Mal ve Candan Vazgeçmek

Mal ve Candan Vazgeçmek

Mü’min, Resulullah (sav)’ın getirip tebliğ buyurduğu hususların tümünü kabul ve tasdik eden kişidir.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Mü’min, Resulullah (sav)’ın getirip tebliğ buyurduğu hususların tümünü kabul ve tasdik eden kişidir. Rahmete ermenin yolu da bundan geçer. Zira Allah’a ve Resulü’ne itaat etmek, rahmet ve merhamete birer vesiledir. Bu düstur ve müjdenin bilinciyle hareket eden mü’minler, Kur’an-ı Kerim ve sünnete sarılıp ‘Örnek İnsan’ modelini oluştururlar. Bu minval üzere mü’minlerin örnek davranışlarından, hasletlerinden birisi de şudur:

Kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler.
Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin bu özelliği şöyle ifade edilmektedir: “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekemezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.”[1]

Başkalarını nefsine tercih etmek −diğer bir adıyla isâr− hasleti, cömertliğin en yüksek ve en son derecesidir. Çünkü ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak ancak isâr ile olur. İslam kardeşliğinin en güzel teşekkül ettiği Ensar−Muhacir modeli bu güzel hasleti tam manasıyla uygulamış, sonraki nesillere de örnek olmuştur. Bu mevzuda misal mi istiyorsunuz? O halde bunlardan birkaçını hep beraber dinleyelim!

Hz. Aişe (Radiyallahu anha) validemiz şöyle buyurur: “Allah’ın Resulü dünyadan ayrıldığı güne kadar hiçbir zaman üç gün arka arkaya doymadı. Hâlbuki biz isteseydik doyabilirdik, fakat biz nefislerimize başkasını tercih ederdik.”

Hz. Ömer (r.a) buyurmuştur ki: “Resulullah’ın ashabından bir zata bir koyun kellesi hediye edildi. O zat: ‘Benim kardeşim benden daha muhtaçtır’ deyip o kelleyi ona gönderdi. Böylece onların her birisi kelleyi diğerine gönderiyordu. Ta ki kelle yedi ev dolaştı ve en son bir eve gelmişti.”

Huzeyfe el−Advi buyurdu ki: “Yermük savaşında elimde biraz su olduğu halde yaralılar arasında amcamın oğlunu arıyordum. ‘Amcamın oğlunu bulsam bu suyu ona içireceğim’ diyordum. Gezerken amcamın oğlunu gördüm. ‘Sana su içireyim mi?’ diye sordum. İşaret edip: ‘İçir!’ dedi. Tam o esnada onun başucunda başka bir yaralının su istediğini işittik. Amcamın oğlu suyu ona götürmemi işaret etti. Suyu götürdüm, Hişam b. As olduğunu gördüm. Ona: ‘Sana su içireyim mi?’ dedim. Yanındaki başka bir yaralıdan su isteme sesi geldi. Ona götürmemi istedi. O yaralının yanına varınca baktım ki şehid olmuş. Hişam’a geldim. O da şehid olmuştu. Böylece üçü de kardeşlerini nefislerine tercih eder şekilde şehid olmuşlardı.” İslam tarihinde vaki olan bu gibi isâr örnekleri İslam davetçileri için büyük önem taşımaktadır. Fakat ekseriyetle ferdi boyutta kaldığından ciddi semereleri pek görülmemiştir. Mü’minler, asr−ı saadet modeli bir yaşama kavuşmak için bu gibi hasletleri pratiğe geçirmek zorundadırlar. Zaten İslam kardeşliği de bunu gerektirmektedir. Nitekim Enes b. Malik’ten rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Herhangi biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (tam) iman etmiş olmaz.”[2] Kendisi için istediğini kardeşi için istememek, haset hastalığından kaynaklanır. Hakiki mü’minin bu hastalıktan uzak durması zaruridir. Aksi durum, imanının kemale ermediği neticesini verir.

İslam, isâr hasleti sayesinde insanı yüceltir ve hakikate ulaştırır. Bencillikten alıkoyup cömertliğe sevk eder. Allah’ın Resulü (sav) irşad ve risalet ile isârı kalplere nakşettirmiştir. Ashab−ı kiram, bu bilinciyle adeta yarış içine girmiştir. Bir gün Ebu Hureyre (ra) Allah Resulü (sav)’nün yanına gelip şöyle dedi: “Ya Resulellah! Birkaç günden beridir yiyecek bir şey bulamadım. Üst üste oruca aç olarak niyet ettim.” Ebu Talha (ra) ayağa kalkıp; “Ya Resulellah! Ben onu misafir etmek istiyorum” deyip onu evine götürdü. Ancak onun evinde çorbadan başka bir şey yoktu. Ebu Talha, hanımı Ümmü Süleym ile anlaşıp çocuklarını aç olarak yatırdılar. Sonra Ümmü Süleym mumu söndürüp yemek yer gibi yaptılar. Oysa onlar sadece kaşıklarını götürüp getirmişlerdi.

İsâr özelliğinin, Ashab−ı Kiram’ın hayatına ne denli yerleştiğini göstermek açısından bir misal daha verelim! Siyer kitaplarında methedilen Zeyd b. Dessine adlı sahabe esir edilip Mekke’ye götürülürken müşriklerin kendisine: “Şu an Muhammed’in senin yerinde olmasını ve senin de evinde, çoluk−çocuğunun arasında olmayı ister miydin?” diye sormaları üzerine Hz. Zeyd: “Ben kendi ölümüme razıyım, ama vallahi Muhammed (sav)’in ayağına bir dikenin bile batmasını istemem” demiş; iki rekât namaz kıldıktan sonra şehid edilmiştir.

Gerek mal, gerekse de can konusunda gösterilmiş olan bu yüksek isâr örnekleri, Allah (cc)’a ve Resulü’ne hakiki manada teslimiyet ve bağlılık ile hâsıl olmuştur. İslam ümmetinin, parlak geçmişine ulaşabilmesi elzemdir. Aksi halde yaygın kapitalist sistemde bencillik ve cimrilik hasletleri kök salmaya devam edecek, Allah ve Resulü tarafından övülen isâr cevheri de −ferdi durumlar müstesna− işlenmediğinden asıl fonksiyonunu icra edemeyecektir.

İşte bu bilinçle hareket eten mü’minler, münasebetlerini ihlâs üzerine kurarlar. Kardeşlerinin üstünlüklerini, kendilerinde tasavvur ederler. Onun faziletiyle gurur duyarlar. Kardeşlerinin nefislerini mal, şöhret ve makam gibi nefsin hoşuna giden şeylerde kendi nefislerine tercih ederler. “… Onları kendi nefislerine tercih ederler…” ayetinin sırrıyla ihlâsı kazanırlar. Nasıl ki insanın bir eli diğer elini kıskanmaz, mü’minler de birbirlerinin ayıplarını görmezler. Bilakis noksanlıklarını tamamlarlar. Resulullah (sav) bu konuda şöyle buyurmuşlardar; “Mü’min’nin mü’mine bağlılığı, bünyan−ı mersus (Birbirine kurşunla kenetlenmiş sağlam yapı) gibidir.”[3]

Selam ve Dua ile…

İnzar Dergisi

[1] Haşir: 9

[2] Buhari−Müslim

[3] Buhari−Müslim
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.