Mehmet İkbal ATAK

Mehmet İkbal ATAK

"Kanlı Gömlek" Tiyatrosunda İkinci Perde

Kürtler ve Kürdistan’ın Geleceği

Bir yılını geride bırakan Suriye’deki “Kanlı Gömlek” tiyatrosunda artık taşlar yerine oturacak. Perdeleme, karartma çabalarına gerek kalmadan herkes dilinin altındaki baklayı çıkarmak durumunda kalacaktır.

Biliyorum yine “Esadçılık” suçlaması, yine “İrancılık” yorumları birbirini izleyecek ama, “Kanlı Gömlek” tiyatrosundaki amaç, katilleri cezalandırmak yerine dünün Emevi kabileciliğinde / bugünün ‘Ulusal Çıkar’ politikalarında biraz daha insiyatif kazanmaya dönük manevralar kazanmak değil miydi zaten?

Evvela şunu belirtelim. Türkiye’nin agresif Suriye politikasında bundan sonra duyacağımız en sık konu, Suriye Kürtlerinin müstakbel statüsü ve Türkiye’nin muhtemel bir statüye seyirci kalamayacağına dair haberler olacaktır. Bu durum, aynı zamanda agresif politikada taşların yerine oturması demek olacaktır ki, “Kanlı Gömlek”e aldanarak meseleyi sadece insani ve İslami duygularla görmekten ibaret bilenlerin aslında “motorize edilme” planlarına nasıl aldandıkları da ortaya çıkacaktır. 

Suriye’de insani bir trajedinin yaşandığı, diktatöryal eğilimin halkın özgürlük arzusunu trajediye dönüştürdüğü doğrudur. Ancak gelinen noktada Suriye’ye dönük planlama ve girişimlerde amacın Suriye halkının geleceğinden ziyade küresel/bölgesel/milli çıkar hesaplarının belirleyici faktöre dönüştüğünü artık daha fazla gizleme imkânı kalmamıştır.

Şu anda Türkiye hariç, Esad yönetiminin düşürülmesine dönük ilk günkü uluslararası ve bölgesel çabalar heyecanını kaybetmiş durumda. Amerika ve Batılı ülkeler, “Çabalarınızı takdir ediyoruz ama bizden müdahale beklemeyin” moduna geçtiler. Arap Birliği’nin yıkıcı tavrı sizlere ömür! Annan planı, temelde Esad’ın kalmasını ve reformlarla yetinilmesini öngören bir perspektif içermekte. İlk baştaki agresif tutumunu sürdüren ve “Esad gitmeli” tezinde ısrar eden Türkiye ise yalnız başına kalmış durumda. Annan planını işlevsiz bırakmaya dönük “Dostlar” manevrası da pek tutmadı.

Gelinen noktada ortada “Esad ne zaman gidecek?” sorusu, yerini “Türkiye müdahale edecek mi?” sorusuna bırakmış durumda. Türkiye öfkeli, Türkiye huzursuz… Dostlarına güvenerek girdiği “Esad gitmeli” serüveninde yalnız kalmanın şokunu yaşamakta. Ama yine de resmi açıklamalar, Türkiye’nin kolayca bu sevdadan vazgeçmeyeceği yönünde.

İyi de, Türkiye’yi bu denli “kararlı” kılan asıl saik ne ola? Elbette bunun cevabı, Amerika’nın şimdilik Suriye’yi teğet geçen Esad’ı devirme politikasında gizli.

