İslam ve Ekonomi -2

İslam ve Ekonomi -2

Hamd; hayatı ve ölümü yaratan Allah’a, salat-u selam; Muhammed Mustafa’ya ve kutlu takipçilerine...

Hamd; hayatı ve ölümü yaratan Allah’a, salat-u selam; Muhammed Mustafa’ya ve kutlu takipçilerine...

Bütün ekonomi ve hukuki düzenlemelerin merkezinde insan olduğu gibi İslami ekonomi ve hukuki düzenlemelerin merkezinde de insan vardır. Ancak islamın merkeze yerleştirdiği insanı, diğerlerinden kesin çizgilerle ayırmadan bir sonuç elde edebilmemiz mümkün değildir. Çünkü sistemler arasındaki fark da insana bakış açısı farklılığıdır. Konumuz ekonomi ile ilgili olduğundan dolayı İslam’ın insanoğluna sunduğu ekonomik düzenlemenin merkezinde İslamın olmasını istediği insan tablosu vardır. Biz bu tanımı kısaca İslam İnsanı olarak adlandıracağız. Bu sayıdaki yazımızı da Allah’ın izniyle İslam İnsanı üzerine yazmaya çalışacağız. İslamın ekonomi düzeninde İslam İnsanının Ekonomi hayatı nasıl olmalıdır, İslamın ekonomisinden ne kadar haberdardır? Hayati bir meseleden ziyade uhrevi bir mesele olan ekonomik hayatımızın ne kadarı İslamidir?

İslam dininin toplumsal yapılanmasının bütününde olduğu gibi ekonomi ve iktisadi yapılanma da ancak ve ancak İslam İnsanının inşası ile hayata geçirilebilir. İslam İnsanının bulunmadığı ve ekonomik hayat ile birlikte sosyal hayat bir bütün olarak İslam nizamının ilke ve prensiplerine göre inşa edilmediği takdirde, İslam ekonomisinden veya bu ekonominin getirdiği değer yargılarından bahsetmemiz müşkül bir hal alacaktır. Hatta şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki günümüz İslam davetçilerinin en çok zorlandıkları konulardan biri de budur. Kapitalist dünya görüşüne sahip insanların yerli yersiz getirmiş oldukları birçok sorun ve sorularla bu konuda İslam davetçilerinin zihinleri meşgul olmakta ve çeşitli problemler yaşanmaktadır. Oysa ki; hayat ağlarının bütün ipleri kapitalist veya sosyalist dünya görüşünün ipleri ile örülmüş bir ağa, İslami hayat ağının iplerini yamamak ancak korkunç bir cinayet olabilir. İslam dini kendi özünde bağımsız olduğu gibi getirmiş olduğu değer yargılarının tamamında da bağımsızdır. Beşeri sistemlerin kural ve kaidelerinin gediklerini İslam ile yamamak İslam’a ihanetten başka bir şey değildir. Bundan dolayı ister ekonomi olsun ister hukuki olsun bütün soruların cevabı ancak İslam İnsanının oluşturduğu toplum ve bu toplumun eliyle inşa edilen İslami devlet düzeninde net bir şekilde cevabını bulabilir. Yaşanmayan bir İslam ile sorun ve soruları çözmek ancak ütopyacılıktır.

İslam dini, İslam İnsanının meydana getirdiği toplum bünyesindeki insanları kardeş olarak niteliyor. Bundan dolayı mal ve mülk edinmeye vesile olan toplumsal ilişkilerinde, öngördüğü kardeşlik hukukunun da kesinlikle devrede olmasını istiyor. İki İslam İnsanının birbirini aldatması, İslam’ın getirdiği kardeşlik hak ve hukukuna vurulan en büyük darbedir. O iki taraftan darbeyi vuranın İslami toplumla ilişkisini derhal kesip atmaktadır ki; bu konuda efendimiz şöyle buyurmaktadır: “ Bizi aldatan bizden değildir.” Efendimizin bu buyruğu İslami toplumun her alanında olduğu gibi ekonomi ve ticaret alanında İslam dininin mutlak bir kuralıdır. Bundan dolayı İslam insanı hayatını bir bütün olarak gözden geçirmeli ve hayatında varsa bir aldatma hemen durmaksızın izale yoluna gitmelidir. Aksi halde uhrevi hayatımızı da içine alacak büyük bir sıkıntı girdabında daha derinlere doğru yol almış oluruz ki; bundan Rahmet-i Rahman’a sığınırız.

