Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas -2 (Aslan Pençesi)

Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas -2 (Aslan Pençesi)

Hz. Sa’d, Allah yolundaki cesaret, samimiyet, cömertlik ve fedakârlığının müjdesini en üst düzeyde, daha bu dünyada iken almıştı.

Hz. Sa’d, Allah yolundaki cesaret, samimiyet, cömertlik ve fedakârlığının müjdesini en üst düzeyde, daha bu dünyada iken almıştı.

O, cennetle müjdelenmiş on sahabeden biri olma bahtiyarlığına ulaşır.

Hz. Sa’d, öylesine olgun ve üstün hasletlere sahipti ki Mekke gençlerinden çoğu onu kendine örnek alır, onun gibi ahlak ve erdem sahibi olmak isterlerdi. Hz. Resulullah(sav)’ın dayılarından olma, Hz. Sa’d için bir şeref nişanesiydi. Hz. Resulullah(sav) böyle bir dayıya sahip olmakla övünür, onun geldiğini görünce yanındakilere hitaben,

“Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan var mı?”[1] diye buyururdu.

Rivayet edilir ki, Sa’d b. Ebi Vakkas’ın Müslüman olduğu gün, Müslümanlar ve İslam için iyi ve hayırlı bir gün olmuştur.

Hz. Sa’d, Bedir öncesi seriyelere bazen bir nefer bazen de bir komutan olarak iştirak etmiştir. İbni Hacer, İbni Abbas’tan rivayet eder.

“Resulullah (sav) Ebva’ya varınca Ubeyde bin Haris’in komutasında 60 kişiyi gönderdi. Bunlar bir grup Kureyşli ile karşılaştılar. Birbirlerine ok attılar. Bu sırada Sa’d bin Ebi Vakkas bir ok attı. Allah yolunda ilk ok atan ise o idi.”[2]

Hicretten on ay geçtikten sonra, zilkade ayında Peygamber efendimiz (sav), Hz. Sa’d’ı bir seriyenin başında göreve gönderdi. Hz. Sa’d, bu sefer esnasında düşman kuvvetleriyle karşılaşmadı.[3]

Resul-i Zişan’ın kavli beliğle ‘gökteki yıldızlar misali’ tabir ettiği ashabından olan Hz. Sa’d’ın kemalatının parıltısı olan güzellik, fedakârlık ve kahramanlıklar o kadar ziyadedir ki…

Hz. Sa’d, Uhud harbinde bir an olsun Resulullah (sav)’ın yanından ayrılmadı. O okçu (kemankeş)ların reisiydi. Öyle ki Uhud harbinde 1000’den ziyade ok attı. Attığı her ok bir müşrike isabet ediyordu. Resulullah(sav), onun ok atışını görünce iltifatların en güzeliyle ona hitab eder.

“Anam babam, sana feda olsun ya Sa’d! Durma, at!”[4] derdi.

Hz. Ali der ki: “Resulullah (sav), “Fedake ebi ve ümmi” (anam babam sana feda olsun) cümlesini sadece Uhud günü Hz. Sa’d için söyledi.”[5]

Hz. Sa’d, her ok attığında Hz. Peygamber (sav)’in yüzünü sevinç kaplar, İslam’ın keskin kılıçlarından ve hedefe tam isabet eden oklarından olan bu zat için “İlahi, bu senin okundur” der ve ona şöyle dua ederdi.

“Allah’ım! Sana dua ettiğinde Sa’d’ın duasını kabul et atışını da doğrult!”[6]

Bu dua sebebiyledir ki, Hz Sa’d, ne zaman düşmana mızrağını ve okunu atsa isabet eder, ne zaman dua etse kabul olunurdu. İslam düşmanları Hz. Sa’d’ın kılıç ve okundan korktukları gibi, Müslümanlar da onun (aleyhteki) dua oklarından korkar; onu üzmekten çekinirlerdi.[7]

Hz. Sa’d der ki: “Uhud günü halk, Resulullah(sav)’ın yanından uzaklaştıkları zaman, ben de bir köşeye çekilmiş bulunuyordum. Kendi kendime: ‘kendimden ne şehitlik arzusunu, ne de kurtulma arzusunu atabiliyorum!’ dedim. Bu düşüncem, Resulullah(sav)’ın yanına varıncaya kadar devam etti… Hz. Mikdad (ra): “Ey Sa’d! İşte Resulullah(sav)! Seni çağırıyor”dedi. “Nerededirler?” diye sordum. Resulullah(sav)’ın bulunduğu yeri işaretle gösterdi. Hemen kalkıp yanına vardım sanki bana hiçbir sıkıntı erişmemiş gibiydim”[8]

Uhud savaşında, Hz. Sa’d’ın iman etmeyen kardeşi müşrik saflarında idi. Hz. Sa’d, onunla savaşmak için onu arar. Bu olayı kendisi şöyle anlatmaktadır:

