İslam hem davettir hem devlettir

İslam hem davettir hem devlettir

Allah iradesine itaat etmek için iradi ve aktif bir bağlanma”, “Allah’a teslim olma, onun emirlerine uyup yasaklarından kaçınma”dır.

İslam, “ilahi iradeye tam teslimiyet”, “Allah iradesine itaat etmek için iradi ve aktif bir bağlanma”, “Allah’a teslim olma, onun emirlerine uyup yasaklarından kaçınma”dır. Diğer bir ifadeyle, “İslam, umumi nizam, hayatın her çeşit cepheleriyle ilgili kanun ve Hz. Muhammed(sav)’in rabbinden getirdiği ve insanlara tebliğiyle emredildiği beşerin davranışlarının programıdır[1].” Cibril hadisinde İslam’ın tarifi şöyle yapılmıştır.

Cibril:

-Ya Muhammed! Bana İslam’dan haber ver, dedi.

Resulullah(sav):

-İslam Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahadet getirmen, namazı kılman, zekatı vermen, Ramazanda oruç tutman, imkan bulabilirsen (Kabe’yi) Hacc etmendir” dedi.[2]

Allah Teala buyurur ki: “Allah’ın nezdinde hak din İslam’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.”[3]

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”[4]

Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık yüz defa kullanılan din kelimesi, insanın gerek bu dünyadaki ve gerekse ahiretteki hayat düzeniyle ilgilidir. Lügatte; itaat, inkıyat, bağlılık, ceza (yapılan amelin karşılığı), şeriat, din, ibadet, teslimiyet, kulluk, niyet gibi manalara gelir. Teslimiyet anlamında İslam’la eş anlamlıdır. Batı dillerinde geçen “Religion” kelimesi İslam’ı karşılamaz. Çünkü İslam’da “Ruhban sınıfı” yoktur. Yukarıdaki iki ayette, “din” veya kullar tarafından uyulması gereken “ilahi şeriat”ın kast edildiği anlaşılmaktadır. Ulûhiyet tektir, ubudiyet (kulluk) da bir tek ilahadır. Allah katında makbul din İslam’dır. Allah’ın İslam dışında razı olacağı hiçbir din yoktur. Ulûhiyet ve Rububiyetin birliğine imanın, Allah(cc)’a itaatin, inkiyadın, teslimiyetin, kullar arasında Kur’an’ın hakem olmasının adıdır İslam.

Hz. Peygamber (sav) misyonuyla görevlendirildiğinde önüne iki hedef koydu:

1-Yeryüzüne tevhit inancını yerleştirmek. Şirk ve putperestlik (paganizm) inancını İslam’ın doğum yeri Arap yarımadasından başlayarak kökünden kazımak.

2-İslam dinini yeryüzüne egemen kılmak.

Tevhit, İslam’ın bütünü demektir. İslam’ın lübbü, üssül-esasıdır. Bütün kanun, ahkam, emir, nehiy vs. bundan çıkar. Kur’an’da zikri geçen her hüküm Tevhid’in etrafında döner. Bahsi geçen çeşitli sevaplar, tevhid’e dayanan Allah’ın şeriatına uyanların mükâfatı, cezalar ise Allah’ın şeriatına muhalefet edenlerin cezasıdır.

Şirk, beşeri fıtrattan inhiraf (sapma)tır. Beşerin esfel-is safilin çukuruna yuvarlanmasıdır. Evrensel İslami mesajın ve İslami devletin misyonu arzda şirk ve dinsizlik kurallarını silmek, hayatı tevhit esası üzerine bina etmektir. İslam siyasetinin esası, tek Allah inancını üstün tutup Allah’ın hükümranlığını ve ilahi nizamını yeryüzünde tesis etmek, inançsızlık (ateizm) ve çok tanrıcılık (politeizm)i ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Şirk bir inanç olarak kabul edilmediğinden özgürlük tanınması söz konusu bile değildir. Şirk’e nazari (teorik) veya ameli (pratik) serbestiyet tanımanın hiçbir gerekçesi yoktur.

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”[5]

Din işleriyle devlet işlerinin ayrı olmasını savunan laiklerin iddiası şudur; din siyasetten uzak durmalı. İnsanların hayatlarındaki özel ve genel ilişkilerini hukuksal açıdan devlet tanzim eder. Din ise Allah ile kul arasında vicdani bir meseledir. Allah’a ibadet etme temeline istinat eden ritüelleri ve manevi değerleri vardır. Toplumsal hayata yönelik hukuka ilişkin özellikleri reddedilmelidir. “Din” ile “hukuk” birbirinden ayrı iki farklı olgudur.

Laiklere göre peygamber efendimiz(sav), Hz. İsa ve Buda gibi bir ahlaki öğretinin tebliğcisidir. Kendi görüşlerini doğrulamak için Kur’an’dan bazı ayetleri delil getirirler.

“Ve de ki: bu hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin”[6]

“O halde (Resulüm) öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin”[7]

Kur’an’da lafız ve mana bakımından bir ahenk ve bütünlük vardır. Kur’an’ın bütünselliğini göz ardı eden, siyak-sibak, hass-amm, mutlak-mukayyed, emir-nehiy vb. fıkıh usulündeki hükümlerin istinbat yolları ve kaidelerine riayet etmeyen, nebevi pratikten uzak, maddeci yaklaşım tabiatıyla olan yaklaşım nazarımızda merduttur. Bu anlayış İslam’ın karakterine terstir. İslam, devleti dini temele dayandırır. Yasamanın kaynağı dindir. İslam, aile hukukundan miras hukukuna, ceza hukukundan usul hukukuna, kişiler hukukundan borçlar hukukuna kadar ayrıntılı ve işlenmiş “efradını cami ağyarını mani”, “nevi şahsına münhasır”, “biricik” bir hukuk sistemine sahiptir.

