olan şu olay yukarıda söylediğimizin delilidir.

Abdullah b. Mesud(ra) anlatır:

“Hz. Peygamber(sav) Kâbe’nin yanında namaz kılıyordu. Bu sırada Ebu Cehil ve arkadaşları da orada oturuyorlardı. Derken birisi (Ebu Cehil) diğerlerine: ‘Hanginiz falancaların kestiği devenin döl eşini (devenin karnındaki yavrunun bulunduğu zarı) getirip de Muhammed namazda secdeye varınca üzerine koyabilir?’ dedi. Topluluğun en eşkıyası koşup onu getirdi. Hz. Peygamber(sav) secdeye varıncaya kadar bekledi ve akabinde omzunun arasına, sırtına bıraktı.

- Ben de hiçbir şey yapamadan seyrediyordum keşke bir gücüm olsaydı. Onlar gülüşüp (olayı) birbirlerine isnat etmeye başladılar. Hz. Resulullah(sav) ise secdeden başını kaldıramıyordu. Sonunda Fatıma gelip sırtındakini attı da Hz. Resulullah(sav) başını kaldırabildi.” (Buhari, Vudu, 69: Müslim, Cihad ve siyer, 107)

Buhari’de geçen diğer rivayette Hz. Fatıma(r.anha)’nın ağır sözlerle müşriklerin üzerine yürüdüğü anlatılır. Bu olay esnasında hem Abdullah b. Mesud(ra) hem de bazı rivayetlere göre orada bulunan Hz. Peygamber(sav)’in amcası Abbas(ra)’ın (ki henüz Müslüman olmamışsa bile bir amcaydı) yapamadığını henüz bir çocuk olan Hz. Fatıma(r.anha) yapmıştır.

Bununla beraber yine bir çocuk olan Hz. İsmail(as)’in babasına emredilen ağır imtihandaki tavrı malumdur. Kaç büyük böyle bir imtihandan başarıyla çıkıp bıçağın altına bu rahatlıkta yatabilir. Yine Allah Teala Hz. Yahya(as)’ya henüz çocukken hikmet verdiğini (Meryem Suresi:12) bize haber veriyor.

Dolayısıyla davette çocuklar önemsenmeli ve onlara hak ettikleri ilgi gösterilmelidir. Davetçi tüm çocuklarla özellikle de henüz tam mümeyyiz olmamış çocuklara ilişkilerini sevgi temeli üzerine bina etmelidir. Çünkü çocukların en çok ihtiyaç duydukları şeylerin başında sevgi gelir. Çocuğun ruh, akıl ve beden gelişiminde en çok etkiyi sevgi yapar. Esasında sevgi ve şefkat çocuğu mantıki izahları kabullenmeye hazır hale getirir. Bundan başka çocuk zayıf ve aciz olmasının bir sonucu olarak ihtiyaç duyduğu güvene de sevgi ile kavuşur.

Allah Resulü (sav)’nün çocuklarla olan münasebetlerinde belki de en çok göze çarpan şeylerden biri sevgi ve bunun sonucu olarak da ilgidir.

Muhammed b. Rebi(ra) anlatıyor:

“Ben beş yaşlarında iken Hz. Resulullah(sav)’ ın evimizdeki kovadan ağzına aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlarım” (Buhari, İlim: 18; Müslim, Mesacid: 269)

İbni Abbas(ra) anlatıyor:

“Hz. Peygamber(sav) Mekke’ye geldiğinde kendisini Muttalip Oğullarından küçük çocuklar karşıladı. Hz. Resulullah(sav) onlardan birini (bineğinin) önüne bir diğerini de arkasına aldı.” (Buhari, Umre:13)

Yukarıda geçtiği gibi ağzına su alarak çocuklarla şakalaşması yine onları devesine bindirmesi elbette ki çocuklara gösterilmesi gereken sevgi ve ilginin bir sonucudur.

Nesai’nin rivayetine göre Allah Resulü (sav) bir yatsı namazında çocuğunu (torununu) Mescide getirmişti. Cemaate namaz kıldırırken secde esnasında torunu sırtına çıkmış, o da bu sebeple secdeyi uzatmıştı. Sahabe namazı bitirince Peygamberimiz(sav)’e: ‘secdeyi uzattınız ya Resulallah! Bir şey oldu ya da vahiy geldi zannettik’ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber(sav): ‘Yok böyle bir şey olmadı. Ancak oğlum sırtıma çıkmıştı. Gönlü hoş olsun diye acele davranmak istemedim’ buyurmuştur. (Nesai, Tatbik: 82) Allah Resulü (sav)’nün gözümün nuru dediği namaza ne kadar önem verdiğini biliyoruz. Ancak bu bile çocuğun gönlünü hoş etmesine engel olmamıştır.

Saib b. Yezid(ra)’e Hz. Resulullah(sav)’ı görüp görmediği sorulunca şu cevabı veriyor:

“Evet, Hz. Resulullah(sav)’ı gördüm. Yanımdaki çocuklarla birlikte ona gitmiştik ve onu bir sepet içindeki hurmadan yerken bulmuştuk. Yanında bazı sahabeler de vardı. Bize de avuç avuç hurma verdi ve başımızı sıvazladı.” (Taberani)

Kimi zaman da çocuklara olan sevgisini sözlü olarak dile getirmiştir. Nitekim hicret esnasında kendisini deflerle karşılayan Neccaroğullarının küçük kızlarına önce ‘Beni seviyor musunuz’ diye sormuş. Onlar da ‘Evet, ya Resulallah!’ dediklerinde kendisi de üç defa ‘Allah biliyor ya vallahi ben de sizleri seviyorum’ diye karşılık vermiştir. (İbni Mace, Nikâh: 21)

Bu şekilde çok sayıda rivayet vardır. Tüm bunlar üzerine diyebiliriz ki çocuk ile kurulacak sağlıklı bir iletişim için öncelikle onlara yeterli derecede sevgi ve ilgi göstermek şarttır.

Gelecek sayımızda devam etmek üzere Allah’a emanet olunuz.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.