Kimlerle bir arada ve nasıl yaşanır?

Kimlerle bir arada ve nasıl yaşanır?

İnsanlar ortak bir mekan üzerinde ve bir arada yaşadıkları -ki karşı iddialara rağmen beşer olmaları hasebiyle insanlar daima bir arada yaşamak zorundadırlar- her durumda ihtilaf ederler.

İnsanlar ortak bir mekan üzerinde ve bir arada yaşadıkları -ki karşı iddialara rağmen beşer olmaları hasebiyle insanlar daima bir arada yaşamak zorundadırlar- her durumda ihtilaf ederler. Beşeriyetin tarihinin başladığı ilk günden itibaren bir arada yaşayan insanlar aynı zamanda beşer-insan olmanın bilincine sahip olmuşlardır. Batılı sosyal bilimlerin geçmişe dönük ve bazı müphem bulguları özel bir yoruma tabi tutarak ilk dönemlerde insanların bilinçten yoksun bir tür 'sürü' halinde yaşadıklarına ilişkin iddia kurgusal bir varsayımdan öte bir anlamı yoktur. İlk insan Adem aleyhisselamdır, eşi Havva ve çocuklarıyla bilinç sahibi bir aile kurmuştu. İlk insanla birlikte vuku bulan ihtilaf aynı zamanda bilincin de işaretidir.

Peygamberlerin gönderilme gayesi, birbirlerini kıskandıkları için birbirlerinin hak ve hukukuna tecavüz eden insanların aralarında çıkan anlaşmazlıkları adaletli bir şekilde çözüme kavuşturmaktır. Adaleti ve hakkaniyeti esas alan ilahi hükümler aynı zamanda insanlar arasındaki barış, dayanışmanın teminatıdır. Bu çerçevede paradoks gibi görünse de göz önüne alınması gereken potansiyel ihtilaf ve düşmanlıklar dolayısıyla insanların birlikteliğini bozmak, kan dökmek, dini veya etnik temizlik hareketlerine girişmek değil –çünkü bunlar istenmediği halde yazık ki vuku buluyor ve çoğu zaman güç ve iktidar sahipleri zayıfları mağdur etmekten çekinmiyorlar-, ihtilaf vukuunda ihtilafların hangi sosyal çerçeve içinde kalınarak ve hangi düzenleyici hukuki hükümlere riayet edilerek çözüleceği meselesidir. Allah'ın insanlara peygamber göndermesinin sebeplerinden biri budur.

Tabii ki bundan, her ne olursa olsun, Müslümanların başkalarıyla kavga etmeyecekleri, savaşmayacakları anlamı çıkarılamaz. Yahudi doktrine göre biri sana tokat atmaya niyetliyse, ondan önce sen tokadı at. Hıristiyanlığa göre sağ yanağına tokat atana sol yanağını çevir. İslamiyet'e göre ise sana tokat atana senin de tokat atma hakkın doğar, ama sakın haddi aşma, mukabel-i bilmisl kaidesini gözet. İslamiyet her durumdaki mukabeleyi yasaklasaydı Kur'an-ı Kerim ve Sünnet savaşı meşru görmez, cihatla ilgili teşvikler yapmazdı. Ancak Kur'an barış ve anlaşma yolunun tercih edilmesini ister; çünkü "Sulh hayırlıdır." Savaş, her türden anlaşma ve uzlaşma imkanının kalmadığı durumlarda gerekli ve meşrudur. Meşru bir savaşa katılmayan bir mü'min cihattan kaçmış sayılır ve bu da Allah katında büyük bir günahtır. Benim için ister Ehl-i Kitap ister başkası (ateist, deist, laik, agnostik vs.) olsun, İslamiyet'i bir hayat düzeni kabul etmeyenlerle bir arada yaşayabileceğimize dair referans teşkil eden ayetler şunlardır:

"Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sakındırmaz. Çünkü Allah adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkaranları ve sürülüp çıkarılmanız için arka çıkanları dost (veli) edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse (onlarla velayet ilişkisine girerse) artık onlar zalimlerin ta kendileridir." (60/Mümtehine, 8-9.)

"Velayet" karşılıklı sosyal ilişki ve siyasi birliktelik demektir. Ayetten açıkça anlaşılan şu ki, Müslümanlara dinlerinden dolayı savaş açmayan, onları yurtlarından sürmeyen ve düşmanlarıyla ittifaklar kurmayanlarla bir arada yaşanabilir;  üstelik bu bir arada yaşama şekli "velayet" terimi ile ifade edilmiştir. Zikrettiğimiz iki ayetin böyle anlaşılmasını gerektiren husus, Hz. Peygamber (s.a.)'in Medine'deki tatbikatıdır. Ehl-i Kitap bir yana, Resulüllah müşrikleri iki ana gruba ayırmıştı:

1.İslam'ın ve Müslümanların varlığını tanımayan Mekkeli (muharip) müşrikler,

2.Medineli (muahid) müşrikler.

Gayr-ımüslimleri Zımmi statüsüne koyan hüküm (Cizye ayeti) Hicret'in 9. yılında indi. Müşriklerle umumi savaşı emreden Tevbe suresi indiğinde muahid müşrikler istisna edildi: "Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka..."(9/Tevbe, 4). Tarihen de biliyoruz ki, Resülullah anlaşmalı müşrik ve Yahudilerden cizye almış değildir; anlaşma gereği yükümlülüklerini yerine getirmelerini talep etmiştir.

Durum bu merkezde iken, yani Müslümanlarla savaş halinde olmadıkları sürece hangi dine ve inanca mensup olursa olsunlar, İslamiyet'in dışında kalan gruplar ile Müslümanlar arasında bir arada yaşamayı esas alan sözleşmeler imzalanabilir. Elbette Müslümanlara karşı savaş açarlarsa, onları yurtlarından sürmeye veya düşmanlarıyla ittifak kurmaya kalkışırlarsa onlarla savaşılır ve galip gelindiği takdirde Müslümanların zimmileri olurlar. Osmanlı'ya kadar genel tarihi tatbikat da bu yönde olmuştur.

Bugün bölgemiz yeniden şekillenirken Müslüman fikir adam ve alimlerin neden kendi asli kaynaklarına, Hz. Peygamber (s.a.)'in uygulamasına ve tarihi tecrübelerine dönüp bölgenin dini, mezhebi ve etnik yapısına uygun bir model geliştirme cehdine girişmiyorlar, anlamak zor.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.