Hz. İnsan mı? Adi Bir Şeytan mı?

Hz. İnsan mı? Adi Bir Şeytan mı?

Hangi yolun seyyahısın? Bir düşün şimdi! Hangi nehirde akıp duruyor fikir sandalın? Gönül kırbasını hangi oluktan doldurdun?

Ne olduğuna sen karar ver! Kimsin sen, hangisisin?

En mutena topraklardan oluşturulmuş bir balçıktan yaratılıp şekillendirilen; sonra da Allah’ın bir emri olan “Ruh”tan üfürülüp hayat mertebesine çıkarılan; daha sonra da ‘marifetullah’ın gizli ilimleriyle donatılıp meleklerin saygısına mazhar olmuş bir şekilde cennetlere yükseltilen Âdem misin?

Yoksa melekler taifesi arasında bir nebze ağırlanmış, Kerim Rab’in bir misafiri iken böbürlenmiş, gözünü hırs bürüyerek Rabbi’ne isyan etme cüretinde bulunmuş ve o yücelik ve yükseklikten boynuna lanet tasması geçirilerek alaşağı edilmiş, aşağılığın aşağısına, “esfel-i safiline” hor ve hakir bir şekilde yuvarlanmış zebun bir “İblis” misin?

Ey kendine insan diyen insan! Kimsin sen?

Düşünmeli, bir daha düşünmeli ve tekrar tekrar derin tefekkürlere dalmalı, sonra sarrafça bir titizlikle ölçüp tartmalı; alabildiğine görmeli, alabildiğine duymalı, kılı kırk yarıp gönül kalburunda ince ince elemelisin. Hayat cevherini ve beden kabına usulca yerleştirilmiş olan ruh iksirini bir eczacı hassasiyetiyle zerre zerre tahlil etmelisin.

Bundan sonra karar vermelisin sen! Kimsin, hangisisin?

Ne olduğunu hissedebiliyor musun? Aklının ve kalbinin parmak uçlarıyla dokunabiliyor musun hayatın girinti-çıkıntılarına? Hayatın, iki yollu bir seyahat, iki yataklı bir akarsu, iki oluklu bir pınar, iki gölgeli bir ağaç, iki kutuplu bir gezegen, iki kadehli bir şarap olduğunu algılayabiliyor musun?

Hangi yolun seyyahısın? Bir düşün şimdi! Hangi nehirde akıp duruyor fikir sandalın? Gönül kırbasını hangi oluktan doldurdun?

Ruhun hangi kadehin şarabıyla mestanedir? Bir düşün!

Bir düşün!

Hangi çukurun ışıksız, havasız, ruhsuz ve şuhsuz yaratığısın? Hangi dehlizin kokuşmuş batağının kör-sağır canavarısın? Sen misin hevasını ve nefsini kendine kıble ve ilah edinen? Sen misin her türlü hayâsızlığı yüceltip kutsayan? Aşağılık ne kelime, pislikten daha pis hayat tarzında, iğrençlik bataklığında zevk ü sefa sürdüğüne inanıyorsan, ey yaratık! Sen, adi şeytandan daha aşağılıksın.

Bir düşün!

Yoksa meleklerle yaren, bulutlara yoldaş, yıldızlarla sırdaş, kâinat kadar geniş yüreğinle, denizler gibi derin bilgeliğinle, gökler kadar engin ufkunla, dağlar gibi sarsılmaz vakarınla, vahalar gibi serin erdeminle tüm yaratılanların efendisi varlık mısın? Yani insan mısın?

Bir düşün!

Ve bir Pir-i İrfan gibi düşün! Hayat sandalın şeytani girdaplarda batmadan, seyahatin dipsiz uçurumlarda son bulmadan, imtihan gündüzünün güneşi ecel mağribinde batmadan, gözlerinin feri sönmeden, ruhunun cevheri pörsümeden, kaderinin defteri dürülmeden düşün bir!

Sen ki hayat bağının bülbülü, varlık bostanının sümbülü, aşk bahçesinin gülü, mümtaz varlık, şerefli mahlûk, bihemta halife insansın; zaman ve mekân âlemine sultansın.

Ayakların seradayken, fikrinin ve emelinin başı süreyyanın göğsüne yaslanmış, basiret gözünün parıltısı Samanyolu güneşlerini kıskandırıyordu.

Esmaullah güneşine aydınlık yüzünü dönerken sen, marifetullah ikliminin ılık rüzgârında dalgalanan saçlarını etrafında pervane olan melekler billur parmaklarıyla tarıyor; muhabbetullah firdevsinde vuslat gözyaşlarını avuçlayıp semalara yükseltiyorlardı.

Peki, ne oldu da Rabbinin senin için diktirdiği ipekten, altın yaldızlı, inci nakışlı, paha biçilmez, eşi ve benzeri bulunmaz insanlık kaftanını beğenmeyip heva ve heves putlarının tükürüğünde yıkanmış, felsefenin kazuratına bulanmış, lağım kokusu sinmiş kırk yamalı şeytani paçavralara büründün?

Neden altın tepsilerde, bin bir türlü enfes taam ve meyvelerle donatılmış sofraları elinin tersiyle bir kenara itiyor; şeytan kafatasında sunulan kan ve irin bulamacına aç kurtlar gibi saldırıyorsun?..

Haydi, yeniden düşün!

Kim olduğunu ve kim olmak istemediğini iyi düşün!

Yoksa hayatın artı ve eksi kutupları arasında, gelgitler anaforunda, müzebzep beynelerde, çılgın alçalışları mı kovalıyorsun? İnsanla şeytan arasında seçim yapmada zorlanırken; içindeki temiz ruh, ayaklarını insani ufuklara doğru çekiyor, sonra canavarlaşan nefsin, heva ve heves kamçılarıyla sana geri adım attırıp şeytani zindanlara mahpus ediyor. Bir o yanda bir bu yanda gününü gün edip eğleniyor, nifak pazarında ruh ve benlik cevherini paslı tenekelerle takas ediyorsun. Ne de kârlı bir ticaret yaptım edasıyla mutlu ve sürurlu bir şekilde yastığa baş dayarken o başın, son dayanacağı yerin mezar taşı olacağını unutuveriyorsun.

Hayır, hayır! İki yolun ortasında bir yol daha yoktur asla!

Düşün bir kere! Ya insani aksalarda kanat çırpacak ya da şeytani esfellerde yüzüstü sürüneceksin. Ya eşref-ül mahlûkat olacaksın ya da “bel hüm adall” lağımının faresi. Ya Ahsen-i takvim üzere sebat etmedesin ya da esfel-i safilin bataklığında insani hüviyetinden istifa etmiş bir şekilde boğulmadasın.

Bir düşün!

Sana bahşedilen hayat elmasını, ruh incisini, akıl cevherini, kalp yakutunu iyi düşün!

Buldun mu kendini? Ne de güzel yaratıldığını ve ne mücevherlerle donatıldığını fark ettin mi?

İşte sen busun! Yani insan! Yani, âdemin evladı insan. Yani yüz yirmi dört bin kutsal peygamberin varisi insan. Yani, kâinatın ışığı ve cümbüşü, yaratılmışların gözbebeği insan. Yani Esmaullah’ın tecelligahı, ubudiyet dergâhının sesi-soluğu insan. Yani, aşk sarayının bağrı yanık sevdalısı, irfan bağının bülbül-ü şeydası, vuslat bahçesinin gül-ü dilarası insan. Yani, güzeller güzeli Hz. İnsan…

Fi emanillah

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.