İrfanda Zikir

İrfani mertebelerden en yüce olanı salîkin bir an bile Allah'ın zikrinden gafil olmadığı ve İnkıta makamına eriştiği menzildir. Allah'ı düşünmek irfanın asıl hakikati ve asıl gayesidir. Bu Kur'an'da ve hadislerde “zikir” olarak tabir edilmiştir. Burada şu önemli soru ortaya çıkıyor. Acaba Allah'ı düşünmek bildiğimiz lafızla yapılan zikir midir? Yoksa zikrin hakikati, dikkate alma ve kalple yapılan zikir midir?

Kur'an-ı Kerime ve hadislere müracaat ettiğimizde özel bazı zikirlerden bahsedildiği görülür.

İnsanın gelişiminde en çok rol alan unsurlardan biri de öğretim ve hatırlatmadır. Hakkında bilgimizin olmadığı ve cahil olduğumuz konuları öğrenmemiz gerekir. Bize öğreten ve eğiten kişiye muallim diyoruz. Onun yaptığı işe talim, bizdeki cehaleti götüren faktöre de ilim diyoruz.

Ama bazen öğrenilen hakikatler özellikle bedihi olanlar ve sonradan elde edilenler unutulabiliyor. Bu durumda cehaletten söz etmek mümkün değil. Burada unutkanlık ve gaflet söz konusudur. Bu engelleri ortadan kaldıran amillere “zikir” ve bunu yapana da “zakir” denilir.

Manevi rüşt ve irfani sülûk için de hem muallime hem de müzekkire ihtiyaç vardır. Nasıl ki cehalet sülûka mani ise gaflet ve unutkanlık da Allah'a doğru yolculuğa engeldir. İlmin değeri ve talimin meyvesi, o ilimden istifade ettiğimizde ortaya çıkar. Gaflet, bilgiye karşı duyarsızlığın ortaya çıkmasına sebep olurken zikir de gaflet ve unutkanlığı ortadan kaldırır.

Kuşeyri şöyle buyurmaktadır:

“Zikir Allah Teâlâ yolunda çok güçlü ve asli bir unsurdur. Allah'a hiç kimse ulaşamaz sadece zikir ehli olanlar hariç.”

Nesefi'ye göre irfan insanın kemale erişmesi için gereklidir. Bu yüzden de “İnsani Kamil” adlı kitabı yazmış ve kitabında şöyle söylemektedir:

“Allah'ın zikri müritlerin kalbinde bir kılıç olmalıdır ki bununla kendi düşmanlarıyla savaşsınlar ve kendilerine musallat olan belâları uzaklaştırsınlar. Üzerlerine bir bela geldiği vakit kalpleriyle Allah'a yönelsinler ki, bela ondan uzaklaşsın.”

Zikir gafleti ortadan kaldırdığı gibi dikkati de arttırır. Nur Suresi 37. Ayet şöyle geçiyor:

“Bu kimseleri ne ticaret, ne de alış-veriş Allah'ı zikretmekten alıkoymaz…”

Yapılan işin devamlılığı için hedef her zaman göz önünde tutulmalı ve hedeften saptıran değişik cezbedici şeyler göz ardı edilmelidir. Değerli bir topluluğa katılmak istersek oraya giden mesiri iyi bilmemiz gerekiyor. Bildiğimiz yoldan şaşmamamız lazım. Yolumuzda mutlaka çokça cezbedici ve aldatıcı sahte güzellikler olacaktır. Bunlar bize, hedefi unutturmamalı ve maksattan uzaklaştırmamalıdır.

Zikir, bizi kendimize getirir. Burada hedefimizi kaybettiğimizde zikir bize hatırlatır, silkelenip kendimize gelmemizi telkin eder. Maksadın cazibesinin diğer cazibelere galebe çalması için bizi uyandırır.

Kehf Suresi 57. Ayette bu şu şekilde izah ediliyor:

“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.”

Ayet, bize zikirden yüz çevirmenin ve uyanış vesilesini ret etmenin büyük bir zulüm olduğunu hatırlatıyor. Birileri bu zulmü işliyorlarsa İlahi gazaba müstahak olup onların gözleri ve kulakları anlamaya karşı mühürlenir. Onlardan anlama ve kavrama yetisi alınır. Sonuçta hidayetten mahrum kalırlar. Yani onların kendisi bunu istemiş ve arzularına ulaşmış olur.

Aynı bu konuyu Zuhruf Suresi 36, 37 ve 38. Ayetler şu şekilde tavsif ediyor:

“Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! der.”

Allah'a giden yolun yolcusu Seyri İlallah'ta olmalıdır. Bu yolculuğun devamlılığının şartı, hedefin göz önünde olmasıdır.

Allah Resulünden (s.a.v) şu hadisler nakledilmiştir:

“Allah'ı zikretmek, canların gıdası ve mahbupla birlikte olmadır.”

“Kalbin cilası, sefası ve huzuru Allah'ı zikretmekle hâsıl olur.”

Zikrin ilk ve en düşük merhalesi dille yapılan zikirdir. Lisani zikrin niceliği ve keyfiyeti bu işin ehli tarafından, mürşit ve yol gösterici tarafından belirlenebilir. Tıpkı ilaç kullanmada ölçü için doktorun düşüncesine ihtiyacımızın olduğu gibi lisani zikirde de yol gösterenin yol göstericiliğine muhtacız. Namazlardan sonra 33 kez “Suphanallah”, 33 kez “Elhamdülillah” ve 34 kez “Allahuekber” zikirlerin Allah Resulü tarafından belirlenmesi gibi.

Lakin şuna dikkat etmemiz gerekir ki dil ile yapılan zikir sadece kalbi ve fikri uyandırmak için bir hatırlatmadır. Eğer dille yapılan zikir sadece dilin laklağından ibaret olursa, hiçbir şekilde kalbe ve fikre tesir etmiyorsa faydası olmayacaktır. Biri yüzlerce defa الله‌اكبر  dese bile eğer bunun hakiki manasına dikkat etmese neticesini alamaz. Eğer Allah,  en büyük ise, Allah'ın beğenmediği ve kabul etmediği hiçbir işi yapmamamız gerekir. Öyleyse Allah'ın beğenmediği hiçbir şeyi bizimde beğenmememiz gerekmektedir. Aynı şekilde Allah'ın istediği şeyi bizim de istememiz gerekir.

O yüzden zikir dil sınırını geçip düşünce alanına geçmesi elzemdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.