“Vallahi, kardeşim Utbe’yi öldürmek için duyduğum hırsı, hiçbir adamı öldürmeye karşı duymamışımdır. Kardeşimi bulup öldürmek için, iki kere müşriklerin saflarını yardım, fakat gözümden kaçtı. Üçüncüsünde Resulullah(sav) buyurdu ki, ‘Ey Allah’ın kulu! Sen ne yapmak istiyorsun? Yoksa sen kendini öldürtmek mi istiyorsun?’ Bunun üzerine, onu aramaktan vazgeçtim. Utbe’yi Hatıb b. Ebi Belta öldürdü.”[9]

Veda Haccı’nın akabinde, Hz.Sa’d hastalandı. Kendisini ziyarete gelen Resulullah(sav)’a hasret yüklü, hüzünlü bir eda ile:

“Ya Resulallah (sav)! Siz Medine’ye döneceksiniz. Ben burada ölürsem, dostlarımdan ayrı kalacağım” dedi. Peygamber efendimiz (sav), işari bir şekilde buyurdular ki:

“Hayır, sen bizden geri kalmazsın. Umarım, sen uzun zaman yaşayacaksın. Öyle ki, senden birtakım kavimler faydalanacak, birtakımı da mahrum kalacaktır.” Bilahare Resulullah(sav) ashabı için şöyle dua etti:

“Ya Rabbi! Ashabımın Mekke’den Medine’ye dönüşünü tamamla!”

Az bir müddet sonra, Hz. Sa’d şifa bulup Medine’ye döndü.[10]

Hz. Ömer’in hilafet zamanı… Mecusi İranlıların saldırılarının yoğunlaştığı bir an ve binlerce mü’minin şehadet şerbeti içtiği bir dem… Iraklılar, anlaşmalarını bozmuş, ihanet hançeri misali Müslümanları arkadan vurmaktaydılar. Gelişmeler, Hz. Ömer’i tedirginliğe sürükledi. Öyle ki, İranlılara karşı yapılacak savaşta komutayı bizatihi üstlendi. Ashabın istişaresi sonucu Halifenin hayatının tehlikeye girmesinin kötü sonuçlar doğuracağı vurgulandı. İslam ordusu için başka bir komutan seçilmesi kararı çıktı.

Ama seçilecek komutan kim olacaktı? Böylesi bir yükün altına girecek pazuları ve imanı güçlü feraseti, takvası, cesareti ve hayır yarışında öncü olacak güzide insan kim olacaktı?

Bütün zihinler, sessizce bu suallere cevap ararken, birden sessizliği Hz. Abdurrahman b. Avf (ra) bozdu ve

“Buldum!” diye haykırdı. Hz. Ömer:

“Kimi buldun?”

Hz. Abdurrahman:

“Aslanpençesi… Sa’d b. Malik Ez Zühri…”[11]

Bu tercih Müslümanların tümünce desteklendi. O esnada Hevazin valisi olan Sa’d b. Ebi Vakkas’a haber gönderildi. ‘Kendisinin Irak’taki ordunun sorumluluğuna getirildiği’ bildirdi.

Kadisiyye zaferinin[12] komutanlığını yürüterek Kisra ülkesini fethedip İslam topraklarına katan ‘Aslanpençesi’ kimdi? Onu hem kalpler fatihi hem de ülkeler fatihi yapan hasletler nelerdi?

O “şu an size cennet ehlinden biri gelecek” hadis-i şerifinin doğrulayıcısı mutlu ve aziz insandı.[13]

O “Topluca Allah’a ibadet etmekten daha iyi bir şey yoktur. Şu kadar var ki, müslümanlardan hiç kimseye öfkelenmem, kin duymam ve su-i zanda bulunmam” sözünün sahibi gönül insanıydı.[14]

O Allah korkusundan çok ağlayan, öyle ki ağlamaktan göz çukurları dolan aşk ehliydi.

O yüzbinlerce düşman ordusuna karşı ellerinde sadece mızrakları olan; ama gönülleri imanla dolu otuz bin savaşçının komutanı, şehadet arzusuyla yürekleri kıpır kıpır mücahitlerin ölüme meydan okuyan korkusuz pençesiydi.

O, ruhu ateşli, imanı sapasağlam, ihlâsı alabildiğine derin, kılıcın işlemediği, mızrağın isabet etmediği, zekâ kıvılcımı, kahramanlık tablosu… Resulullah (sav)’ın dayısı idi.

O, ordu komutanı olmakla övünmeyen, kalbinde zerre miktarı gurur, hardal tanesi kibir taşımayan, bir nefer gibi (aradaki kilometrelerce uzaklığa rağmen) savaş hususunda Hz. Ömer’e danışan, onun tavsiyelerini harfiyen yerine getiren tevazu timsaliydi.

Hz. Sa’d, mal ve servet yönünden Müslümanların zenginlerinden idi. O, zenginliği bir nimet bilen, malını fakir-fukaraya dağıtmakta oldukça cömert davranan, helal kazanç sahibiydi.

