Kuş Risalesi

Kuş Risalesi

Değişik tür ve cinsten kuşlar bir araya gelerek, “Bizim için bir sultan lâzımdır.” dediler ve bu sultanın ancak Anka olabileceğinde fikir birliğine vardılar.

Değişik tür ve cinsten kuşlar bir araya gelerek, “Bizim için bir sultan lâzımdır.” dediler ve bu sultanın ancak Anka olabileceğinde fikir birliğine vardılar. Ondan sonra Anka’nın nerede olduğunu araştırdılar ve onun Kaf dağında olduğunu ve bu yüksek dağı kendisine vatan ve mesken edindiğini öğrendiler. Bunu öğrenmek şevk ve heyecanlarını artırdı. Kuşlar Anka’nın vatanına varmak, O’nun gölgesine sığınmak, eşiğinde barınmak ve kendisine kulluk ve hizmet etmekle mutlu olmak için ciddî bir istek ve rağbet duydular ve hepsi bir ağızdan şöyle dediler:

Kalkın, birlikte Leylâ’nın diyarına gidelim

Selâmlayıp onu, kulluğumuzu arz edelim

O zamana kadar kalplerinde gizli ve sessiz duran iştiyak alevlenip şiddetlendi ve onlar bu iştiyakın diliyle Anka’ya seslenip:

-Seni yerin hangi tarafında arayalım? Sen sultan iken, sana nasıl ulaşalım?” diye terennüm ettiler. Tam bu sırada perde arkasından gelen bir ses:

-“Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız.” (Bakara/195) âyetini okudu ve onlara şöyle dedi:

-Yer ve yörenizde durun, yuvanızdan ayrılmayın. Çünkü aklınıza koyduğunuz yolculuk sizi Anka’ya ulaştırmayacak, sadece şevk ve hasretinizi arttıracak ve ondan sonra sakin bir kalple yaşamanızı zorlaştıracaktır.”

Leylâ’nın aşkından dilersen selâmet bulmak

Bunun çaresi onun yurdundan uzak olmak

Kuşlar bu sesi duyunca, şevk, hasret, hayret, kararsızlık ve uykusuzlukları daha da şiddetlendi ve hepsi bir ağızdan şöyle dediler:

Bütün doktorlar anlaşıp beni tedâvi etseler

Nafiledir. Leylâ’nın yüzünden başka ilacım yoktur

Sevenin sevmek derdine şu bu ilâç fayda etmez

Bunun ilâcı sevgiliyle bir arada olmaktır

Kuşların artan şevki ve deliliğe dönüşen iştiyakı karşısında o ses, ikinci bir sefer onlara şunu söyledi:

-Gitmek istediğiniz yerle aranızda uzun çöller, derin dereler, yüksek dağlar, büyük denizler, çok sıcak ve çok soğuk araziler vardır. Bütün bunları aşıp geçmeye gücünüz yetmeyebilir. O zaman da menzile varmadan yolda ölürsünüz. Onun için, halinize uygun olan, arzu ve hevesin tahrikine kapılmaktan vazgeçip vatanınızda ve yuvanızda oturmaktır. Fakat kuşlar bu doğru uyarıya da kulak asmadılar ve yola çıkmak için sabırsızlanıp şöyle dediler:

Dosttan uzak yaşamak çekilebilen dert mi?

Tehlikelerden korkup yerinde duran mert mi?

