Kolaylaştırıp Zorlaştırmamak

Kolaylaştırıp Zorlaştırmamak

İslam şeriati kolaylık ve kuldan zorluğu kaldırma temelleri üzerine kurulmuştur. Bu, Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin çeşitli vesilelerle açıkladığı temel bir prensiptir.

İslam şeriati kolaylık ve kuldan zorluğu kaldırma temelleri üzerine kurulmuştur. Bu, Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin çeşitli vesilelerle açıkladığı temel bir prensiptir.

“Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.”[1]

“Allah kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz.”[2]

“Allah (ağır teklifleri) sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf olarak yaratılmıştır.”[3]

“O sizi seçmiş ve dinde üzerinize hiçbir zorluk kılmamıştır.”[4]

Resulullah (sav)’ın hayatı incelendiğinde kolaylaştırmanın onun İslam’a davetindeki en belirgin ilkelerden biri olduğu görülecektir. Bu konuda gayet açık emir ve uygulamaları mevcuttur.

Hz. Aişe (r.anha): “Resulullah (sav) iki seçenek arasında serbest bırakıldığında günah olmadığı sürece bunların en kolay olanını alırdı”[5] demiştir.

Ebu Musa el-Eş’ari der ki: “Resulullah (sav) ashabından birini herhangi bir işi için gönderdiğinde şöyle buyururdu:

‘Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin”[6]

Başka bir hadisi şerifte: “Allah beni zorlaştırıcı ve başkalarının hata yapmalarını isteyici değil; muallim ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi”[7] diye buyrulmuş.

Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise: “Şu bir gerçektir ki, sizler zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz”[8] diye buyruluyor.

Kur’an-ı Kerim’deki bu ayetleri ve Resulullah (sav)’ın uygulamalarını göz önünde bulundurup bugün bizlerin de hayatın her alanında kolaylaştırmayı ilke edinmesi gerekir. Kolaylaştırmaktan kasıt haram ve yasakları mubahlaştırmak değildir elbette. Ancak farzlar vardır ve sünnetler vardır. Üzerinde ittifak edilmiş açık hükümler vardır ve nassların zımmen temas ettiği hükümler vardır ki âlimler üzerinde ittifak etmişlerdir. Yine aynı şekilde azimet vardır ve ruhsat vardır. Bu farkları göz önünde bulundurup şeriatın kesin emrinin bulunmadığı noktalarda kolaylık göstermek gerekir. İnsan kendi nefsi için en ufak şüpheli bir şeyden bile kaçınıp sürekli azimet yolunu tutabilir, ancak herkesi böyle davranmaya mecbur görmek doğru değildir.

Süfyan-ı Sevri’ye göre âlim, ilminde ve dininde güvenilir olması şartıyla Allah’ın kullarına ruhsat ve kolaylığı seçer.

Sahabe ve onları takip edenlerin metodu da insanlara kolaylığın ve yumuşaklığın öngörülmesi metodudur. Ömer ibn-i İshak’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamber (sav)’in ashabından yaklaşık iki yüzden fazlasıyla karşılaştım ve onlardan daha ihlâslı ve daha müsamahalı bir kavim görmedim.”

Aynı şekilde selef âlimleri de zorluğu kendileri uygular, insanlara gelince onlara kolaylık ve hafifliği gösterirlerdi. Şafii âlimlerinden İmam Müzeni hakkında şu övgü dolu sözler söylenir: “O, takva konusunda kendini oldukça zora sokan bir insan olduğu halde aynı konuda insanlara müsamahalı tavsiyelerde bulunurdu.”[9]

Resulullah (sav)’ın insanlara sıkıntı verecek şekilde davranılmasına çokça kızdığını hatta Kur’an-ı Kerim kıraati ve vaaz gibi hayırlı işlerde bile olsa sıkıntıya müsaade etmediğini görüyoruz.

Ebu Mesud el-Ensarî şöyle demiştir: “Bir adam, ‘Ey Allah’ın Resulü, falanca kimsenin kıraati uzun olduğundan dolayı ben sabah namazına gelemiyorum’ dedi. Resulullah (sav)’ı vaaz verirken bugünkü kadar çok kızarken görmedim. Kendisi sonra şöyle buyurdu: Sizden nefret ettirenler vardır. Herhangi biriniz halka namaz kıldırırsa biraz hafif tutsun. Çünkü içlerinde zayıf, yaşlı ve haceti olanlar var!”[10]

Bir adam Abdullah b. Mesud’a, “Ey Eba Abdurrahman! Biz senin konuşmanı seviyor ve arzuluyoruz. Her gün konuşmanı istiyoruz” deyince Abdullah b. Mesud der ki: “Sizinle konuşmaktan beni men eden şey, sizleri bezdiririm korkusudur. Bu sebeple vaaz için sizlerin uygun zamanını gözetiyorum. Çünkü Resulullah (sav), vaaz ve nasihatten bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saati kollardı”[11] der.