Hz. Sa’d ordusunu Kadisiyye’de topladı. Kusursuz bir plan, etkili bir tarzla, ‘Allah-u Ekber’ ve ‘Lailaheillallah’ sedaları ile düşman saflarına korkusuzca dalan İslam ordusu kısa sürede arzulanan neticeye ulaştı. Kisra komutanı Rüstem’in başı mızrakların ucunda yükselince, düşman heyecan ve korkuya kapıldı.

Hz. Sa’d, Kadisiyye’den iki yıl sonra vuku bulan Medain savaşında da ordunun komutanıdır.

Bu savaş, İslam ordusu ile İran ordusu arasında son ve belirleyici bir savaştı. Bunu bilen Hz.Sa’d, yer bakımından daha avantajlı bir konumda bulunan düşman ordusunun üstünlüğünü gidermeye karar verir. Lakin iki ordu arasında Dicle nehri vardı. Hz. Sa’d, orduya nehri geçme emri verip Müslümanlara şöyle hitap etti:

“Allah size yeter, O ne güzel vekildir.” Sonra atını Dicle’ye sürdü. Ardından tüm ordu, ‘Askerler koltuklarına kadar suya gömüldükleri halde toprak üzerinde yürüyormuşçasına rahatça ilerlediler. Bu, Allah’a ve Onun zafer vadine olan güvenin bir yansımasıydı.

Bir ara Hz. Sa’d, kıskanç ve hırs dolu yüreklerin yersiz suçlamaları sonucu komutanlıktan azledildi. Suçlamaların asılsız olduğu anlaşılınca; Hz. Ömer (ra) Hz. Sa’d’ı tekrar göndermek istedi. Hz. Sa’d bu durum karşısında gülerek:

“Namazı güzel kıldırmadığımı iddia eden insanlara mı beni göndermek istiyorsun” dedi. Teklifi kabul etmedi.[15]

Hz. Sa’d; Hz. Ali (ra) ve Muaviye arasında vuku bulan savaşa taraf olmadı. Fitneye bulaşmamak için bir kenara çekildi. Bilahare, Muaviye’nin; “… Sen ne saldırganlarla beraber oldun ne de saldırıya uğrayanlarla” demesi üzerine şu karşılığı verdi:

“Ben Allah Resulü’nün: ‘Sen Musa yanında Harun ne ise benim yanımda osun. Ancak benden sonra peygamber yoktur” dediği bir kimseye karşı-yani Hz.Ali’ye karşı- savaşamazdım.”[16]

Yıl, hicri 54. yıl... Hz.Sa’d, seksen küsur yaşında. Artık ölüm döşeğindedir. Yanı başında ağlayan oğluna hitaben; “Allah’a yemin ederim ki. Allah bana azab etmez. Ben cennet ehlindenim” dedi.

Hz. Sa’d, ölümünü cesurca, gülerek karşıladı. Ölümü yaklaştığında eski yün cübbesini getirtti ve şöyle dedi: “Beni bununla kefenleyiniz. Çünkü ben Bedir’de müşriklerle bu cübbeyle karşılaştım… Allah-u Teala ile de bununla karşılaşmak istiyorum.[17]

Hz. Sa’d’ın gözleri ahir ömründe görmez olmuştu. Kendisine: “Efendim. Sizin duanız makbul olup, herkese dua ediyorsunuz. Kendiniz için dua etseniz de gözleriniz açılsa, olmaz mı?” diyen oğluna, Hz. Sa’d gülümseyerek:

“Oğlum, Allah-u Teala’nın benim hakkımdaki takdiri, yani gözümün görmemesi, gözümün görmesinden daha güzeldir” diye karşılık verdi.

Allah’a emanet olun.

İnzar Dergisi

[1] Son Peygamber Hz. Muhammed, Prof. Dr. M. Ebu Zehra, c.2, syf: 378

[2] 2. Kütüb-i sitte, c. 11, syf: 392, Asım Köksal, İslam Tarihi, c.8, syf: 335

[3] 3. Son Peygamber Hz. Muhammed, Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, c. 2, syf: 378

[4] Peygamberimizin Hayatı, Salih Suruç, c. 1, syf: 233

[5] Müslim, Sahih, c. 7, syf: 125

[6] İbn-i Sa’d, Tabakat, c. 3, syf: 141

[7] Hz. Peygamberin Hayatı, Salih Suruç, c. 1, syf: 234, Mektubat, 19. mektup, syf: 149

[8] İslam Tarihi, M. Asım Köksal, c. 10, syf: 102

[9] a. g. e

[10] a. g. e

[11] Yeryüzü Yıldızları, syf: 83

[12] . Hz. Peygamberin Hayatı, Salih Suruç, c. 1, syf: 234

[13] Yeryüzü Yıldızları, syf: 86

[14] a. g. e

[15] Yeryüzü Yıldızları, syf: 92

[16] a. g. e

[17] Sahabe Hayatından Tablolar, c. 1, syf: 271, Seçkin Sahabelerin Hayatı, Kahraman Yay. Syf: 70
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.