Türkiye’nin Suriye’ye dönük ilgisinin bilinçaltını, Irak müdahalesinde takındığı “tarafsızlık” politikasının yüklediği Kürt faturasının Suriye sahasında tekrarlanmamasını oluşturmaktadır. Hatırlayın, Irak işgali esnasında ülkenin bölünmesi senaryosunu ve Irak Kürtlerinin kavuşacağı statünün Türkiye’de oluşturduğu hayal kırıklığını. Türkiye, ilk etapta federalizm formülünü “kırmızı çizgi” hatta savaş sebebi ilan etti. Ancak baskın irade, Türkiye’ye bu alanda manevra izni vermediği gibi, Özerk Kürdistan’la dostluğa bile ikna etti. Suriye’ye dönük dış müdahale senaryolarında bu kez Türkiye erken davrandı, ancak bu kez de gerek Esad sonrası siyasi öngörülemezlik gerekse de olası yeni siyasi şekillenmede müdahaleci güçler arasındaki çekişme ve rekabet Türkiye’yi büyük bir türbülansla yüz yüze bıraktı. Olası bir müdahale sonrası Suriye’yi bir arada tutacak en iyimser yönetim şekli tıpkı Irak gibi federalizmden öteye gidemeyecekti. Bunun bir altı bölünme, bir üstü ise sadece hayal olacaktı. Federalizm demek, Irak Kürdistanı’ndan sonra Suriye Kürdistanı’nı da gündeme getirecekti ki bu senaryo, kendi Kürtleriyle boğuşmaktan zevk alan Türkiye için ikinci bir kâbus olacaktı. Nitekim Suriye muhalefetini bir çatı altında toplamayı hedefleyen Pendik’teki zorunlu kuluçkada PKK muhalifi Kürtlerin özerk statü ve anayasal güvence taleplerinin kabul görmemesi Türkiye’nin baskısına yorumlandı ve Kürtler toplantıyı terk ederek Ulusal Konsey ile yollarını ayırmak zorunda kaldı.

Suriye Kürtleri ile ilgili Türkiye politikası, iki arada bir derede sıkışmış durumda. Esad kalırsa, yönetime destek veren PKK çizgisindeki Kürtler büyük ihtimalle sadakat karşılığında ciddi imtiyazlar alacak; Esad giderse zorunlu federalizm formülü gereği yine Kürtler siyasi imtiyazlar kazanmış olacaklardır. Bu durum, Türkiye’yi zorlamakta, her iki ihtimali de devre dışı bırakmanın yollarını aramaya sevk etmektedir. Dolayısıyla ABD-NATO ve Arap liginin tam desteğini alarak Suriye’ye müdahale etmenin öncülüğünü yürütmek istemektedir. Ancak bu isteğinde de yalnız kalmanın şokunu yaşadığı görülüyor. Çünkü Türkiye’nin zaten kendi devasa Kürt sorunu orta yerde duruyor. Irak Kürdistanı ile yüzleşmek durumunda kaldı. Suriye Kürtlerinin ikinci bir “Kötü örnek” olmasını hiç mi hiç görmek istemiyor.

İşte bu durum, Suriye sahasında Türkiye’yi yalnızlaştırıyor. Çünkü başta ABD olmak üzere bölgeye yön tayin etme sevdasında olan güçlerin de kendilerine göre bir Kürt politikası var ve bu politika, Türkiye’nin Kürt politikasıyla çelişiyor.

Elbette Amerika’nın Suriye meselesi tamamen Kürt kartına endeksli değildir. Ancak Türkiye’yi ilgilendiren tarafı bir yönüyle Kürt kartına dayanıyor. Üstelik Amerika’nın çizdiği Kürt vizyonu,  Irak, Suriye ve Türkiye Kürtlerini de kapsayan bambaşka bir vizyondur.

Bağımsız Kürdistan’a Doğru (mu?)

Mesud Barzani geçen hafta Amerika’daydı ve Obama ile görüştü. Değişik platformlarda dile getirdiği mesajlar, geçen Newroz’da yapmak isteyip de ABD baskısıyla ertelediği Bağımsız Kürdistan’ın ilanı üzerine kuruluydu. Newroz öncesi açıklama yapan Barzani, Newroz’da Kürt halkına büyük bir sürpriz yapacağını belirtmiş, bu sürprizin ne olabileceği üzerine farklı yorumlar yapılmıştı.

