İlk Davetçiler

İlk Davetçiler

Allah Resulü(sav)’nün örneklik ve davetçi oluş misyonunu konuşurken dikkatten kaçırmamamız gereken önemli bir nokta daha vardır.

TARİHİN DERİNLİKLERİNE UZANAN YOLCULUK

Allah Resulü(sav)’nün örneklik ve davetçi oluş misyonunu konuşurken dikkatten kaçırmamamız gereken önemli bir nokta daha vardır. O da bu misyonun kendisinden önceki tecrübe edilmiş aynı misyon ile olan sağlam bağı ve kopmaz ilişkisidir. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere İslam’ın, tarihin derinliklerinden gelen genel tarihine bakıldığında bu ilişki ve bağ çok net bir şekilde ve sağlam olarak görülecektir.

Çünkü esasen bu davet metodu ve bu metodun pratikteki örneklik olayı, Allah Resulü(sav)’nün bi’setinin başlangıcı ile beraber ortaya çıkmış yeni bir hadise, Onun zamanında geçmişe göre sonradan oluşmuş yeni bir vaka değildir. Öncesi vardır bunun. Aynı şekilde konumuzun umdesini, ana merkezini oluşturan fıtrata özgü Rabbani vasıflarla mücehhez, davetçiler kafilesi de Onun zamanı ile beraber veya onun zamanından itibaren yola çıkmış yeni bir kervan değildir…

Doğrusu bu davetçi oluş ve örneklik misyonunun, tarihin başlangıç noktasına uzanan şanlı bir geçmişi, muhteşem bir yolculuğu vardır. Bu yolculuktaki tecrübeler, günümüz İslam davetçileri için nimetlerle dolu sofraları andırır. Gerçekten bu mübarek yolculuk, İslam davetçileri için nimet sofraları, zengin tecrübeler, görkemli olaylar ve kahramanlıklarla doludur.

Bu ilk kahraman kafilenin yola çıkışı her hal u kârda insanlık tarihinin kıpırdanışı, ayağa kalkıp doğruluşu ve zamanında bulunduğumuz şu noktaya doğru yürümek için hareket etmesi ile beraber olmuştur. İnsanlıkla beraber yürüyüşe geçmiş, Onu şekillendirip biçim vermiş, istikamete koymuş ve Onun istikmale olan meyline Rabbani bir renk vermiştir. Açıkçası bu olay, insanlık ailesi için her zaman ve her mekânda büyük ve görkemli bir olay olmuştur.

Âlemlerin Rabbi olan Allah(cc) bu ilk davetçi kafilesinin varlığını, bu kafilenin son bireyi olan nurlu davetçinin mübarek şahsında bize şöyle bildirir.

“… Sana bundan önce haber verdiğimiz bir takım peygamberler ve sana haber vermediğimiz nice peygamberler de (gönderdik)” [i]

İlk Davetçi

Özgün bir yolculuk söz konusu. Muhteşem bir tablodur izlemek üzere olduğumuz. Şimdi zemin bizimle beraber heyecana sarılmakta. Şimdi zemin bizimle beraber muhteşem bir tabloyu karşılamak için gelinliklerini giyinmiş arz-ı endam etmekte. Güneşin doğuşu bir başka. Ayın parlaklığı bir başka. Nehirler bu nurlu yolculuk için birer binek olmuştur. Dicle, Fırat, Nil… hepsi buna şahitlik etmiştir. Çağlar boyu coşarak bize doğru akıp gelen bu tarih nehrinin öyküsü, zeminin derinliklerinden, asumanın sidret-ül müntehasına kadar, âlemlerin her zerresine nurani nakışlarla kazınmıştır…

Özgün bir yolculuk söz konusu. Niye? Çünkü bu ilk davetçiler kafilesi Allah(cc)’ın izni ile ve Onun tevdi ettiği risalet programı ile yekdiğerine merbut, maksatlarına musaddık, eylemde imanlarına mutabık bir nurlu kervan olup yola çıktığı zaman, insanlık âlemi dediğimiz şu kocamış aile, henüz bebekliğinden, tıfıllığından çıkmamıştır. Beşiğinin sıfır noktasında emzik diye parmaklarını emmektedir. Minnacık ayakları birbirine sarmaş dolaş. Ağzında dişleri çıkmamış, konuşmayı ise henüz öğrenmemiştir. Doğal olarak aynı zamanda bütün yoğunluğu ile masumiyetini ve masuniyetini de yaşıyordu…

