Medeniyet içerisinde biz kimiz?

Medeniyet içerisinde biz kimiz?

Tıp ilmine göre; Günlerce, haftalarca hastane odalarında çeşitli sebeplerden ötürü komaya girmiş bir insanın komadan çıkma hali kişinin kaşını-gözünü kırpması, elini-ayağını harekete geçirebilmesi değildir.

Tıp ilmine göre; Günlerce, haftalarca hastane odalarında çeşitli sebeplerden ötürü komaya girmiş bir insanın komadan çıkma hali kişinin kaşını-gözünü kırpması, elini-ayağını harekete geçirebilmesi değildir. Kişi yaşadığı olayın akabinde gözlerini açtığında “Ben nerden geldim? Ne oldu bana? Beni kim buraya getirdi?” vb. soruları sorması kişinin koma halinden çıktığının ispatıdır.

Bizler koma halini maddi ve manevi olarak iki kısma ayırabiliriz. Maddi-Fiziki komadan uyanış; el-ayak kıpırdatması vb. hareketleri yapabilme durumudur. Manevi komadan uyanış ise sorgulamanın başlamasıyla ortaya çıkar. Şu an tüm Müslümanlar olarak “Bizler ne idik? Nasıl bir medeniyete mensup idik? Nerelerden bugünlere geldik? Nereye gideceğiz? Biz Kimiz? ” vb. soruları kendimize sormadığımız müddetçe bu manevi koma halinden de uyanmış sayılmamaktayız. Sorgulamanın başladığı yerde diriliş vardır.

İslam ümmeti olarak son iki asırdır tükenmişlik sendromu içerisindeyiz. Bunun sebeplerinin başında ise manevi koma halini yaşıyor olmamızdır. Özellikle Osmanlı Devletinin yıkılmasının ardından Cumhuriyet İnkılapları yaşadığımız coğrafyada büyük tahribatlara yol açtı. Bilhassa Harf İnkılabıyla birlikte bir medeniyetin tarihi silinmek istendi. Geçmişimiz unutturulmaya çalışıldı. Yüzbinlerce yazma eser arşivlerde kaybolmaya bırakıldı. Öyle ki tarihi birçok yerde Arap harfleriyle yazılan tarihi eserler, mimari yapılar tahrip edildi. Arapça ve Osmanlıca yazılar çiviler ile kazıldı. Kendiliğimize olan düşmanlığımızdan ötürü sadece insanlara değil kitaplara mekânlara bile zararlar verildi.

Halen günümüzde bile ülkemizde çeşitli mekânlara verilen saçma sapan isimler bulunmaktadır. Bursa’da bulunan Keşiş Dağı Cumhuriyet İnkılaplarıyla birlikte Ulu Dağa çevrildi. Kayıtlarda Bursa Ulu Dağ ile ilgili hiçbir şey bulunmamaktadır. Ama Keşiş Dağı yazılsaydı birçok doküman bulunulurdu. Osmanlı “Keşiş” lafzından rahatsız duymadı ama Cumhuriyet rahatsızlık duydu.

Resmi kayıtlarda Türkiye’de 50 bin adet mekân isminin değiştirildiği ifade edilmektedir. Trakya bölgesinde bulunan Tekfurdağ Cumhuriyet ile Tekirdağ olarak değiştirildi. Çünkü Tekfur eski Roma-Bizans medeniyetine ait bir isim olduğu için sözde millileşmek adına rahatsızlık duyuldu ve tekir olarak kabzedildi. Doğu illerimizden El-Aziz olan şehrimiz manasız bir isme çevrilerek Elâzığ oldu. Oysaki biri Azizliği ifade ederken diğeri sanki “yazığ oldu” manasını çağrıştırmaktadır.

Aynı şekilde Soyadı Kanunu ile tüm bir milletin nesebi unutturulmaya çalışıldı. Geçmişimize tamamen bir çizgi çizme çabasına girildi. Ancak Nesep İlmine sahip bazı büyüklerimizin vasıtasıyla şifahi bilgiler aracılığıyla sadece bazılarımız bilmektedir. Kimliğimizi, kim olduğumuzu halen tam olarak bilemiyoruz. Son yıllarda E-Devlet kanalı üzerinden soy ağacına bakılmak istendiğinde sadece üç-dört kuşak tek öğrenilebilmektedir. Lakin çağdaşlaşmak! adına Soyadı Kanunu diye böyle bir kanun çıkarılmamış olsaydı birçok insan atalarının kimler olduğu hususunda daha ayrıntılı bir bilgiye sahip olmuş olacaklardı.