İslam dini her şeyden önce İslam insanına, sahip olduğu veya olacağı mülkün ve sermayenin gerçek maliki olmadığı bilincini yerleştirerek işe başlıyor. “Malikü’l Mülk” yani mülkün gerçek ve yegane sahibinin Allah-u Teala olduğunu hatırlatıyor. Bu bilinç ve hatırlatmadan sonra, mal veya mülkün sahibi olmasında kendisinin bir bilgisi, gücü ve iradesi ile değil, mülkü dilediğine dilediği şekilde veren, dilediğini hesabsız olarak rızıklandıran Allah-u Teala’nın dilemesiyle sahip olduğu terbiyesini vermekte ve bu terbiye ile eğitmektedir. Çünkü İslam İnsanı, elindeki iktidarı ve mülkü kendi bilgi-becerisi, iradesi ve gücü ile kazandığını iddia eden ve tarihin karanlık dehlizlerine yuvarlanan Nemrutların, Firavunların, Karunların ve bankerlerin korkunç ve ibretli akıbetlerini gayet derecede iyi bilmektedir. Bu fıtri olan terbiye ile İslam, insanı eğitirken onun mal ve mülke ulaşma noktasında iradesini ortadan asla kaldırmıyor. Bilakis İslam dininin burada gözler önüne serdiği hakikat şudur ki; kendi irade, güç ve bilgisini ilah edinen zavallı insanların acziyetidir. Yoksa imtihanın en büyük vasıtalarından olan bilgi-beceri, güç ve irade İlahi bir nimet olarak sunulmuş ve meşru bir şekilde bunları kullanmanın sonsuz saadete yol açacağı müjdesi Kelam-ı İlahide yerini almıştır.

İslam’ın Ekonomi sisteminde kendine özgü bazı terimleri de bulunmaktadır. Bu terimlerden biri de Rızık’tır. Rızık ise, tamamıyla Yüce Allah’ın iradesine has bir olaydır. Rezzak ve Rızık mefhumlarını iyi idrak eden bir insan mal ve mülke doğru bitmeyen bir hırs ile yönelen iradesini mükemmel bir şekilde frenleyebilmektedir. İnsan say’ ve gayretini orta yere koyduktan sonra eline geçen mal veya mülk için “bana ihsan edildi” erdemliğini yakalarken “ben elde ettim, ben kendi gücümle kazandım” gibi hiçbir şekilde İslami olmayan söylemlerden de kendini kurtarmaktadır. Ayrıca insan oğlunun iradesi, gücü ve bilgisi kendisinin hayat devrelerine göre farklılık arz etmektedir. İnsanoğlu hayat devresinin en zayıf döneminde mükemmel bir şekilde ve mükemmel bir rızık ile rızıklanırken, bilgi, güç ve iradesi kemale doğru yol aldıkça rızkını elde etme biçimi de daha bir çetin olmaktadır. İşte burada devreye giren çok önemli bir faktörle karşı karşıya kalmaktadır İnsanoğlu. Ya bilgi, güç ve iradesini hırs ve hased ile birleştirip yok edici günah medeniyetini, ya da bilgi, güç ve iradesini kanaat ile birleştirip İslam’ın medeniyetini seçecektir. İki yolun başı ve iki tercih...

İslam insanını ilgilendiren, sadece ona özgü olan ve İslam ekonomisinin anahtar kavramları konumunda bulunan Haram ve Helal mefhumları, rızık elde etme ve ona ulaşma sürecindeki bütün tutum ve davranışları kontrol etmekte ve belirleyici bir unsur olarak ön plana çıkmaktadırlar. İslam dini helal olan her türlü arayışları doğru ve olumlu bir davranış olarak belirlerken, haram olan bütün arayışları ise yanlış ve olumsuz olarak vasıflandırmaktadır. Nelerin haram ve nelerin helal olduğu konusu ise, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyede detaylı bir şekilde ortaya konmuştur ki, biz bunu ilerleyen konularımızda ayrıntılı bir şekilde ele almaya çalışacağız. İslam İnsanı mal ve mülkle olan ilişkilerinin tamamında haram ve helal ölçülerini göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu erdemli davranışı sergiledikten sonra ancak mal ve mülk sahibi olmaya hak kazanacaktır. Yoksa İslam haksız ve haram yollardan kazanılan mal ve mülkü kesinlikle bir değer olarak kabul etmemektedir. Haksız ve haram yollardan kazanılan ve sermayeye dahil olan mal ve mülk cehennem zindanından bir ateş kütlesidir. Evet, İslam dini kazanılan bütün mal ve mülkün uhrevi denetimini, dünyevi hayatı yaşarken yapmasını istiyor İslam İnsanından, yani kendi insanından. Bununla birlikte İslam ekonomisi kurduğu kendi sistemiyle de, mal ve mülke ulaşırken helal yollarını açan ve koruyan, haram yollarını ise tıkayan mükemmel bir denetim mekanizmasını devreye sokmaktadır. Buradan varılan netice şu: İslam İnsanı mal ve mülk, edinme noktasında sınırsız bir serbestiyete asla sahip değildir. Konulan ölçüler vardır ve bu ölçülere İslam İnsanı kesinlikle uymalıdır. Aksi bir tutum ve davranış ise, ahiret hayatını heba edebilir.

