Geri dönmek fesat çıkarmak

Geri dönmek fesat çıkarmak

Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeye yeltenmeniz sizden beklenilmez mi

“Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeye yeltenmeniz sizden beklenilmez mi?”[1]

Gerçekten bu ayet, her sorumluluk sahibi Müslümanın, ciddi bir şekilde üzerinde durup, tedebbür ve tezekkür etmesi ve ibretle ders alması gereken bir ayettir. Tıpkı diğer Kur'an ayetlerinin üzerinde tedebbür ve tezekkür edilmesinin gerekliliği gibi. Bu ayetle ilgili olarak Vehbe Züheyli diyor ki: “Savaştan ve imandan yüz çevirmeniz durumunda, yeryüzünde fitne çıkarmanız, haksızlık yapmanız, hiçbir haklı gerekçe olmadığı halde savaşıp kan akıtmanız, sıla-i rahmi kesmeniz ve yakın akrabalarınızı öldürmeniz sizden beklenir.”[2]

Yani İslam'i mücadeleden geri durmanız, bu işten vazgeçmeniz, sebep her ne olursa olsun düşmanın baskı ve tazyikleri, nefsi birtakım zaaf ve hastalıklar, çevrenin etkisi vb. sebepler gibi Müslümanlara verdiğiniz söz ve ahdinizi bozmanız durumunda, yeryüzünde zulüm ve iğva ile fitne ve fesat çıkarmanız sizden beklenir! Bildiğimiz gibi şeytan ve avanesi, İslam'i çizginin dışına çıkan, taşımış olduğu emanet yükünü fırlatan, Müslümanların hak ve hukukunu çiğneyen ve boynundaki Cemaat halkasını parçalayıp atan bedbaht insanı, durduğu noktada bırakmaz. Onları sapıklığın girdabına / anaforuna saplayıncaya ve neticede cehenneme sevk edinceye kadar bırakmazlar.

Rabbimiz, şeytan ve taifesinin Müminlere yönelik tehlikelerine dikkatimizi çekmek ve bu konuda bizi uyarmak için buyurur ki: “… Gerçekten o (şeytan) ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz bir cihetten sizi görür. Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kıldık.”[3] Görüldüğü gibi şeytan ve onun taifesi/insi ve cinni kafirler, öyle basite alınacak, kendileriyle şakalaşılacak yaratıklar değiller. Mümindeki gizli-açık zaafları görüp keşfettiklerinde, artık usulünce oralara vuruşlar yaparlar. Hem öyle darbeler indirirler ki, insanlar gafil iken ve işin farkında değillerken ve hiç beklenmedik ve görülmedik taraflardan darbeler indirirler de neye uğradığının farkına bile varmazlar.

Müminin yapması gereken şey, şeytan ve dostlarına yaklaşmak ve onları hayatına buyur etmek değil, onlardan fersah fersah uzak durup, İslam'ın Cemaat kalesine sığınmaktır. Rabbimiz: “De ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından / vesveselerinden Sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım!”[4]  Müslümanların, tüm hal ve hareketlerinde, davranış ve yönelişlerinde halisen ve muhlisen Rableri için olmaları ve O'nun şeriatıyla belirlediği hayat sınırının içinde kendilerini muhafaza etmeleri gerekir. Bu sınırı az da olsa aşmak bile Allah korusun şeytanların tuzaklarına girmemiz için yeterli bir neden olabilir.

İnsan'ın fıtraten zayıf yaratıldığını, dünyaya ve onun süsüne meyyal olduğunu, unutkan olduğunu, yeri geldiğinde nefsine zulmettiğini, bazen çok cahil olabileceğini, şeytan ve adamlarının kuruntularına kandığını, ahirette karşılaşacağı gününü unuttuğunu ve “Rabbim, dünyada bana iyilik ver yeter;” dediğini biliyoruz!... Öyle ise ey hamiyetperver Müslümanlar! Üzerimizdeki ağır yükü ve sorumluluğu iyi hissetmemiz, iyi anlamamız ve bu sorumluluğumuzdan bir an olsun gafil olmamamız gerekir. Ne pahasına olursa olsun şeytan ve avanesinin tuzaklarına girmemek -büyük bir ödeme pahasına da olsasaf dimağları cehennem çukurlarına yönlendirmelerine müdahale etmemiz, kendilerini kaptıranları da kurtarmamız gerekir. İnsanlarımız için mirsad olmamız ve onların etrafında semazenler gibi dönmemiz ve mutlaka muhafaza etmemiz gerekir…

Her Müslüman'ın, özellikle bu konuda büyük ihtimam göstermesi ve büyük bir fedakarlıkta bulunması gerekir!... Heyhat ki Müslümanlar olarak gerekli ihtimamı göstermiyoruz. Üzerimize düşenleri büyük bir basiret ve hikmetle yapamadığımız, işe bütünüyle kendimizi vermediğimiz, bazen basit ve lüzumsuz şeylerle oyalandığımız için, gerek insi ve gerekse de cinni iblislere insanlarımızı rahat ve kolay kaptırabiliyoruz. Ümmet olarak bir Müslüman'ın İslami dairenin dışına çıkmasının ne kadar büyük bir felaket olduğu ve ne vahim neticeler doğuracağı gerçeğini anlasaydık, insanlarımızı ruhlarımıza sarıp o şekilde muhafaza ederdik. Rabbim İslam ümmetini yoldan çıkmış fasık, hain ve düşmanla işbirliği içinde olan zalimlerden korusun!