Burada “Biz Kimiz?” sorusuna tam manasıyla bir cevap veremememiz gayet manidardır. Biz İslam Medeniyetine mensubuz ve Batı deniyyeti özentileri tarafından her daim tahribata uğratılmışız. Tarihi kitaplarda birçok Osmanlı kıyafeti giymiş kadın ve erkek resimleri bulabilirsiniz. Çünkü o dönemlerde moda Müslümanların giyim ve kuşamları gibiydi. Tüm Avrupa Milletleri 1500’lü yıllardan 1800’lü yıllara kadar İslam Medeniyetine has bir şekilde yeme-içme, giyim-kuşam, mimari, müzik ve diğer sanat dallarında Müslümanları örnek almaktaydılar.

İslam Medeniyeti Hz. Âdem ile başlar ve Hz. Peygamber (s.a.v) ile de kemal noktaya ulaşmıştır. Bu medeniyetin baş mimarisi Hz. Peygamber (s.a.v)’dir. İslam Medeniyeti Kur’an ve Sünnet eksenli bir medeniyettir.  İslam Medeniyeti tevhid temelleri üzerine kurulmuştur. Vahyin terbiyesinden geçmiş ve öğretmenlerinin peygamberler olduğu bir medeniyettir.

Hz. Peygamber Döneminde İslam Medeniyeti yeni bir boyut kazanmış ve Dört Halife Dönemi, Emevi Dönemi, Abbasi Dönemi ve Osmanlı Dönemi ile de geniş coğrafyalara yayılmıştır. İslam Devletinin sınırlarının yayıldığı her noktada, Müslümanların yaşadığı her yerde İslam Medeniyeti vardır.

“Cumbalı Ahşap Mimari” eserlerin sadece ülkemizde var olduğunu zannederiz. Ve genelde herkes bu mimari yapının İstanbul veya Bursa’da olduğunu ifade eder. Ama aynı mimari yapıya ait evler, sokaklar ve dükkânlar Şam’da, Fas’ta ve Cezayir’de de bulunmaktadır.

Medeniyet fethedilen her yere taşınmıştır. Senegal polis kıyafeti ile Osmanlı yeniçeri kıyafeti aynıdır. Senegal’de halen polislere sipahi denilir. İspanya’da ise silahlı birliklere lesipahi derler. Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Hindistan’da ki “Taç Mahal” anıtmezarı mimari yapısıyla, işlemeleriyle, mimarı ve mühendisiyle birlikte Müslümanlar tarafından inşa edilmiştir. Fransa’nın güneyinde kuru fasülyeye Fransızlar kasülye derler. Fransız askeri bandosu Osmanlı’da bulunan mehterden alınmadır. Hatta bando ekibinin giyim-kuşamı bile mehter ekibinin giyim-kuşamı ile benzerdir.

Osmanlı Döneminde İslam Medeniyetinin tüm dünyaya yayıldığı bir zamanda Osmanlı’da ırkçılığın olmadığını bilen bazı diğer ülkelerin siyasi vatandaşları Osmanlı’ya dilekçe yazıp ırkçılıktan ötürü veya siyasi düşüncelerinden ötürü özgürlüklerini ifade edebilecekleri bir mekân olan İslam topraklarına yani Osmanlı’ya sığınmak istediklerini ifade etmişlerdir.  Günümüzde ise durum tam tersi bir hal almış vaziyettedir. Bunlar ve bunlar gibi onlarca örnek artırılabilir. Medeniyetimize ait izler halen dünyanın birçok yerinde yaşamaktadır ama bizler manevi koma halinde olduğumuzdan bunun farkında değiliz. Bizler ise halen müzikte, giyimde, sanatta, mimaride vb. alanlarda sözde şık! ve modern! olan Amerikan Kültürünün esiriyiz.