Aynı şekilde Resulullah (sav), ümmete farz olur da zorlanırlar endişesiyle bazı amelleri terk ederdi.

Hz. Aişe diyor ki: “Resulullah (sav) bazı amelleri işlemeyi çok sevdiği ve arzu ettiği halde, Müslümanlar da kendisini taklit ederler de bu ameller üzerlerine farz kılınır korkusuyla terk ederdi.”[12]

Bunun örneklerinden biri teravih namazıdır ki üç gün camide kıldıktan sonra terk edip evinde tamamlamıştır. Başka bir hadis-i şerifte “Eğer ümmetime zorluk vermeyeceğimi bilseydim, her namaz esnasında misvak kullanmalarını emrederdim”[13] diye buyurmuştur.

Hatta yapmaya muktedir olamayacakları hükümler emredilir diye ashabını lüzumsuz soru sormaktan bile menederdi.

Kolaylaştırma ilkesi zamanımızda daha bir önem kazanmıştır. Çünkü sahabe dönemi gibi emniyetin ve izzet-i İslam’ın tam olduğu bir dönemde İslam’ın hakkıyla yaşanmasında gösterilen eksiklikler tamamen kişisel kusurlardan dolayıydı. Ancak Müslümanların zayıf düştüğü, zulmün ve fıskın yaygınlaştığı, İslam’a hizmet ve yardım edenlerin azaldığı devir ve ortamlarda İslam’ı hakkıyla yaşamak sahabe dönemine göre çok daha zordur. Bu sebeple de günümüzde insanların İslam’ı yaşamalarına engel olan bu kadar mânia varken kolaylık yolunu daha fazla tutmamız gerekmektedir.

Tirmizi’nin kaydettiği bir hadis-i şerifte: “Siz öyle bir dönemde yaşıyorsunuz ki, sizden biri emrolunduklarının onda birini terk ederse helak olur. Sonra öyle bir devir gelecek ki o gün yaşayanlardan emrolunduğunun onda birini yerine getiren kurtulur”[14] buyrulmuştur.

Ebu Zerr’den nakledilen rivayette ise; “Siz bilenleri çok, konuşanları az bir dönemde yaşıyorsunuz. Bu ortamda kim bildiklerinin onda birini terk ederse sapar (veya helak olur. Bilenleri az, konuşanları çok bir zaman gelecektir. O ortamda bildiğinin onda birini yaşayan kurtulur”[15] buyrulmaktadır.

Ayrıca bu zamandaki amellerin mükâfatı da daha fazla olur. Çünkü asr-ı saadette İslam’ı hakkıyla yaşamak için her türlü imkân ve hazır bir ortam mevcuttu. Bugün ise ortam günah, haram ve kötülük için her türlü imkânı barındırıyorken bundan kaçınmak ciddi bir gayret istediğinden mükâfatı da daha fazladır. Bu konu ile ilgili Resulullah (sav) bir hadis-i şeriflerinde:

“Ümmetimin bozguna uğradığı dönemde terk edilmiş bir sünnetimi yaşayan ve yaşatan (yüz) şehit sevabı kazanır”[16] diye buyurmuşlardır.

Günümüzdeki bu şartları da göz önünde bulundurarak bir davetçinin kendi şahsında, hitabında ve davranışlarında sürekli olarak İslam’ı sevdirmesi ve kolaylık yolunu tutması, aynı şekilde İslam’a karşı soğukluğa sebep olacak her türlü şeyden de kaçınması gerekmektedir.

Bu bağlamda bazı hususlara dikkat çekmek gerekir:

-İnsanlar farklı farklıdır. Yaratılış olarak da herkeste farklı bazı üstünlükler ve eksiklikler vardır. Aynı şekilde ameli olarak da kişide bazı meziyetler olabileceği gibi kusurlar da bulunabilir. Bu sebeple de herhangi bir olumsuzluğunu gördüğümüz bir Müslüman’ı hemen kötülemek veya dışlamak doğru değildir. Bu şekilde davranmakla o kardeşimize karşı şeytana yardım etmiş, ayrıca onu hayırlı ortamlardan uzaklaştırmakla daha çok bozulmasına sebebiyet vermiş oluruz. Bunun yerine onu sahiplenmek ve beraberce o kusurun telafisi için çalışmak daha doğru bir yöntem olur. Çünkü şeytan kimi zaman insana sağdan yaklaşarak kardeşinde bulunan yüzlerce güzel haslete rağmen küçük bir kusuru veya bir sünnetteki gevşekliği gibi bir eksikliği sebebiyle haddinden fazla tepki göstermeye teşvik ediyor. Kişi zahiren İslami bir sebepten dolayı yani Allah için bir tavır gösterdiğini zanneder. Şeytan öyle telkin eder. Oysa diğer taraftan kardeşlik hukuku gibi birçok hakkı ihlal ettiğini düşünemez. Şeytanın bu tip kışkırtmalarına karşı uyanık olmalı ve kardeşimizdeki küçük bir kusurun düzeltilmesi için de kardeşimize yardımcı olmalıyız.

