İsrail ve Kuzey Irak

İsrail ve Kuzey Irak

Irak’ın işgaline yol açan sebepler neydi? Kitle imha silahlarının varlığı mı? Saddam yönetiminin El-Kaide ile ilişkisi mi? Zengin petrol kaynaklarına sahip olması mı?

Irak’ın işgaline yol açan sebepler neydi? Kitle imha silahlarının varlığı mı? Saddam yönetiminin El-Kaide ile ilişkisi mi? Zengin petrol kaynaklarına sahip olması mı? İsrail’in güvenliğinin pekiştirilmesi mi? Siyonist ütopya gereği Arz-ı Mev’ud sınırlarının içinde yer alması mı? Yoksa Dick Cheny’nin son olarak dile getirdiği “İslam İmparatorluğu” fobisinin önüne geçilmesi için mi?

İlk iki sebep hariç, belki de diğerlerinin hepsi. Ve daha fazlası. Aslında ilk iki sebebe takılmak, ya da işgali aktüel bir iki sebebe indirgemek, bunlar etrafında yorum yapmak, sadece abesle iştigal etmektir. Olayı sadece işgalci ABD ile Irak arasında bir sorun olarak görmek, yorumları Guantanamolara hapsetmektir. Ufukları daraltmaktır. Hegamonik güç olma peşinde koşan siyonist-haçlı ittifakının saldırıları için sebep aramak da o kadar önemli değildir. Kirli temeller üzerinde bir dünya imparatorluğu kurma peşinde olan bu faşist, diktacı hegamonik odak için asıl olan güçtür. Gücü kendilerinde buldukları anda tüm sebepler mevcuttur onlar için. Güç, faşist diktatörlerin ana stratejisi ve temel akidesidir. Hitler’de, Mussollini’de olduğu gibi. Burada önemli olan saldırı planlarının hedefi ve kapsayacağı muhtemel alanlardır. Başta Irak olmak üzere bölge ülkelerini değişik etnik ve mezhepsel devletçiklere bölme planlarının, başta petrol olmak üzere İslam dünyasının zenginlik kaynaklarını paylaşma planlarının önceden yapılmış olmasına binaen, Siyonist ütopyanın gerçekleşmesi uğruna yıllar önce hazırlanan stratejik planlar göz önünde bulundurulursa, olayın Irak’la sınırlı olmadığı, asıl hedefin İslam dünyasının bütünü olduğu aşikardır. Bu saldırı dalgasının mimarlarının Siyonist stratejistler olduğu, bunların her türden kirli araç ve şantajlarla esir aldıkları ABD mekanizmalarını kontrol edip istedikleri yöne yönlendirdikleri gerçeği ise tartışmasızdır.

Ortadoğu’da ilk olarak neden Irak sorusuna gelince, bunun cevabını Siyonist stratejistlerinin yıllar önce çizdikleri strateji raporlarında aramak lazımdır: "Irak bir yandan petrol bakımından zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak, İsrail için sağlam bir hedef olmaya adaydır. Irak'ın bölünmesi bizim için Suriye'nin bölünmesinden çok daha önemlidir." (The Zionist Plan For the Middle East, Israel Shahak)

Irak’ın bugün fiili olarak içinde bulunduğu durum ve ortaya atılan üçe bölünmesi senaryosu ise, yine yıllar önce siyonist mihraklarca tezgahlanmış olup işgal süreciyle beraber pratize edilme safhasına getirilmiştir.

"Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı Kivunim (Yönelimler) dergisi Şubat 1982'deki 14. sayısında 1980'lerde İsrail için strateji başlıklı önemli bir yazıya imzasını atan İsrail Dış İşleri Bakanlığı'nın eski üst düzey yetkililerinden Oded Yinon, ortaya attığı tezi, 'Ortadoğu'daki bütün ülkelerin çok zayıf durumda bulunduğuna, çünkü bu ülkelerde kurulan devletlerin yapay sınırlar içinde birarada yaşamak istemeyen etnik ve dini cemaatleri toplayarak kurulduklarına' dayandırıyor. Yazıda İsrail'in bir devlet olarak ayakta kalabilmesi için bu manzaraya uygun biçimde bölge devletlerinin bölünmesi gerekliliği ifade ediliyor. Yazıya göre projede Irak içinde Basra çevresinde güneyde bir Şii bölgesi, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi ve ortada Bağdat çevresinde bir sünni bölgesi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor." (Cengiz Çandar, Ortadoğu Çıkmazı)

Irak’ın üçe bölünmesi etrafında İsrail’in yoğun ilgisi ve bu amaçla Irak Kürtleri içinde giderek nüfuzunu artırma yoluna gitmesi, son zamanlarda başta Siyonist medya organlarında olmak üzere çeşitli medya organlarında Mossad ajanlarının Kuzey Irak’taki Kürtler içerisindeki faaliyetleri ile ilgili yazılar, dikkatleri İsrail’in Kürtlerle ilişkisine çevirmiştir. Aslında İsrail’in Kürt aşkı, uzun bir geçmişe dayanmaktadır. Irak’ta Kürtlerin sürekli merkezi yönetime muhalif kalması, bağımsızlık ve otonomi talepleri, bunun yanında merkezi yönetimin de sürekli Kürtlerin taleplerini baskı ve şiddet yöntemleriyle bertaraf etme yoluna başvurması ve bunun neticesinde ardı arkası kesilmeyen Kürtlerin mücadele ve silahlı eylemleri, daima İsrail’in ilgisini çekmiştir. Bu ilgi Mustafa BARZANİ zamanında da sıcak temasa dönüşmüştür. Bu ilişkiler, Irak’tan İsraile göç eden Yahudi Kürtler sayesinde gelişmiş ve ciddi bir işbirliğine de dönüşmüştür. Rafael EİTAN adında emekli bir İsrailli genarelin yayınladığı kendi anıları, bu ilişkiye ışık tutmaktadır. "Anılarda yazıldığına göre, Rafael Eitan, Mustafa Barzani'nin talebi üzerine, 1969 yılında Kuzey Irak'a giderek ayaklanmayı yakından görmüş ve ayaklanmanın lideri Barzani ile mücadeleyi daha yaygın bir savaş haline dönüştürme konusunu görüşmüş. Eitan ziyaretinden sonra, İsrail Savunma Bakanlığı'na, Kürtlerin çok iyi savaşmakla beraber gelişmiş savaş araçları ve silahlarından mahrum olduklarını, kendilerine yardım edilmesi gerektiğini bildiren bir rapor yazdığını anlatıyor." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru)

İsrail'in Barzani güçlerine yardımı bu raporla başlamış:

"Eitan'ın anılarının yayınlanmasından sonra, İsrail basınında İsrail-Barzani ilişkileri konusunda başka bilgiler de çıkmaya başladı. Kahire'de yayınlanan haftalık Ruz el-Yusuf dergisinin 4 Eylül 1989 tarihli sayısından öğrendiğimize göre, Barzani de İsrail'i iki kere ziyaret etmiş. 1968 ve 73 yıllarında Mustafa Barzani, 1950 ortalarında İsrail'e göç etmiş Kürt Musevisi David Gabay'ın evinde kalmış. İkinci ziyarette, yanında getirdiği altın kolyenin Moşe Dayan'ın eşi için yeterli bir hediye olup olmayacağını arkadaşına sormuş.” (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru)