Bu dönem Onun için sade mi sade.. Temiz mi temiz… Günahsız mı günahsız. Nehirler kirlenmemiş şimdiki gibi, dağlar kirlenmemiş, vadiler kirlenmemiş. Garipsenmemeli bu; çünkü bebekliğini yaşayan bu insanlık âleminin ilk bireyi aynı zamanda konumuz olan nurlu davetçiler kafilesinin de ilk bireyidir. Meselenin dikkat edilecek boyutu da burada… Ve bu ilk davetçi, şu zamanda bir hayli kocamış olan ailenin ilk bireyi de olan Adem(as)’den başkası değildir. İşte insanlık âleminin ilk babası, bizim babamız ve esas olarak ilk abid davetçi de bu…

İlk insan… İlk aile reisi, kızlı-erkekli çocukların babası. İlk peygamber ve dolayısıyla ilk davetçi. Zürriyetini hakka ve hidayete davet etmede risaletle görevlendirilenlerin ilki. İlahi davaya muhatap ve bu mübarek vazifeyi omuzlayanların da ilki. Rabbi; “Ona dedi ki, git evlatlarına İslam’ı öğret! (O da) insanlara dedi ki: ‘Sizin ve bütün âlemlerin ilahı Allah’tır. Ona ibadet edin, önünde eğilin, ondan yardım talep edin, onun istediği gibi iyi ve dürüst bir hayat sürün. Böyle yaparsanız ödüllendirilirsiniz; ama yapmazsanız ağır bir şekilde cezalandırılırsınız.”

Aile efradından iyi olanlar davetçinin, karşılığında herhangi bir ücret talebinde bulunmadan yaptığı bu nasihatini can kulağı ile dinlediler, işaret edip gösterdiği yolda yürüdüler.

Esas olarak bu, “iyilik” ve “doğruluk”a talib, her aile bireyinin taşıdığı ortak özelliklerindendir. Böyle bir tespiti yapmamız mümkündür. Açık ki her birimiz kendi aile bireylerimizi çok iyi tanırız. Babamız, annemiz, eşimiz, kız-erkek çocuklarımız, kız-erkek kardeşlerimiz, bunları çok iyi tanırız. Onlardan her birinin ne tarafa meyilli olduklarını da gayet rahat bir şekilde, hiç zorlanmadan biliriz. İşte somutlaştırdığımız bu tesbiti, davet alanının geneline ve muhatapların tamamına teşmil ettiğimiz takdirde ise söz konusu özellikle ilgili doğru sonuca varmamızın daha da kolaylaşacağını görmüş olacağız. Bunların durumu böyle…

Aile efradından kötü olanlara gelince bunlar, sonraki bütün kötülerde de göze çarpıp görülecek olan “doğruya kulak vermeme” ve “hakka isyan etme” ortak özelliğinin bulunduğu sapık yolu tercih ettiler.

Davet alanında davetçinin karşısında çıkan ilk problem bu oluyor. Her halde davetçi kafilesinin ilk bireyinin davet çalışması kapsamında yaşadığı belki de en zor tecrübelerden, olaylardan biridir bu. Gerçekten olumsuz bir tablo. Aynı aile bireylerini tasavvur edelim. Aynı anne-babadan olan can-ciğer kardeşlerin birbirine tamamen zıt, farklı dünyalara, farklı fikir ve inançlara temayül göstermeleri elbette ki kolay bir şey değildir. İşte zorun yolu, ihtilafın, parçalanmanın, hatta çarpışmanın yolu buradan açılıyor.

Biz fikirsel ve inançsal planda uyuşup anlaşamamış nice ailelerin parçalandığına şahit olmaktayız. Yalnız parçalanmakla kalsa! Oysa parçalanıp çatışmaya ve husumete kaydıklarına da tanıklık etmekteyiz. Elbette bütün bunların nedeni, niçini ve nasılı vardır, olacaktır. Ve yine elbette bu neden ve niçinlerden her birinin de muhakkak ki, cevabı ve izahatı vardır…

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

[i] Nisa: 164
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.