Nitekim anlaşıldı ki Barzani, sürprizle bağımsızlık ilanını kastetmişti. Ancak ABD yetkililerinin “bunun sorumluluğuna katlanacağı” yönünde üst düzey girişim ve açıklamaları, Barzani’yi geçici bir süreliğine kararını ertelemek zorunda bırakmıştı. Şu anda Kürt yönetimi ile merkezi Bağdat yönetimi açıkçası çatışmanın eşiğinde. İlişkiler oldukça gergin. Türkiye de aynı şekilde Tarık Haşimi üzerinden Bağdat yönetimiyle kanlı bıçaklı olmuş durumda. Bu anlamda Kürt yönetimiyle aynı cephede. Ancak Esad’a karşı Kürt kartını kullanma noktasında ayrılmış durumdalar. Türkiye, Barzani kanalıyla Suriye Kürtlerini fiili çatışmalara yöneltme politikası güderken Barzani, Kürtlere birlik olmalarının yanında silahlı kalkışmadan kaçınmalarını salık vermektedir. Kaldı ki Barzani, PKK dışındaki Suriye Kürtleri üzerinde etkisi hissedilen bir konumda bulunuyor.

Türkiye, Suriye Kürdistanı’nda ikinci bir özerklik vakasının önüne geçmekle zaman tüketirken Mesud Barzani, bölgedeki şartların Kürdistan’ın bağımsızlığı için elverişli duruma geldiğine karar vermiş bulunmakta. Öyle ya, Türkiye, Suriye ile savaşın eşiğinde; Irak yönetimiyle ilişkilerini tamamen koparmış durumda; İran’la ilan edilmemiş bir soğuk savaşın tam ortasında bulunuyor. Kısacası Bağımsız Kürdistan’a karşı duracak tüm ülkeler birbirleriyle gergin ilişkiler içerisinde bulunuyor. Bu durum, “Günü geldiğinde…” idealini gizlemeyen Barzani için “Bağımsızlık için gelinen gün” fırsatını bir ölçüde sunmaktadır.

Nitekim Barzani şu anda olası bağımsızlık kararına destek için ABD ve Batılı ülkelerin siyasi desteğini aramaktadır.

Ancak tuhaf olan durum şu ki, bağımsızlık yoklamasına karşın Türkiye’den hiçbir tepkinin gelmemesi, tam aksine Amerikan makamlarının şimdilik bağımsızlık fikrine karşı çıkmasıdır. İlk etapta çelişik gibi görünse de bu tavır, şu anda PKK ile mücadelede ihtiyaç duyduğu Barzani desteğinin zedelenmemesi adına Türkiye yerine Amerika tarafından ortaya konulmaktadır. Bunun sebebi, Arap baharı sonrası henüz siyasi enkaz olmaktan kurtulamayan Mısır, Tunus, Libya gibi ülkelerde Türkiye’nin oynayacağı “model rol”üne duyulan ihtiyaçtan kaynaklanabileceği gibi, bir ölçüde de Amerika’nın öngördüğü Kürt şekillenmesinde yattığı söylenebilir.

Elbette her ülkenin “ulus devlet” bilinciyle hareket ettiği bir konjonktürde bağımsız bir Kürdistan olgusu garipsenecek bir durum değildir. Barzani’nin vurguladığı gibi yapılacak bir referandum sonrası bağımsızlık kararı çıkacaksa bağımsızlık ilanı gayet tabiidir. Ancak Mesud Barzani, bağımsızlık için iradesini ortaya koysa da dört bir yanı “düşman”la çevrili bir devletin çok fazla yaşama şansı bulamayabileceği ihtimali bulunmaktadır. Şu anda bölge devletleri birbirleriyle hasmane tutum içerisinde olsalar bile olası bir bağımsız Kürdistan karşısında bir anda ortak cephede buluşabilecekleri gerçeği göz ardı edilemez. Nitekim bu mesele üzerinde de Talabani ile Barzani arasında görüş ayrılıkları olduğu biliniyor, ancak son kertede Talabani’nin de ikna olduğu haberleri geliyor.