Aslında özellikle Ortadoğu ülkeleri, genel olarak da dünyanın zengin-stratejik ülkelerinin hemen tümünde meydana gelen her türden toplumsal hadiseler, olaylar ve iç çekişme-çatışmalar, her halukarda Siyonistlerin ilgisini çekmektedir. Kimi yerlerde olayların içerisine nüfuz edip kendi lehine kanalize etme yöntemine başvururken, kimi yerlerde de olayların perde gerisindeki aktörü, yönlendiricisi konumundadır. Ortadoğunun göbeğinde, tarih boyunca devletlerarası ayak oyunlarının kurbanı olmuş Kürtlerin içinde bulunduğu siyasal durum ve Kürtlerin yaşadıkları devletlerin de İsrail’in yoğun ilgi alanı içerisinde bulunmaları, Kürtleri İsrail için vazgeçilmez bir araç haline getirmiştir. İşgal ile beraber yere çöken puslu havada şimdilik Irak Kürtleri İsrail’in gözbebekleri haline dönüştürülmek istenmektedir. İsrail’in yoğun ilgisi ve Barzani-Talabani ikilisinin Yahudilere teslimiyetçi yaklaşımları, İsrail-Kürt aşkını şimdilik Leyla ile Mecnun’un aşkına çevirmiştir.

Mesut BARZANİ ile İsraillilerin yeniden sıcak ilişki kurmalarının başlangıcı 1991 yılındaki birinci körfez savaşı sırasında İsrail’e fırlatılan bir kaç “scut” füzesi ile tekrar canlanmaya başlar.

Bu ilişki, Irak’ın işgaliyle şu anda doruk noktaya ulaşmış görünmektedir. Geçen sene, Mossad ajanlarının Irak Kürtlerine yardım ettiği, onları eğittiği, her türlü maddi ve siyasi destek sağladığı yolundaki haberler her ne kadar yalanlandıysa da, son zamanlarda tüm dünya basınında olduğu gibi İsrail basınının da olup bitenlere geniş yer vermesi, icraatlarının bir bir sıralanması ve Mossad’ın Kuzey Irak’ı üs edinip Irak’ta her türden iğrenç uygulamalara giriştiğinin kesinlik kazanması yalanlanacak ya da örtbas edilecek türden değildir.

Tüm yalanlama beyanatlarına rağmen Irak, Mossad ajanlarının cirit attığı, üs kurduğu bir alan haline dönüşmüştür. Üstelik değişik ünvanlarla, çeşitli kisveler altında. Mossad’ın Irak’a yerleşmesi, sadece istihbarat alanıyla sınırlı olmayıp Iraklıların ekonomik, siyasi, sosyal ve güvenlikle ilgili tüm alanlarını kapsayıcı-kuşatıcı bir nitelik arzetmektedir. Mossad tüm bu alanlarda etkin hamleler yürütürken bel bağladığı, rahatlıkla konakladığı, her türlü lojistik ikmalini yapabildiği başına buyruk Kürt bölgesinden faydalanmaktadır. Medyaya yansıdığı kadarıyla yerel Kürt liderlerinin sıkı işbirliği ilk olarak özerk yönetimin silahlı gücüne askeri eğitim vererek ve onları her türlü modern askeri teçhizatlarla donatmakla başlamıştır. İran basınına göre ise, Kürtlerin içinden seçtikleri hatırı sayılır bir Kürt askeri grubunun İsrail’e götürüldüğü, burada askeri eğitimin yanı sıra suikast, bombalama gibi şu anda Irak’ta etkin olarak kullanılan yöntemler konusunda eğitildikleri belirtilmektedir. Ebu Gureyb’deki işkence skandalını ilk kez açıklayan Amerikalı gazeteci Seymour Hers, İsraillilerin Kuzey Irak’taki varlığına işaret ederek, bunların sayılarının birkaç yüz kişiden oluştuğunu, Kürtlerle beraber çok endişe ettikleri İranlılar ile ilgili çalışma yaptıklarını, Iraklı Kürtlerin onları, İran’ın muhtemel nükleer bölgelerine yakın yerlere götürdüğünü ve İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda bilgi toplandığını belirtmiştir. İsrailliler Irak’ta hüküm süren savaş ekonomisinden de sonuna kadar faydalanmaktadırlar. Bu konuda Mossad, siyonist şirketlere güvenlik şemsiyesi oluşturup onları Irak’ta etkin bir konuma getirmiştir. Özellikle son kullanım tarihi geçmiş gıda ürünlerinin, demode olmuş teknolojik aletlerin normal piyasa fiyatlarının kat kat fazlasıyla Irak pazarına sunulduğu belirtilmektedir. Büyük projeler için açılan dev ihalelerin yine bu şirketlere peşkeş çekildiği bilinen bir husustur. Özellikle Irak petrollerinin bunların iştahını kabarttığı herkesin malumudur. Hatta petrol paylaşım konusunun işgalin gerekçesi olarak öne sürülen “ikiz kule” saldırılarından önce yapılıp karara bağlandığı yine batılı medya organlarına yansıyan haberlerdendir. Irak petrollerinin proje aşamasındaki Kerkük-Hayfa boru hattıyla İsrail üzerinden dış pazarlara ulaştırılmak istendiği, bu projenin cazip kılınması için Kerkük-Yumurtalık boru hattı ve körfeze ulaşan diğer boru hatlarının bu amaçla sürekli sabotajlara maruz bırakıldığı belirtilmektedir.