Yakın tarihte; Tek Parti Döneminde cami minareleri aralarında asılan mahyalara alışıldığı üzere “Oruç Tut Sıhhat Bul. Namaz Dinin Direğidir. 11 Ayın Sultanı Ramazan.” vb. cümleler yerine bu mahyalar Kemalizme hizmet eden ifadeler ile donatılmıştı. Ve sözde bu millileşmek adına yapılıyordu. Oysaki bunlar bize “Kim olduğumuzu” unutturmaya çalıştıkları projelerden sadece bazılarıydı. Günümüzde bile halen sol kesim Atatürk heykeli karşısında tapınırcasına saygı ifadeleri ile hazır ol durumundadırlar. Hatta bir kürsüye oturup çay içen Atatürk heykeliyle birlikte fotoğraf çekme yarışına bile girildi.

Diğer cenah da geri kalır durumda değil. Bir Kur’an Kursu açılışında Kâbe maketiyle yapılan doğum günü pastası kesen imamlar var günümüzde. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mevlid-i Şerifinde kendisi için doğum günü pastası kesen Müslümanlar var. Hafızlık icazetini alan bir kursta Kur’an Maketiyle yapılan yaş pasta kesen müftü var günümüzde. Tüm bunların görselleri internet ortamında kolaylık ile bulanabilir. Son iki asırdır ne yazık ki kimlik karmaşası yaşamaktayız. Aslımız, geçmişimiz tahrip edilmiş durumda.

İslam Medeniyetinde tüm kamusal yapılar hayrattır. Bu kamusal yapılara inşa ettiren kişinin ismi verilmiştir. Mesela İstanbul’da bulunan Süleymaniye Camii’ni Kanuni Sultan Süleyman kendi parasıyla inşa ettirmiştir. İçerisinde aşevi, kütüphane, hastane, mescit, dükkânlar ve medreseler bulunmaktadır. İnşa edilen caminin alt tarafı gelir kaynaklarını karşılaması adına dükkânlar ile donatılmıştır. Külliye içerisinde yaşayan öğrenciler, kimsesizler ve yardıma muhtaç olanların iaşesi bu kira gelirleri ile karşılanmaktaydı.

Bu Külliyeyi inşa eden kişi Mimar Sinan’dı. Mimar Sinan’ın kabri Süleymaniye Camiinin iki sokak altındadır. O devasa külliyenin hemen yanında kendine çok mütevazı, ufak bir mezar inşa ettirmişti. İşte Cumhuriyet Döneminde “Mimar Sinan Türk müdür yoksa başka bir ırka mensup mudur?” tartışmalarından ötürü mezarı açılmış, kafatası alınmış ve halen kafatası kayıp durumdadır. Bu yaşanan hadiseler bizlere; İslam medeniyetine has olan ümmet anlayışının yok olduğunu göstermektedir. Irkçılık her çağda ve her zamanda büyük bir hastalıktır. Bu manevi koma halimiz günümüzde bile varlığını sürdürmektedir.

İslam Medeniyetinde halifeler, sultanlar, vezirler, şehzadeler her daim ilmin karşısında diz çökmüşlerdir ve edebi muhafaza etmişlerdir. Âlimlerin olduğu yerde saygıdan ödün verilmemiştir. Medreselerin girişlerine zincirler takılmıştır ki medreselere giren herkes başını eğerek mütevazı bir şekilde içeri girsinler diye.

Günümüzde ise Medeniyetin ölçüsü ilim, irfan, edep ve ahlak değildir. Bunların yerini para, mal, mülk ve makam almıştır. Zengin bir kişi isen, koltuk sahibi bir kişi isen, tesettürsüzlüğü kendine şiar edinmiş isen vb. şeyler medeniyet alametleri olmuştur. Bizler aslımıza rücu etmeliyiz. Unutulmamalıdır ki insanı insan doğurur. Kulluk görevimizi asla unutmamalıyız. Kendi kavramlarımıza hâkim olmalıyız. İlmi araştırmalara devam edeceğiz. Savaş Barkçın hocanın bir sözü ile kelamı nihayete erdiriyorum. “Gücün ahlakına değil, ahlakın gücüne tabi olmalıyız.”

Hüseyin Şenlik

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.