-Hayat imtihanlarla doludur ve bu imtihanlar son nefese kadar devam eder. İnsan aynı anda hem malıyla, hem canıyla, hem ailesiyle, komşularıyla, akrabalarıyla, ticaretiyle, hastalıklarla… imtihan edilir. Ahiret gününde tüm bu imtihanlardaki durumuna göre kişi mükâfatlandırılır veya cezalandırılır. İnsanlar farklı olduklarından her biri farklı imtihanlarda başarılı iken bazılarında da başarısız olabilir. Hatta büyük imtihanlarda başarılı olan kimi insanlar bazı küçük imtihanlarda zafiyet gösterebilir. Tabi burada küçük ve büyük tabirleri de izafidir. Çünkü birine göre küçük olan, diğerine göre büyük olabilir. Örneğin Resulullah (sav)’ın şairi Hassan b. Sabit’in tüm olumlu yönlerine rağmen cihat ve cesaretteki durumu malumdur. Öyle ki Hendek savaşında kendisi kadın ve çocukların arasında bulunuyordu.[17] Buna rağmen Resulullah (sav)’ın ona olan iltifatını biliyoruz. Sonuç olarak diyebiliriz ki bir kardeşimiz birçok olumlu yönü ve başarısı olduğu halde imtihanın birisinde zafiyet gösterdiği zaman hemen onu yalnız bırakıp kötülersek o imtihanın altında büsbütün ezilmesine sebebiyet vermiş oluruz. Oysa bize düşen bu imtihanı selametle atlatabilmesi için ona yardımcı ve destek olmaktır.

-İnsanlarla ilişkilerde onların yetiştiği ve yaşadığı ortamları da göz önünde bulundurmak gerekir. Gayr-i islami ortamlarda yetişen ve yaşayan insanlarla İslami bir ailede yetişen insanların, yaşam tarzı açısından farklı olacakları muhakkaktır. Aynı şekilde köylü-şehirli, zengin-fakir gibi farklı sosyal statülerde yaşayan insanların yaşam şekilleri de farklı farklıdır. Hatta sosyal çevre aynı olsa bile ilden ile, ilçeden ilçeye, bölgeden bölgeye farklılıklar olabiliyor. Bu sebeple herkesin kendimiz gibi olmasını beklememeli, farklılıkları hoş karşılamalıyız. Ancak özellikle de gayr-i islami ortamlarda yetişen insanların hem çevrelerinin etkisi ile, hem de başka bazı sebeplerden dolayı kimi noktalarda istenen tavır ve davranışı göstermekte zorlanmaları normal karşılanmalıdır. Farzları yerine getirdikleri müddetçe başka noktalarda müsamahalı davranıp ideale ulaşmaları için beraber çaba göstermeliyiz.

Son olarak Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifle yazıyı noktalıyoruz:

“Din kolaylıktır, dinde aşırı gidip de dinin aciz bırakmadığı hiçbir kimse yoktur. Orta yollu olunuz, aşırı gitmeyiniz. Sabah, akşam, biraz da gecenin sonunda yardım isteyiniz?[18]

Davamızın sonu Allah (cc)’a hamd etmektir.

İnzar Dergisi

[1] Bakara: 185

[2] Bakara: 286

[3] Nisa: 28

[4] Hacc: 78

[5] Buharî, Menakib: 23; Müslim, Fezail: 77; Muvatta, Hüsn-ül Hüluk: 2

[6] Müslim, 12/42, Kitab-ul Cihad ve’s-Siyer

[7] Müslim, 10/81, Kitab-ut’Talak

[8] Buhari, Vudu?: 55; Muvatta, Taharat: 111

[9] Yusuf el-Kardavi, Çağdaş Meselelere Fetvalar, C: 1 Sh: 17–18

[10] Buhari, Ezan: 63

[11] Buhari, Kitabu’l İlim, 1/163, Müslim, XVII/163-164 Babul-İk tisat Fil-Mev’iza

[12] Buhari, Teheccüd: 5, Müslim, Salatu’l-Musafirin: 77; Muvatta, Sefer: 29

[13] Buhari, Cumua: 8, Müslim, Taharat: 7; Muvatta, Taharat; 114

[14] Tirmizi, Fiten: 79

[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/155, Hakim, Müstedrek, 1/529

[16] Munziri, Et-Terğib ve’t-Terhib 1-41

[17] M.Asım Köksal, İslam Tarihi, C: 5, sh: 61

[18] Buhari, İman, 29

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.