İslam İnsanı ticari ve iktisadi hayatında Müslüman kardeşini asla aldatamaz, ürettiği ve sattığı mala hiçbir şekilde hile katamaz ve yine ürettiği ve sattığı malın ayıbını hiçbir surette gizleyemez. Faiz, tefe, rüşvet ve karaborsacılık yapamaz ve bunların hiçbirini kazanç yolu olarak göremez. Hırsızlık yapamaz, kimsenin malını elinden haksız olarak alamaz, fiyatları artırmak için asla mal stoklayamaz, tekelcilik yapamaz, yani tek fiyat uygulaması için hile yollarına başvuramaz. “ Bir nehir kenarında abdest alsanız bile israf etmeyiniz” fermanı Resulden aldığı terbiye ile kat’iyen israf edemez, açgözlülük yapamaz. Kin ve hased güdemez. İşveren ise işçisine, işçi ise işverenine ihanet edemez. Ortaklık girişimcisi olarak işinde ve sözünde doğruluk onun en belirgin vasfı olur. Çünkü o Muhammed-ül Emin’in yoldaşıdır. Biraz daha kazanayım düşüncesi hiçbir surette onu hile yollarına saptıramaz. Fertleri ve toplumları uyuşturan hiçbir emtianın alım ve satımı yapamaz, aracı ve nakliyeci olamaz. İslamın, ahiretini tar-u mar eder dediği hiçbir kazanım yoluna meyl dahi etmez, edemez. Emanete hiyanet edemez, hak edenin alınterini keyfi olarak kurutamaz, kumar ve her türlü şans oyunlarını asla ve asla kazanç yolu olarak göremez, bu yöntemle mal sahibi olamaz, sömürmez ve haram kazanımlara kat’iyen prim vermez. Bununla beraber İslam dininde her şey yasakla bitmiyor. Tam bu noktada İslam dinini bütün ideolojilerden ayıran en etmen ve en etken yol ortaya çıkıyor. Evet, İslam dini yasağını koyarken, kendi insanının vicdanına ve yüreğinin ta derinliklerine de kendi denetleme mekanizmasını yerleştiriyor. Hiçbir denetleyici yok tek denetleyici var O da Yüceler Yücesi Allah. Burada durup düşünmek lazım, acaba Lailahe illalah’ın manalarından biri de bu değil midir?

Ekonomi ve ticari hayatın can damarlarından olan ve bütün iktisadi yolların kesiştiği nokta olan servet hakkında, Şehid Muhammed Bakır Es-sadr’ın mükemmel yaklaşımlarından bir alıntı yaparak bu sayıdaki konumuzu hitame erdireceğiz: “İslamiyet Müslüman ferde; servete hükmetmesi, bir bütün olarak kendi varlığını geliştirme hususunda ondan yararlanması için servet biriktirmesini emretmiştir. Yoksa servetin Müslümana egemen olması ve Müslümanın önündeki hedeflere ulaşmayı engellemesi için ve kumandayı kendi eline alması için emretmiş değildir. İnsanı Rabbinden uzaklaştıran, ruhi zevkleri ona unutturan, yeryüzünde adalet-i İlahiyi tesis davasını dumura uğratan ve onu toprağa bağlayan serveti ve bu tür serveti bollaştırmayı (çoğaltmayı) İslamiyet asla kabul etmez. Halbuki insanın Rabbi ile olan bağlarını pekiştiren servet ve bu tür serveti geliştirmek (çoğalmasını sağlamak) Müslüman için bir nimettir. Bu nimet onu, ibadette rahat ve kolaylığa kavuşturur. Gelişip tekamül etme (ilerleme, yükselme) hususundaki bütün güç ve yeteneklerinin önünü açar. Adalete, kardeşliğe ve insanca yaşamaya ilişkin ideallerini gerçekleştirmesine yardımcı olur. İşte İslamın, Müslüman ferdin önüne koyduğu ve gerçekleşmesi için çalışmaya ittiği asıl hedef budur.”[1]

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

[1] İslam Ekonomi Doktrini, Cilt II
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.