Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

İslam âleminde İÇ TERÖRİZM bid'atı

Çeyrek yüzyıldır İslam âleminde halk pazarlarında, camilerde, otobüs duraklarında kendini patlatarak katliama yol açanlar, en az Calvin kadar inançlı, Calvin kadar acımasız, Calvin kadar gözleri karadır. Calvin'den tek eksikleri Calvin'in çalışmayı teşvik etmesi, bunların ise çalışmayla aralarının iyi olmamasıdır. Batı, Calvinizmi bu çalışma, üretme teorisinden anlayarak olumlu bir alana çekmeye çalıştı, bunların böyle bir niteliği de yoktur

İslam âlemi çeyrek yüzyıla yakındır, 16. yüzyılda Orta Avrupa'da etkili olan bir tür Kalvinist anlayışla karşı karşıyadır.

O yüzyılda İsviçre'nin Cenevre kentinde bir kanton yönetimi oluşturan Fransız rahip Jean Calvin, kendisi gibi düşünmeyen bütün Hıristiyanları kâfir ilan etmiş, kendisiyle mücadele edenleri yakarak, köpeklere yedirerek, diri diri kazıklara oturtarak infaz etmiştir.

Calvin'in Hıristiyanlığın özüne dönüş adına yaydığı bu dehşet, Avrupa'da Hıristiyanlığın kendisini ihya etme çabalarını baltalamış, laik-liberal anlayışın kitleler arasında ilgi görmesine yol açmıştır. Öyle ki, bugün Batı'nın laik-liberal çevreleri, kendileriyle tam zıt bir anlayışa sahip Calvin'i adeta minnetle anıyorlar.

Galiba birileri Çin'in, Hindistan'ın, Afrika'nın, Latin Amerika'nın hatta Avustralya'nın yerlilerini Batı uygarlığına boyun eğdiği bir dünyada Batı'ya karşı tek direnen güç İslam aleminin ancak bu tür yapıları görerek laik-liberal bir yapıya bürünebileceğine ikna oldu, İslam aleminde bu tür yapıları reklam etti ve bugün bu reklamın neticelerinden zahmetsiz bir şekilde istifade ediyor.

İslam âleminin Miladî 20. Yüzyılın başında hatta belki 19. Yüzyılın sonunda niyetlendiği ve çeyrek yüzyıl önce artık güçlü Müslüman iktidar adaylarını yetiştirme düzeyine getirdiği ihya hareketi belli ki bu tür yapıların eliyle baltalanmak istendi. Ne de olsa bu tür yapılar, Hıristiyanlığın Batı'da kendisini toparlama sürecini baltalamış ve bu toparlama sürecini Hıristiyanlığın en istemediği yöne sürüklemişti. Batı, daha iyi Hıristiyan olmak isterken kendini önce dine uzak, sonra ateist buluvermişti.

Çeyrek yüzyıldır İslam âleminde halk pazarlarında, camilerde, otobüs duraklarında kendini patlatarak katliama yol açanlar, en az Calvin kadar inançlı, Calvin kadar acımasız, Calvin kadar gözleri karadır. Calvin'den tek eksikleri Calvin'in çalışmayı teşvik etmesi, bunların ise çalışmayla aralarının iyi olmamasıdır. Batı, Calvinizmi bu çalışma, üretme teorisinden anlayarak olumlu bir alana çekmeye çalıştı, bunların böyle bir niteliği de yoktur.

Miladi 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinde İslam âleminde emperyalizme karşı tebliğ veya fiili cihad biçiminde mücadele eden nice İslami hareket oluştu. Bu İslamî hareketlerden bir bölümü yüzyılın sonlarına doğru iktidara tırmanırken fiilî cihad içinde olan kısmı da dış düşmanlara karşı netice alma noktasına geldi. Dolayısıyla Kalvinist hareketler İslam âleminde sıfırdan bir ortam oluşturmadı, hazır ortamın içine girdi. İslam âlemindeki hiçbir uyanış bunların ürünü değildir, aksine her uyanıştaki aksaklıklarda bunların kafa karıştırıcılığının payı vardır.

Afganistan, Irak, Çeçenistan, Somali bunların ortaya çıkmasıyla sarsıldı. Batı, artık çağdışı bulunan bir emperyalizmin içinde olmadığını, kendi dışındaki coğrafyalardaki varlığının insan haklarını sağlamaya dönük olduğunu gösterme derdinde iken bunlar Batı'nın bu arayışı için bulunmaz ilaç, paha biçilmez kaftan oldu. Batı, bunların eylemlerini gerekçe göstererek İslam âlemindeki fiilî işgaline de diktatörleri desteklemesine de “sağlam” bahane buldu. Terörizme karşı mücadele diyerek Afganistan, Irak gibi coğrafyalardaki varlığını halkları nezdinde meşrulaştırdı; bunlara yol açmamak için diyerek Esed'in yanında yer alışını insanseverlere onaylattırdı.