Bundan sonra her biri himmetini binek yaptı, şevk ve iştiyakı ona yular gibi taktı ve aşkın çubuğuyla onu dövüp toplu halde hızla yola çıktılar. Yolda ilerlerken hep birlikte koro halinde şöyle diyorlardı:

Vadide hızla yürüyen kızıl deveme bak

Sırtında da şevkle sallanan süvari benim

Gevşeklik verdikçe olmasın menzilin uzak

Vasıl (ulaşma) ümidiyle canlanır deveyle tenim

Yolumu aydınlatan ak yüzünün nurudur

Senden bulacağım lütuf beni çeken güçtür

Yolda ilerlemeye devam ettiler. Ancak yol onlar için bir deneme ve imtihan oldu. Bütün güçlükleriyle onları sardı. Soğuk ülkeden gelenler sıcak bölgeleri geçerken öldüler. Sıcak ülkeden gelenler soğuk bölgeleri geçince helâk oldular. Kimilerini yıldırımlar vurdu. Kimilerini fırtınalar savurdu. Bu sebeplerle yolda dökülenlerden geriye kalan az bir miktarı nihâyet sultanın bulunduğu memlekete ulaştılar. Onun bulunduğu dağın eteğine indiler ve sarayın gölgesine sığındılar. Fakat dağı tırmanıp onun huzuruna çıkmaya güçleri yetmedi. Bu yüzden, sultanın kendilerinden haber alması için bir müddet beklediler. Sultan, gelişlerini haber alınca bir hizmetçisini gönderip:

-Onlara sor, neye gelmişler?” dedi. Kuşlar:

-Onu kendimize sultan yapmak için geldik.” dediler. Onlara:

-Bunun için kendinizi boşuna yorup buraya kadar gelmişsiniz. Çünkü siz isteseniz de, istemeseniz de biz zaten sultanız. Bizim bunun için özel bir teklif getirmenize ihtiyacımız yoktur.” denildi.

Kuşlar, tekliflerinin bir anlam ifade etmediğini ve sultanın buna ihtiyacı olmadığını anlayınca, utandılar, kalplerinde besledikleri ümit ve kafalarında kurdukları hayaller dağıldı. Sultanın heybeti onları titretti ve ne yapacaklarının şaşkınlığı ruhlarını sarstı. Bunun üzerine şöyle bir arzda bulundular:

– Bizim için geri dönmek mümkün değildir. Çünkü bir taraftan duyduğumuz iştiyak, bir taraftan da çektiğimiz yol yorgunluğu güç ve takatimizi tüketmiştir. İzin verin de kullarınız olarak burada kalıp ölümümüzü bekleyelim.”

Ve gagalarını şaklatıp koro halinde şu mısraları okudular:

Ey Rame’nin sâkinleri! Misafir ağırlar mısınız?

Gece, aza kanan bir yolcu yörenize inmiştir

Gerekli değildir ona bir şey yedirip içirmeniz

Tatlı bir bakış, kalp yapıcı bir söz ona yeten iştir

Ve şunu da söylediler:

Aşk kâsesi ile hepimiz sarhoşuz

Ne muâmele görsek onunla hoşuz

Kuşlar, tabiatlarındaki yüksekte uçmak türünden olan iddialardan ve sivri hayallerden vazgeçip tevazu zeminine inince ve hiçbir haklan olmadığını itiraf edip bulacakları her şeyi lütuf sayacaklarını arz edince, sultanın iyilikseverliği harekete geldi ve onlara şöyle denildi:

–Ümitsiz olmayınız. Çünkü ancak küfür ehli Allah’ın rahmetinden ümitsiz olurlar. (Yusuf/87) Bizim size muhtaç olmayışımız, sizi reddetmeyi gerektirse de, lütuf ve keremimiz size yumuşak davranmayı ve sizi kabul etmeyi gerektirir. Mademki, küçüklük ve değersizliğinizi itiraf ettiniz ve bizi yalnızca siparişle ortaya çıkan bir sultan gibi görmenin hatasını anladınız, sizi yurdumuzda misafir edecek ve sizi lütuf ve nimetle ağırlayacağız. Çünkü biz acizliğini itiraf eden ve bizim için sahip oldukları şeylerden vazgeçen miskinleri severiz. Bizim bu huyumuzu bildiği için, hepinizin efendisi ve marifette öncüsü olan, “Beni miskin olarak yaşat.” diye dua etmiştir. Liyakatsizliğinin şuur ve idrakine varanlar, bizi tanımak için gerekli olan ilk adımı atmış olurlar. Bizi tanıyanlar ise bize yakın olmayı hak ederler.

