Merhaba Cihad Ayı

Merhaba Cihad Ayı

Mevlamızın ihsanıyla cihat ayı olan Ramazan−ı Şerif’in gölgesine bir daha giriyoruz. Dünya ve ahiretin saadetini elde etmek için Mevlamızın bizlere ihsan ettiği bu emsalsiz fırsatı ganimet bilip yeterince istifade etmek faydalı olacaktır.

Mevlamızın ihsanıyla cihat ayı olan Ramazan−ı Şerif’in gölgesine bir daha giriyoruz. Dünya ve ahiretin saadetini elde etmek için Mevlamızın bizlere ihsan ettiği bu emsalsiz fırsatı ganimet bilip yeterince istifade etmek faydalı olacaktır.

Evet, Ramazan ayı cihat ayıdır. Çünkü bu ayda insanların Allah Teala’ya ulaşmalarını engelleyen bütün düşmanlarla savaş açılıyor. Adeta bir seferberlik ayıdır.

İnsanın en tehlikeli düşmanlarından biri cehalettir. Allah Teala’nın kitabı ve bütün ilimlerin baş metni olan Kur’an-ı Kerim’i bu aylarda indirmesi ve ilk indirilenin de İkra Suresi olması açık bir delildir ki bu ay cehaletle mücadele ve savaş ayıdır.

O zaman biz mü’minler, mevlamızın “Oku” emrine lebbeyk diyerek Kur’an’a ve Kur’an ilimlerine her aydan daha fazla emek sarf etmeliyiz. Biraz açlık ve susuzluk bahanesiyle yatıp zaman geçirerek bu değerli fırsattan istifade etmeden bu ayı geçirmemeliyiz. Mutlak cihette düşmanımızı tesirsiz hale getirmeliyiz.

İnsanın amansız düşmanlarından biri de kötülüğü emreden koynumuzdaki nefsimizdir. Bu düşmana karşı en etkili silah oruçtur. Ramazan ayındaki oruç umumi ve kesin bir fariza olduğu için bu gaddar düşmana karşı her yıl bu ayda genel bir seferberlik söz konusudur. Unutulmamalıdır ki nefisle cihad cihad−ı ekberdir. Bu sebeple biz de bu aydaki orucun bütün farz ve sünnetlerine ehemmiyet verip bunları yerine getirmeye çalışalım ki nefsimiz bize esir düşsün.

İnsanın diğer bir düşmanı da, babamız Hz. Âdem’den bugüne kadar bize sinsice düşmanlık eden ve o günden bugüne bizi kandırmada tecrübe kazanan lanetli şeytan−ı iblistir. Bu ay iblise karşı da en etkin silahlarla genel bir savaşın ilanıdır. Çünkü bu ayda açlıkla nefis gemlendiği için onda şeytana itaat takati kalmıyor. Dolayısıyla şeytanın nefis üzerindeki etkisi azalıyor. Ayrıca bu aydaki ibadetlerin daha sevaplı olması da şeytana karşı bir savaştır. Çünkü çok sevap çok ibadete teşviktir. İbadet ise şeytanı mum gibi eritir.

Rabbimizin bu ayda kendi ihsanıyla bize serdiği sevaplar sofrasına ilgisiz kalmayalım. Bol bol ibadet edelim. Şeytanımız iyice erisin ki bir daha bizimle uğraşacak takati kalmasın.

Müslümanların başka bir düşmanı da Müslümanların arasındaki ihtilaf, kin ve düşmanlıklardır. Asrımızda Müslümanların ellerini ve kollarını bağlayan ve benzeri görülmemiş bir esarete düşüren bu hain düşman değil midir? Bu müthiş düşmana karşı da bu ayda çok büyük bir savaş verilir. Hadiste; “Her kim oruçlu biri ile kavga eder veya hakaret ederse oruçlu kişi ‘ben oruçluyum’ desin (ona karşılık vermesin)”[1] buyruluyor. Hadisteki bu ferman, bahsi geçen düşmana karşı bir savaştır. Çünkü Müslümanların birbirlerinin hatalarına karşılık vermemelerinin ihtilafı ne kadar önlediği malumdur.

Emr−i ilahi ile Resulullah (sav) ümmeti için örnektir. Ve O, bulutlar misali cömerttir. Bu ahlakını en fazla Ramazan ayında sergilemesi, her zamandan fazla Ramazan ayında cömert olmamıza bir teşviktir. Çünkü karşılıklı iftarlara, ziyafetlere davet etmek, bu ayda kesenin ağzını açıp birbirine ikramda bulunmak muhabbetin ziyadeleşmesine ve kardeşliğin pekişmesine vesile olur. İşte bu tip davranışlar ihtilafın izalesine ve yok olmasına vesile ve sebeptir. Hadislerde geçen “Allah Teala’nın herhangi bir hayır için, mü’mine Ramazan’da en az yetmiş kat sevap vermesi, bir oruçluya iftar yemeği verenin günahlarını bağışlaması, onu ateşten azat etmesi, oruçlunun sevabından eksik olmadan onun sevabı kadar sevap vermesi, hatta bir oruçluya bir şey içirene Resulullah (sav)’ın Kevser havuzundan içirmesi”[2] gibi teşvikler ihtilaf düşmanına karşı müthiş bir savaştır. “Hediyeleşin, aranızdaki sevgi ziyadeleşir.” “Hediyeleşin, zira hediye kinleri giderir”[3] gibi rivayetler bu hakikatin açık delilleridirler.

Öyleyse biz de bu fırsatı kaçırmadan biz Müslümanları bu kadar perişan eden ihtilaf düşmanını öldürmek için bu ayda bol bol iftar yemekleri verelim. Ve özellikle aramızın iyi olmadığı Müslüman kardeşlerimizi davet edelim.

Bedir ve Mekke fethi gibi kâfirlerin belini kıran gazve ve savaşların bu ayda gerçekleştiği unutulmamalıdır.

Demek maddi cihat için de uygun ve bereketli zaman yine bu aydır.

Bu bağlamda yeryüzünün dört bir tarafında İslam’a hizmet eden kardeşlerimize de bu ayda bol bol dua etmeliyiz.

Yazıyı Üstadımız, Mürşidimiz ve Müceddidimiz olan Bediüzzaman Said Nursi’nin, Ramazan’a dair risalesinden bir−iki nükteyi zikretmekle bitirelim. Zira gerçek söz onlarındır:

Ramazan'ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a'mâl, bire bindir. Kur'ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var;[4] on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü'l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır. Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur'ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü'minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.

İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a'mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi aynadarlık etmektir.

Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kâtıadır.

Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur'ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.

Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur'ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.[5]

Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?"

Nefis demiş: "Ben benim, Sen sensin."

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente." Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: "Men ene? Ve mâ ente?"

Nefis demiş: "Ente Rabbiye'r-Rahîm., Ve ene abdüke'l-âciz." Yani, "Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.[6]

İnzar Dergisi

[1] Buharî, 1894

[2] Münzirî, İbn−i Huzayene, Beyhaki, Hayat−üs Sahabe C: 4 Syf: 185, 186, Hutbeler

[3] Nihayet−ül Muhtaç Şerh−ül Minhac, İmam Remelî, C: 5, Syf: 404

[4] Tirmizî, Fedail−ül Kur’an: 16, Mecmeu’z−Zevaid: 7, 163

[5] Mektubat: 29. Mektup, 2. Risale, 7.Nükte

[6] El−Havbevî, Dürret’ül Vaizin, Syf:11, Mektubat: 29. Mektup2. Risale, 9. Nükte

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.