İslam’da, Hıristiyan batıdaki Din-Devlet ayrılığını ifade eden “iki kılıç” itikadı yoktur. Bu inanca göre “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Allah’ın hakkı Allah’adır.” Toplumsal yönü son derece zayıf olan İncil, Kur’an’ın aksine daha çok vicdana hitabı ve bireysel ahlakı önceler. Hz. İsa(as)’ya isnat edilen “benim melekûtum bu dünyaya ait değildir” sözü uhrevi yönün başat olduğunu gösterir. Oysa İslam, hayatı manevi ve dünyevi alanlar şeklinde kompartımanlara ayırmaz. Bu yüzden orta çağda batıda görülen kilise-devlet çatışması İslam dünyasında vuku’ bulmadı.

Aristo, Eflatun, Descartes ve Kant gibi deistlerin Allah ile kâinatı ayrı iki kategori olarak gören tasavvurlarından din-devlet ayrılığına tekabül eden laik düşünce doğdu. Allah(cc)’ın, âlemi yapıp kendi haline bıraktığını söyleyerek, dini devlete(yere) dayandırdılar. İnsanı ve aklı öznelleştirip Allah’ı nesneleştiren batılılar, John Locke, J.J. Rousseau, Thomas Paine’in fikir babalığını yaptığı 1648, 1688 İngiliz, 1789 Fransız ve 1780 Amerikan devrimleriyle laik devlete geçişi sağladılar. Etkisini git gide artıran laiklik, Müslümanların yaşadıkları ülkeleri bir ahtapot gibi sardı.

Hâlihazırda ABD’nin BOP özelinde yürürlüğe koyduğu siyasi proje tepeden tırnağa İslam’ı Protestanlaştırma, laikleştirme operasyonudur. Seksen yılı aşkın süredir Türkiye’de uygulanan sistem, din-devlet ayrışmasından öte, dini toplum hayatından kovup vicdanlara hapsetmeyi amaçlıyor. Dini kişiselleştiren bu düşünceden dolayı ABD emperyalizmi Türkiye’yi Müslüman dünyaya model gösteriyor. 28 Şubat post modern darbesinin mütekait Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 1999 yılında kerameti kendinden menkul “Türk Müslümanlığı” inşa etme projesine soyunmuş, Mecelle’deki “devir değişince ahkâm da değişir” hükmünü makyavelist okumaya tabi tutarak 230 sayısıyla sınırlandırdığı ahkâm ayetlerinin yerine Cumhuriyet’in pozitif hukuku koyduğunu, “din Kur’an’ın bütün kurallarına uyulmasını ister, fakat bu kurallardan bir kısmına uyulmuyorsa- ki bunların bir kısmına modern hayatta uyulmuyor- din onu dinsizlik, yani İslam dışı saymıyor. Oradan günah doğuyorsa o günahı affetmek Allah’ın işi. Veya günah halinde telakki etmek yine Allah’ın” ifadesiyle “İslam’ı yeniden tanımlama” çabasına girişiyordu.[8]

Hiç kimse Allah’tan daha adil ve daha gayretli değildir. Kur’an’da hırsızlığın cezası elin kesilmesidir. İslam hukukuna göre şartlar oluştuğunda hırsızın eli kesilir. Elin kesilmesi adalet-i mahzdır. “El kesme cezası adaleti sağlayamaz hale gelmişse, adalete uygun başka bir hüküm icad ve ihdas edilebilir” denemez. İçtihat, iki hal ve şart dâhilinde mümkün olur:

1-Kur’an ve hadis belli bir konuda hüküm getirmezler, yani o konuda sakittirler

2-Gerek Kur’an’da ve gerekse hadiste yer alan ifade ve terimler çeşitli yorumlara açık bırakılmışlardır.[9] İslam hukuku (şeriat), İslam dininin bir cüzü olduğundan, temel kuralları değiştirilmez hatta tartışılmazdır.

“… Onların (göklerde ve yerde olanların), ondan başka bir yöneticisi yoktur. O kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez”[10]

“De ki; siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[11]

İslam’ın hükümleri “rabbanilik”, “süreklilik”, “kalıcılık” ve “evrensellik” arz eder. İslam’ı bir binaya benzetecek olursak dört kattan oluştuğunu görürüz. Birinci kat itikat, ikinci kat ahlak, üçüncü kat ibadet, dördüncü kat ise ukubat-muamelattır. Bunlardan birini çekip alırsanız, Kur’an’ın ifadesiyle “yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?”[12] Hitabına muhatap, “dini parça parça eden”[13] bedbahta dönüşürsünüz. Ukubat-muamelat aynı zamanda binayı kar, yağmur ve fırtınadan koruyan çatıdır, mütemmim cüzdür.

“… Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın”[14]

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

[1] İslam davetinin esasları 1 / A.kerim Zeydan / Risale

[2] Riyazü’s salihin, İ. Müslim

[3] Al-i İmran: 19

[4] Al-i İmran: 85

[5] Nisa: 115

[6] Kehf S: 29

[7] Ğaşiye S: 21-22 

[8] Cumhuriyetin Tarihi: A. Cemil Ertunç / Pınar y.

[9] İslam Peygamberi: M. Hamidullah/İrfan Yay.10

[10] Kehf S: 26

[11]  Hucurat S: 16

[12] Bakara S: 85

[13] En’am S: 159

[14] Fatır S : 43

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.