Kuşlar, ümitsizlikten sonra bu sözlerle ümitlenip moral bulunca, yılgınlıktan sonra lütfa nâil olduklarını anlayıp canlanınca ve nimet yurdunda ikamet etme iznini alıp tekrar yollara düşme korkusundan kurtulunca, sultana arkadaşlarının akıbetini sordular ve şöyle dediler:

-Çöl ve vadilerde helâk olup giden o topluluğun akıbeti ne oldu? Sultan için dökülen kanları boşa mı çıkarıldı? Yoksa onlar için bir diyet ödendi mi?” Bu soruya karşı şöyle cevap verildi:

-Hayır, hayır! Bizim için dökülen kanlar boşa çıkarılmadı ve emekleri zâyi edilmedi. Bunlar ve benzerleri için biz şunları bildirmişiz: “Allah yolunda hicret edenler, yeryüzünde barınacak yer ve genişlik bulurlar. Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evlerinden çıkan ve yurtlarını terk eden, sonra da bu vaziyette ölen kimselerin ücret ve mükâfatı Allah’a düşer.” (Nisa/100), “Allah yolunda öldürülenler için ölü demeyin. Çünkü onlar diridirler. Fakat siz bunu fark etmiyorsunuz.” (Bakara/154)

Şevk ve iştiyak verip onunla sizi yollara ve çöllere düşüren, sonra bir kısmınızı ağır şartlarla karşılaştırıp öldüren biziz. Ancak onları öldürmek kendileri için ceza değil, mükâfat olmuştur. Biz bu suretle onları sizden önce huzurumuza kabul ettik. Onlar şimdi, “Güçlü bir sultanın doğruluk meclisindedirler.” (Kamer/55) Kuşlar, arkadaşları hakkında bu sevindirici bilgiyi alınca:

-Onları görmek istiyoruz. Bu mümkün müdür?” dediler. Onlara:

-Hayır, şimdi onları görmeniz mümkün değildir. Çünkü siz hâlâ cismaniyet perdesiyle sarılı ve ecel kaydıyla bağlısınız. Bu perdeyi yırtıp bu kayıttan kurtulunca bir araya gelir ve önce olduğu gibi görüşürsünüz.” denildi. Kuşlar:

-Yolculuğun zorluklarını mazeret gösterip bizimle birlikte gelmeyenlerin durumu nedir?” diye sordular. Onlara şu âyet-i kerime ile cevap verildi:

-“Gerek hafif, gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın ve hem mallarınızla, hem de canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Kolay elde edilen bir çıkar veya yakın bir mesafe olsaydı, onlar (savaşa katılmayanlar) da sana uyarlardı. Fakat meşakkat onların gözlerini korkuttu. Hakikat bu iken, onlar mazeret uydurup “Gücümüz yetseydi, seninle birlikte çıkardık” derler. Mazeretleri gerçek olmayan bu insanlar kendilerini bu suretle helâk ediyorlar. Çünkü Allah onların yalan söylediklerini biliyor. Allah seni affetsin, mazeret beyan ederken hangilerinin doğru ve hangilerinin plancı olduklarını açıkça anlamadan önce neden onlara izin verdin? Şu bir gerçektir ki, Allah’a ve âhiret gününe iman edenler, malları ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Bunun için ancak Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, kalplerinde şüphe bulunan ve bu şüpheleri içinde kararsızlık geçiren kimseler izin isterler. Bunlar gerçekten seninle birlikte çıkmak isteselerdi, bunun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların bu hayırlı işe iştirak etmelerinden hoşlanmadı. Bu yüzden de onları geri bırakıp kaderin diliyle kendilerine, “Siz geri kalanlarla birlikte geri kalın!” dedi. Bunlar, sizinle birlikte çıksalardı, bozgunculuk etmekten başka bir iş yapmazlardı. Sizi fitneye düşürmek (bölmek, ihtilaf çıkarmak, karasızlığa itmek) için içinize sokulurlardı. Aranızda da onlara inanıp kanmaya eğilimli olanlar vardır. Allah zalimleri iyi bilir. Sözü edilen kimseler bundan önce de fitne çıkarmaya çalıştılar ve çeşitli entrikalar çevirdiler. Fakat onların istememesine rağmen hak geldi ve Allah’ın emri galip çıktı. Onun için şimdi de bunlardan kimileri, “Bana izin ver, beni fitneye uğratma.” diyorlar. Bilsinler ki, fitnenin içine batmışlardır. Cehennem de bu inançsız kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” (Tevbe/41-49)