Cezayir'deki İslamî uyanış bunlarla siyasi hedeflerinden uzaklaştı; Bosna, Moro ve Filistin Müslümanları ancak isabetli hamlelerle kendilerini bunların elinden kurtardı. Ama Esed'in Suriye halkı bunların Kalvinist eğilimlerine engel olamadı, Esed'e mahkûm kaldı. Özellikle Suriye cephesi, Avrupa'da nice fedakâr davetçinin çağrısıyla İslam'ın safına kazandırılmış genç, bunların kurduğu sehpalarda can verdi, Avrupa'daki İslam tebliği onların genç enerjisinden yoksun kaldı.

Buna rağmen İslam âleminde bugüne kadar bunların yol açtığı felaketi açık bir tahlil girişimi olmadı. İslam âleminde bu tahlili yapacak güçlü bir kurumsal yapı yok. Müslümanlar,  adeta bu korsanları seyrediyor ve onların uğrayacağı sonu beklemekle yetiniyor.

Kalvinist yapılara yönelik eleştiriler,

-Uluslararası güçlerle birlikte çalışan kimi “ılımlı” tiplere,

-Konuyu sadece kendi mezhebinden olmayanları suçlamak için kullananlara,

-İslamî uyanışa karşı olan sözde geleneksel dindarlık çemberindeki kimi boşboğaz kürsü vaizlerine ve

-İslam ülkelerinin itibarı problemli resmi din kurumlarına kaldı.

Eleştiri cephesinin bu unsurlar tarafından teşkil edilmesi, aksiyon peşindeki genç Müslümanlar bu cephenin unsurlarına yaklaşımı göz önünde bulundurulduğunda Kalvinist yapılar için kayıp değil, kazançtır. Bu, yeteri kadar anlaşılmadı.

Uluslararası güçler, kasıtlı bir şekilde bu yapıları İslamî kurtuluş hareketleri ile özdeşleştirdi; bunların yaptıklarına cihad; mensuplarını mücahid dedi, onları bu yönde reklam etti. Onları eleştiren samimi Müslümanlar, bu reklamın etkisinde kalan zavallı aksiyöner gençler tarafından cihada karşı olmakla, zalimleri, tağutları desteklemekle itham hatta tekfir edildi.

Bunların bütün sermayeleri tıpkı Calvin'in sermayesi gibi “bidat” iddiasıdır. Oysa bunların kadınları, çocukları hedef alan eylem biçimleri tam anlamıyla bidattir. Ne var ki ellerine güç geçse İslam âleminde kafirlerin yıkmak istedikleri her mescidi, her İslam eserini, mukaddes her fiziki hatırayı bidat diye yıkacak olan bu harici yıkıcıların tutarsızlığı sorgulanmadı, teşhir edilmedi.

İslam âleminde kimi ülkeler, uluslararası güçler adına bunların adeta üretim atölyesi gibi çalışıyor, kimi ülkeler de bunların uluslararası kollarının içine sızma girişimlerini kolaylaştırmak için ülkelerinde kimi faaliyetlerine göz yumuyor.

Bir zamanların, “Sovyetleri dize getiren Afgan mücahit”, “Rusya'ya el aman ettiren Kafkasya'nın umudu Çeçen mücahit”, “adalet dağıtan Somalili ilim ehli” imajından eser kalmadı. Artık cihad deyince insanların aklına “Penşir Aslanı”, “Kafkasya Kartalı” gelmiyor; pazarda, camide, otobüs duraklarında, havaalanlarında annesinin sütünü sükunet içinde emen bebeği katledenler geliyor.

Üstelik bu son nokta da değildir. Hâlin istikbal olması durumunda bizzat İslam'ın imajı Müslüman halkların nezdinde zarar görebilir; İslam âleminde son dönemde Irak ve Suriye'de emareleri görüldüğü gibi dinden uzaklaşarak laikleşmek bir kurtuluş fikriyatına dönüşebilir.

Bunlar korsan değil mi, her toplumun her dinin korsanları vardır, denebilir. Güçlü toplumların korsanları düşmanlarına zarar verir, zayıf toplumların korsanları ise kendilerine zarar verir.  Zayıf toplumların korsanlara, çılgınlara, akıllı gibi görünen delilere değil; ihlâslı, planlı ve sabırlı fedakârlara, deli gibi görünen akıllılara ihtiyacı vardır.

“Bid'at”, İslam'da olmayan bir davranışı İslam adına yapmak değil midir? İslam'ın hangi döneminde suçsuz insanlar, yeryüzünün suçlularını cezalandırma adına cezalandırılmıştır?  Suçsuzu suçlu için katletmek İslam'ın adaletiyle nasıl bağdaşabilir? Suçsuzu katlederek suçluya bazı şartları kabul ettirmek ancak en gaddar despotların yöntemi olabilir. İslam'ın hangi uygulamasında bu despotluğa yer aranabilir?

O hâlde adını doğru koyalım: Bu, İslam âleminde dış kökenli bir iç terörizm bid'atıdır. Rabbim, İslam'ı bu kabih bid'atın şerrinden korusun…

Bu duayla başta Yusufî kardeşlerin, şehidlerin evlatları ve yakınları olmak üzere bütün Müslümanların Kadir Gecesi ve Ramazan Bayramı mübarek olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.