Hani o münafıklardan : “O (peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler vardı…”[5] Peygamber (sav), Müslümanlara o kadar yakındı ki, onların önemli ve önemsiz her türlü şikayet, sorun ve dertlerini dinlerdi, sorunlarını çözmeye çalışırdı… Hem o kadar ashabına yakındı ki, adeta onların nefeslerini sayıyordu. Onların başına gelen sıkıntı ve acıları kendi vücudunda ve hissiyatında yaşıyordu. Müslümanları kendi rahmet kanatları altında toplayıp muhafaza ediyordu. Bizler, Resülullah (sav) gibi Müslümanları, yakınlarını, kardeşlerini ve da'va arkadaşlarını rahmet kanatları altında tutmak durumundayız. Resulümüz, serverimiz, yoluna ruhlarımızı kurban ettiğimiz önderimiz ne güzel buyurmuş: “Kim emirinden hoşlanmayacağı bir şey görürse sabretsin. Şu biline ki kim cemaatten bir karış ayrılırsa, cahiliyye ölümünden başka bir şekilde ölmez!”[6] işte insanlarımızı bu rahmet atmosferinde tutmak için: “…Gece ve gündüz…”[7] canhıraş çalışmamız gerekir. Resulullah (sav) ve arkadaşlarının açlıktan karınlarına taş bağladıklarını biliyoruz. O mümtaz insanlar geçimlerini sağlamaktan aciz değillerdi. Onlar da'vanın gerektirdiğini yapmaktan geri durmayı ve tamamen  dünyaya ram olmayı “… kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…”[8] tehdidine  muhatab kabul ediyorlardı. İşte bu anlayışla hem kardeşlerini muhafaza ettiler ve günbegün İslami cemaatın halkalarını genişlettiler ve o günün süper güçlerini hakimiyetleri altına alıp, din-i mubini İslamı kıtalara hakim kıldılar.

Ey izzet sahibi münevver Müslümanlar! Dünyanın o basit ve kıymetsiz metaına tama etmeyiniz: “…bu dünya hayatı bir aldatma metaından başka bir şey değildir.”[9] “azıcık bir menfaattir…”[10] Bu basit ve kıymetsiz şeye takılmak Müslüman'a yakışmaz. Hem Rabbimiz buyuruyor: “Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.”[11] O zaman rızıktan taraf endişelenmek, yersiz ve gereksiz bir endişedir. Eğer gece ve gündüz davamız için seferber olmazsak, Allah korusun ihmalkarlığımızdan dolayı, Allah ve İslam düşmanı kafir ve münafıkların tuzağına düşen bedbaht insanlar oluruz. “O dönüp gitti mi, yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır…”[12] Evet. Hayır ve iyilik adına, İslam ve mukaddesatı adına, Müslümanlar ve değerleri adına ne varsa tahrip edip yok etmek için seferber olacaklardır. Şeytanlarını ve iblislerini memnun etmek için yapmayacakları hiçbir şey yoktur…

Allame İbni Haldun, İsrail oğullarının kırk yıl Tih çölünde kalmalarını ve orada yaşamaya mecbur edilmelerini ne güzel yorumluyor: “İsrailoğullarının kırk yıl Tih çölünde kalmalarında hedeflenen, zillete ve köleliğe alışmış vaziyette yaşayan neslin yok olup, zillete alışmamış ve zilleti tanımayan yeni bir neslin yetişmesidir. Ki o, ortalama ömürlü bir insanın ömrüdür.”[13]

Bu hakikati anlayıp idrak etmeye biz ne kadar da muhtacız. İşimizin ne kadar zor ve zahmetli olduğu, kat edeceğimiz mesafenin ne kadar uzun olduğu ve bu yol için ciddi bir azığa ihtiyacımızın olduğunu keşke iyi anlasaydık. Sanırım hiçbir akl-ı selim sahibi bir insan, içinde yaşadığımız bu toplumun ve toplumun fertlerinin, zikri geçen kavimden farklı olduğunu iddia edemez. Üstelik onlarla  beraber Kelimullah  olan Musa(as) ve hilim timsali Harun (as) vardı. Buna rağmen vahiy atmosferinde yetişecek cıvan bir nesle ihtiyaç duyulmuşsa, bizim de mücadelede ayaklarımızın sabit kalması ve istenilen seviyeye çıkmamız için böylesi bir nesle mutlak ihtiyaç hasıl olduğu gerçeği, ayan ve beyan ortadadır. Ama bu neslin Kur'an, sünnet ve diğer İslami ilimlerle nakşedilmesi, riyazet sahibi kılınmaları zarureti vardır.

Şükürler olsun ki, epeyce mesafe kat edilmiştir, bilinmeyen çok şey öğrenilmiş, önceleri yaşanılmayan çok şey yaşanmış, birçok zorluklar aşılmıştır. Ama yapılacak daha çok şey vardır.

Ey gayret sahibi Müslümanlar! Bütün varlığınızla işe sarılınız. Biz Allah ve onun yüce İslam'ı için olduğumuz sürece, onun lütuf, kerem, inayet ve nusreti bizimledir. O bizim Mevlamızdır, kafirlerin Mevlası yoktur. Biz O'na yürüyerek gitsek, O bize koşarak gelecektir. Böyle davranırsak fitne ortamında İslam'a tutunan Müslümanların kat kat artmasına vesile oluruz. “… Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez”[14]

İnzar Dergisi

[1] Muhammed suresi: 47/22

[2] Tefsir-ül veciz

[3] A'raf suresi: 7/27

[4] Mu'minun suresi:23/97-98

[5] Tevbe suresi: 9/61

[6] Sahih-i buhari Muhtasarı Tecridi sarih

[7] Nuh suresi: 71/5

[8] Bakara suresi: 2/195

[9] Al-i imran suresi: 3/189

[10] Al-i imran suresi: 3/197

[11] Zariyat suresi: 51/58

[12] Bakar suresi: 2/205

[13] Mukaddime: (ibn-i Haldun)

[14] Yusuf suresi:12/87

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.