Yine Mossad’ın en dikkat çeken icraatlarından bir tanesi de, kirli geçmişiyle özdeşleşen cinayet, bombalama, fidye karşılığı adam kaçırma, ülkenin beyin gücünü oluşturan ilim adamlarına, işgalden yana tavır almayan dini ve siyasi şahsiyetlere karşı suikast ve terör faaliyetlerini en acımasız şekilde yürütmesidir. Üstelik direnişçilere mal ederek. Mossad, bu yolla hem iğrenç emellerini gerçekleştirme peşinde koşarken, aynı zamanda direnişi kırma adına direnişi sulandıracak, halkın gözünden düşürecek, nefret uyandıracak bir mecraya taşımak amacını gütmektedir. Halk adına mücadele edip, halk desteğine muhtaç olan insanların gidip halkın yoğun olarak bulundukları çarşı, pazar, ibadethane, taziye evleri, düğün alanları gibi yerleri ancak istihbarat organlarının elinde bulunabileceği menşei belirsiz ve tahrip gücü yüksek bombalarla bombalamasının mantıki bir izahı olamayacağı düşünülürse Mossad’ın neleri hedefleyebileceğini tahmin etmek daha kolay olacaktır. Daha ilginç olanı da, Mossad’ın bu çirkin eylemlerinden sadece direniş grupları değil, yönetimde yer alan Şii grupların da bolca nasiplendiğidir. Bu yolla mezhepsel çatışma ortamları oluşturulmaya çalışılırken bir yandan direnişi kırma hesapları güdülmekte, bir yandan da Şii kesimden Irak siyasetinde etkin rol oynayabilecek birikimli şahsiyetler by-pas edilmek istenmektedir. Bu icraatlar neticesinde yüksek öğretim derneğinin verilerine göre üç yüz’ü aşkın yüksek öğretim görevlisi suikastler neticesinde ortadan kaldırılırken, nükleer çalışmalar konusunda deneyimli olan birikimli insanların da başka Müslüman ülkelere göç etme ihtimaline karşılık İsrail’e göç etmeye zorlanmakta, buna yanaşmayanlar da bir bir öldürülmektedir.

Terör devleti İsrail’in öncü birliği Mossad, tüm bu çirkin faaliyetleri yürütürken en büyük destekçileri Kürtlerdir. İsraillilerin Irak Kürdistanı’nda toprak ve gayri menkul alımlarına giriştiği, uluslararası bir havaalanı inşasına başlayacakları, zamanında buralardan İsrail’e göç ettirilen yaklaşık beş yüz bin Arap ve Kürt asıllı Yahudici tekrar buralara yerleştirmeyi hedeflediği yine medya organlarına yansıyan bilgilerden bazılarıdır. Mossad ajanlarının Kürt bölgesinde telefon şirketi adı altında etkin bir istihbarat ve dinleme üssü kurduğu, derlenip toplanan istihbari bilgilerin “MIW2” adlı bir radyo istasyonu aracılığıyla İsrail’deki Mossad merkezine şifrelerle iletildiği, bu şifreli haber aktarmanın da istihbarat servisleri arasında “E 10” olarak adlandırıldığı gibi bilgiler, kamuoyuna yansımış durumdadır.