Biz, onların gelmelerini isteseydik, size verdiğimiz şevk ve iştiyakı onlara da verirdik. Fakat onları istemedik ve kapımızdan uzak tuttuk. Siz kendiliğinizden mi geldiniz? Hayır, biz sizi getirdik. Siz kendiliğinizden mi iştiyak duydunuz? Hayır, biz size iştiyak verdik. Size biz şevk ve iştiyak verdik ve hem sizi, hem de arkadaşlarınızı kara, deniz, vadi, düz demeden yollara düşürdük. Ruhlarınıza biz, şu ayetin çağrısını duyurduk:

– “Ey imanla itminan bulan ruh! Sen O’ndan razı ve O senden razı olduğu halde Rabbine dön; seçkin kullarımın arasına gir ve onlarla birlikte cennetime dahil ol!” (Beled/27-30)

Kuşlar bu sözü işitip işin aslını öğrenince, inâyet altında olduklarını ve tehlikeli zorluklara karşı hıfz ve himaye gördüklerini anladılar. Bunun üzerine kendilerine tam anlamıyla güven geldi, sevgi ve sevinçleri kat kat arttı. Ve bundan sonra olup bitenleri sağlam bir zeminde olmanın verdiği huzur ve cesaretle karşıladılar ve herhangi bir gelişmenin aleyhlerinde olabileceği ihtimalini akıllarından sildiler. Onlar bu şeyleri hissederken, “Bunun böyle olduğunu bir müddet sonra açık bir şekilde de göreceksiniz.” (Sa’d/88) âyetiyle iyiden iyiye güvenceye kavuştular.

Kuşların başından geçenleri burada bırakalım. Çünkü bunları anlamak için kuş olmak lâzımdır. Henüz kuş olma derecesine çıkamamış olanlara gelince, bunlar için gerekli olan şey, “Lâ ilâhe illallah” demekle verdikleri söze sadık kalmak, her zaman temiz ve abdestli olmaya çalışmak, namaz vakitlerini gözetlemek ve halvette zikir yapmak için vakit ayırmaktır.

Yol ikidir. Bunlardan biri, “Beni zikredip anın. Ben de sizi zikredip anayım.” (Bakara/152) âyetiyle bildirilen yoldur. Diğeri de, “Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onları unuttu.” (Tevbe/67) âyetiyle haber verilen yoldur. Zikir yolunda gidenler için, “Ben beni zikredenlerin (ananların) yanındayım.” Mükâfâtı, unutmak yolunda gidenler için de “Rahmet ve merhamet sahibi olan Allah’ın zikrinden ve O ’nu anmaktan yüz çevirenlere şeytanlar musallat ederiz. Bu şeytanlar onları saptırmak ve her kötü işe itmek için onlarla birlikte olurlar.” (Zuhruf/36) cezası takdir edilmiştir.

Âdemoğulları yol kavşağında böylece iki cihete yönelince, varacakları yerde kimileri cenneti, kimileri de cehennemi bulacaklardır. Kimilerinin yüzü gülecek ve nimette oldukları yüzlerinden belli olacak (Abese/39), kimilerinin de yüzü buruşup kırışacak ve duydukları elem yüzlerinden okunacaktır. Abese/41, Kıyamet/24)

İmam Gazali

(Parlayan Nurlar)

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.