Amerika ise Kürtlerin statüsü üzerine bambaşka hayaller kurmaktadır. Nitekim “Ilımlı İslam”ın mimarı da sayılan CIA’cı Graham Fuller’in geçen hafta basına yansıyan açıklamaları her ne kadar “Kaliteli sol” bağlamında tartışıldıysa da aslında Amerika’nın Kürt vizyonu ortaya koyması açısından hayli enteresandı.

Fuller, hem Türkiye Kürtleri hem de Irak Kürdistanı için şu vizyonu çiziyordu:

“Ben Türkiye’deki Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak istediklerini düşünmüyorum. Türkiye’deki hayat çok iyi. Türkiye, şimdi dünyada yükselen en önemli ülkelerden biri. Kürtler neden bundan ayrılıp mesela Irak’a ya da Suriye’ye katılmak istesinler ki. Ekonomik kalkınma, Kürt kimliğinin tanınması, Kürt kültürünün ifadesi ve bir ölçüde bölge politikalarını belirleme kabiliyeti soruna çözümü sağlayacaktır. Detayların elbette çalışılması lazım. 

Kuzey Irak’taki Kürtlerin durumu ise farklı. Elbette şu anda Bağdat hükümetine güvenmiyorlar. Ancak Kürtler bir bağımsızlık ilan ettiklerinde onları hangi ülke tanıyacak? O zaman bu türden bir hükümet, Türkiye’ye katılmak isteyecektir. Bu durumda Türkiye çok çekici bir hale geliyor. Kürdistan’ın Türkiye ile işbirliğine hem politik hem ekonomik açıdan ihtiyacı var. Türkiye ve bölgenin entegre olmuş halinde ise Diyarbakır başkent olur.”

Aslında bu, Fuller’in kişisel görüşü gibi görünse de zaman zaman içimizdeki Amerikancı liberaller tarafından da dillendirilen Washington patentli bir kurumsal senaryonun ta kendisidir. Kürtlerle sorununu halleden, hatta Kürtleri kazanan hangi ülke olursa olsun bölgede gerçekten de söz sahibi olacak konuma gelecektir. Türkiye’ye entegre olacak Irak Kürdistanı senaryosu, PKK’ye karşı verilen Amerikan desteğinin içi yüzünü de ifşa ederken aynı zamanda bu formülle yine Fuller’in deyimiyle Türkiye, bölge politikalarını belirleme kabiliyetine de kavuşacaktır. Tabi bu kabiliyeti bahşedecek “Yüce güç” adına!

İyi de Barzani bu senaryoyu kabul edecek mi? Amerika’nın bağımsız Kürdistan fikrine karşı çıkmış olmasının sebebi, Barzani’yi bu formüle razı edememesinden mi kaynaklanıyor?

Peki, Türkiye böyle bir formüle hazır mı? Aslına bakılırsa böyle bir formül, Türkiye’nin hayal bile edemeyeceği bir altın fırsat anlamına gelmektedir. Ancak siyasi makamlardan ne bu yönde ne de Barzani’nin bağımsızlık çabalarına karşı hiçbir tepkinin gelmemesi belki de Türkiye açısından “olabilirliğini” göstermektedir. Ancak olası Kürdistan isteklerini “İkinci israil” söylemiyle mahkum eden “Türklük gururu” nasıl bir tepki verecektir? “Kabul” yönünde bir ortak görüş öne çıkarsa ortaya çıkacak yeni Türk-Kürt devleti acaba “Kaçıncı israil”e tekabül edecektir?

Daha da önemlisi, bu formülün pratiğe dökülme şansı var mıdır?

Bunu anlamak için Suriye sahasında “Kanlı Gömlek” tiyatrosundan çıkarak gerçek mecraya dönmek gerekecektir.

Doğruhaber Gazetesi

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.