İsrail’in, terör şebekesi Mossad aracılığıyla Kuzey Irak’a yerleşip çok boyutlu operasyonel faaliyetlere girişmesi, her ne kadar dünya Müslümanları arasında garipsenecek bir hal olarak algılanıyorsa da, bölgesel Kürt yöneticilerinin ve değişik platformlardaki payandacılarının açıklama ve beyanatları, memnuniyetin de ötesinde zil takıp oynayacak duruma geldiklerinin göstergesidir. İsrail’in Kuzey Irak’ta varlığıyla ilgili BARZANİ’nin “Bugün Araplar İsrail’le ilişki kuruyorsa biz neden kurmayalım, hem bu konuda Araplardan daha Arapçı olmamızın bir gereği de yok” türünden açıklamalar yapması, yine Türkiye Kürtleri üzerinde aynı paralelde politik hedefler güden kimi şahısların İsrail’in Kürtlerle ilişki kurmasını eleştiren tezlere karşılık “Bizler, bu zenginliğimizi İsrail’le bölüşmeyi neden düşünmüyoruz? İsrail toprak ve nüfus olarak küçük, petrol, maden ve su bakımından fakir bir devlet. Ama, bilim, teknoloji, güvenlik, mali ve idari bakımdan, dünyanın en güçlü devletlerinden birisidir. Biz de, bu konularda zayıf, ama petrol, maden ve su bakımından zengin olan bir ülkeyiz. Neden yan yana gelerek, hak eşitliğine dayalı bir ortaklık kurmayalım? Ciddi bir pazarlık sonucunda, olanak ve zenginliklerimizi paylaşmayalım? Kürdlerle Yahudiler, bu konularda iş ve güç birliği yapmaya en uygun iki halk değil midir? (www.demanu.com.tr-- Y.Çamlıbel) gerekçeli savunmalarda bulunması, bu muhabbetin onlar açısında ne kadar umut vadettiğini göstermektedir.

Bölgede özerk ya da sözde bağımsız kukla bir devlet için Kürt halkını Siyonist ilkelere adapte etme çabasında olan sözde lider ve aydınlar, şimdiye kadar İsrail’le ilişki kurup rahat gün yüzü gören bir topluluk ya da devleti örnek gösterebilirler mi acaba? Müslüman bir halk olarak Kürtlerin nihai bir hedef olarak Yahudiler için ne anlam ifade edeceğini düşünebiliyorlar mı acaba? İsrail gelecek ve Kürtlere haklarıyla beraber zenginlikleri de bahşedecek, öylemi? Etyopya’da olduğu gibi! Nil nehrinin en verimli deltasının önemli bir bölümünü bünyesinde barındırmasına, kendi kendine yetecek kadar tarım ürünlerini ekme kapasitesine sahip olmasına rağmen kıtlığın, açlıktan dolayı kitlesel ölümlerin yoğun olarak yaşandığı ülke, Etyopya. İsrail’in bir zamanlar demir attığı, şu anda Mossad’ın en büyük istihbarat üssünün bulunduğu ülke. İnşaallah bu gayri meşru ilişkiler neticesinde Kürtler de bir süre sonra açlıklarıyla gündeme gelmezler de, TV ekranlarında kıtlıktan yıpranmış, büzülmüş bedenlerinin üzerindeki kaburga kemikleri bir bir sayılmaz insanlar tarafından. İnşaallah akbabalar açlıktan ölmesini bekleyeceği Kürt çocuklarını takibe almazlar. Etyopya’da, diğer İsrail aşığı Afrika ülkelerinde olduğu gibi.

(Ali Özgür)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.