HDP mi PKK’den, PKK mi HDP’den?

Bu soruya sağlıklı bir cevap verebilmek için her iki yapıyı biraz tanımak gerekiyor. PKK, özetle hakimiyet alanlarının tamamını kendi ideolojsi ile kuşatmak ve muhalefetin gelişmesine imkan tanımamak üzerine kurulu Marksist-Leninist bir yapıdır. PKK’nin ‘Demokratik özerklik’ diye Kürtlere pazarlamaya çalışılan modeli de bu esasa dayanmaktadır.

Muhalefeti sindirme taktiği olarak da dezenformasyon araçlarını makyavelist bir mantıkla kullanan, şiddeti ise hedefe giden yolda hegemonyasını tesis etme aracı olarak gören bir anlayışa sahiptir.

Bu yönüyle 1950’ye kadarki ‘tek parti’ despotizmi ile bire bir örtüşen uygulamalara sahiptir.

Kuzey Kürdistan’daki her türlü muhalefetin varlığını başlı başına bir provokasyon olarak değerlendiren örgüt, bütün paydaş ve bileşenleriyle Stalinist yöntemlerden de faydalanarak yeni bir tasfiye sürecine girmiş gibi görünmektedir.

HDP’nin kuruluşunun da bu süreçten bağımsız olmadığı aşikârdır. Karakter itibarı ile Kemalist kodlara sahip bir gelenekten gelen bu yapı mı PKK’yi doğurmuştur, yoksa PKK mi bu yapıyı ortaya çıkarmıştır, sorusu cevaplandırılmaya muhtaçtır.

Sosyalist sol ya da marjinal sol, 60’lardan 80’lere kadar etkindi. 80’lerden itibaren İran İslam İnkılabı, İslam dünyasındaki ihya hareketleri, bunlara paralel tercüme faaliyetleri, Özal’la birlikte Liberalizmin estirdiği kısmi özgürlük havası gibi etkenler, din ve etnik temelli hareketler karşısında solu adeta tüketti. PKK’nin bu dönemde Marksist-Leninist argümanlardan ziyade Kürt milliyetçiliği vurgusunu ön plana çıkarması, erimesinin önündeki en büyük engel olmuştur.

Kürt milliyetçiliği vurgusu ile birlikte PKK’nin siyasi türbülansa girdiğini düşünen müzmin sol Kemalistler, Bekaa’yı ellerindeki çiçeklerle su yolu haline getirerek örgütü kuruluş gayesine uygun kıvama getirmek için oldukça yoğun bir mesai harcadılar. 80’li yılların sonuna denk gelen bu süreçte Mihri Belli, Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek gibi tescilli Kemalistlerin çabaları sonucu PKK, Türk solu için yeni bir ümit-umut kaynağı oldu. 90’lı yıllarda Hizbullah-PKK çatışması olarak bilinen ve gerçekte PKK’nin Hizbullah’ı tasfiye etme girişiminin teorisyenliğini de bu kadronun üstlendiğini bu işlerden az çok anlayan herkes bilir.

Tasfiye girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması, Türk solunun PKK üzerinden yaşadığı iştah kabarmasının akamete uğramasını netice verdi.

Ne var ki Gezi olayları ve hasseten de katil(!) iş makinalarına karşı göğsünü siper eden sempatik tavırlı S.S. Önder’in ortaya çıkışı, son kertede HDP projesi için hayat suyu oldu. Türk solu yarım kalmış bir hesabı kemale erdirmenin dayanılmaz tutkusuna kendisini kaptırdı ve Kürtleri bir kez daha basamak olarak kullanmaya çalıştı, çalışıyor. İşte HDP bu projenin adıdır.

Dün, Y. Küçük ve D. Perinçek üzerinden dindar insanlara hayat hakkı tanımayan ve her iki taraftan yüzlerce gencin hayatını kaybetmesine sebebiyet veren aynı yapı, bugün Kürkçü Ertuğrul üzerinden “Halk bölgede HÜDA PAR’ı istemiyor” noktasında icray-ı sanat eyliyor.

Peki, bu şartlar altında HDP sosyalizmin ölmediğini ispat edebilecek mi? Şu iki nedenden dolayı böyle bir şeyin olamayacağını düşünüyorum:

1-An itibarı ile PKK’nin yönetici kadrosu sosyalist olabilir, ama tabandaki ezici çoğunluk Kürtlüğünden dolayı mağdur edilmiş inançlı, milliyetperver insanlardan oluşuyor. Üstelik bu mağdurların kahir ekseriyeti, bu mağduriyetin kimlerin “ata”ları tarafından yaşatıldığını da iyi biliyor. Bu kitleyi böylesi bir macereya inandırmak, oldukça zor görünüyor.

2-Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya gibi efsaneleşmiş güçlü figürlerin, Marksist-Leninist doktrinin revaçta olduğu bir zaman diliminde dahi başaramadığı bir şeyi, bu doktrinin bütün dünyada tedavülden kalktığı bir vasatta ve halk nezdinde pek bir karşılığı bulunmayan şahıslarla gerçekleşeceğini beklemek, suyu tersine akıtmaya çalışmakla eşdeğerdir.

Bundan sonra neler olabileceğine dair öngörüm ise şöyledir:

Saflar netleşecek. Sola, sekülerizme, lgbt’ye  meyyal güruh(ki tabanda hiç yok) HDP’ye kayacak. Kürdiliklerini Türk soluna basamak olarak kullanmak istemeyen tabandaki muhafazakar, inançlı kesimler ise asıl mecralarına yani HÜDA PAR’a kayacaklar.

Birileri de Batı illerinin viski kokulu lümpen barlarında Enternasyonal Marşı eşliğinde Che Guevara nostaljisi yaşamaya devam edecek.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.