Müferridler Yarışı Kazandı

Müferridler Yarışı Kazandı

Bir gün Hz. Peygamber’le birlikte bir yere gidiyorduk. O günlerde de altın ve gümüş hakkında ayet nâzil olmuştu.

Sevban (ra) şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber’le birlikte bir yere gidiyorduk. O günlerde de altın ve gümüş hakkında ayet nâzil olmuştu. Yolda muhacirler kendi aralarında “Peki bunlar kötülendiğine göre hangi mallar hayırlıdır bunu nasıl bileceğiz?” diye konuşmaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Ömer “İsterseniz ben bunu sizin için Hz. Peygamber’den öğreneyim!” dedi. Onlar da “Çok iyi olur” dediler. Ömer (r.a.) Hz. Peygamber’in yanına gitti. Ben de devemi hızlandırarak onu takip ettim. Hz. Ömer yanına vardığında Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Resulü! Muhacirler altın ve gümüş hakkındaki ayetten bahisle hangi malların hayırlı olduğunu öğrenmek istiyorlar!” dedi. O da “Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, mü’min ve imanı hususunda kendilerine yardımcı olabilecek bir hanım edinmeye çalışsınlar” buyurdular.[1]

“Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda (zekât ve sadakaları vermeyerek) harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele” (Tevbe: 34) ayetinin nazil oluşu üzerine Resulullah (sav): “Altın ve gümüş helak olsun! Altın ve gümüş helak olsun! Altın ve gümüş helak olsun!” buyurmuş, bunun üzerine sahabeler arasında yukarıda zikredilen hadise vuku bulmuştur. Dünyaya kıymet vermeyip ellerinin tersiyle iten sahabeler bile “Allah yolunda (zekât ve sadakalarını vermeyerek) harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele” uyarısıyla ağır bir şekilde etkileyen bu hadise bizler için gerçekten korkunç ikazlarla doludur. Her şeyin maddi gözle değerlendirildiği, maddiyatın öne çıkıp yaşamın ona göre şekillendiği bu zaman diliminde şüphesiz Resulullah (sav)’ın öğütlerine sahabelerden daha çok bizim ihtiyacımız vardır.

Resulullah (sav)’ın hayatı incelenecek olursa O (sav)’nun sahabelere ölçü olarak verdiği, hazırlık yapmalarını istediği şeyin ahiret yurdu olduğunu göreceğiz. Çünkü ebedi ve asıl hayat orasıdır. Akıllı hiçbir insan asıl mekânını bırakıp da geçici birkaç günlüğüne kalacağı yer için asıl mekânından daha fazla çaba harcamaz, uğraş vermez. Bu herkesin kabul ettiği bir hakikattir. Madem Müslüman asıl yurdun, varılacak yerin ahiret olduğuna iman etmiş o zaman hayatını şekillendiren kriterler de oraya yönelik olmalıdır. Hadiseye bu şekilde yaklaştığımızda Resulullah (sav)’ın sahabelerin şahsında tüm ümmetine seslendiğini, muhatapların hepimiz olduğunu görecek, yapılan tavsiyelerin verilen öğütlerin önemini daha iyi kavramış olacağız.

Resulullah (sav)’ın bizden yapmamızı istediği şeyler çok mu zor? Elbetteki değil. “Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, mü’min, imanı hususunda kendilerine yardımcı olabilecek bir hanım edinmeye çalışma” o kadar.

O zaman zikrin niye bu kadar mühim olduğuna biraz daha yakından bakalım.

Hz. Peygamber bir gün “Hiçbir insan kendisini azaptan kurtarmak hususunda Allah’ı anmaktan daha büyük bir amel işlememiştir” buyurdular. “Ey Allah’ın Resulü! Bu Amel Allah yolundaki cihattan da mı üstündür?” denildiğinde de “Evet, Allah yolundaki cihat da bunun derecesine ulaşamaz. Ancak kişi kılıcı parçalanıncaya kadar vuruşursa iş değişir” cevabını verdiler.[2]

Muaz b. Cebel (ra) şöyle anlatıyor: Son konuşmamızda Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Resulü! Allah Teâlâ katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” diye sordum. “Dilin Allah’ın zikrinden dolayı yaş olduğu halde ölmendir” buyurdular.[3]

Nasıl bu kadar olabilir ki diye garipsemeyelim. Çünkü zikrettiğimiz Rabb’ül âlemindir. Zikrettiğimiz başkası değil bizzat Allah (cc)’tır. Bundan daha yüce bir gaye, bundan daha ulvi bir duygu olabilir mi? Her şeyin maliki, her şeyin hükümranı olan Allah’ın kendisini anan kullarına bağışta bulunması niye garip olsun ki? Ümmetin selametini ve saadetini isteyen Resulullah (sav)’ın ümmetinden bunu istemesinden daha güzel bir şey olabilir mi? Öyle olmasaydı o mübarek insan şunları der miydi?

“Rabbini zikreden/hatırda tutan kimse ile Rabbini zikretmeyen/hatırda tutmayan kimsenin durumu diri ile ölünün durumu gibidir.”

Öyle olmasaydı şu hadise yaşanır mıydı?

“Hz. Peygamber bir gün sahabileriyle birlikte Mekke’ye gidiyorlardı. Cümdan dağının yanından geçerlerken Hz. Peygamber “Yanından geçmekte olduğunuz şu dağ Cümdan dağıdır. Müferridler yarışı kazandılar” buyurdular. Sahabilerin “Ey Allah’ın Resulü! Müferridler kimlerdir?” diye sormaları üzerine de şöyle cevap verdiler: “Başlarına ne gelirse gelsin aldırmayacak kadar Allah’ın zikrine dalanlardır. Zikir onların ağır yüklerini omuzlarından indirir. Böylece bu kişiler kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın huzuruna hafif bir yükle gelirler”[4]

Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber’le birlikte dolaşıyorduk. Birara “Sâbikûn (öncüler) nerede?” buyurdular. Bunun üzerine çevresindekiler “Bir kısmı önünden gitmekte, bir kısmı da arkandan gelmektedir” dediler. O zaman Hz. Peygamber şöyle buyurdular: “Allah’ın zikrine devam eden sâbikûn (öncüler) nerede? Kim Cennet bahçesinde dolaşmak istiyorsa Allah’ı çok zikretsin.”[5]

Evet, cennet bahçesinde dolaşmak, atan kalbimiz ve dönen dilimiz kadar bize yakın.

Resulullah (sav)’ın diğer bir tavsiyesine bakalım: El Muğire b. Şube (ra)’den rivayetle “Şüphesiz Hz. Peygamber (sav) namaza durur ve iki ayağı veya bacağı şişene değin namaz kılardı. ‘Niçin bu kadar namaz kılıyorsun, senin gelmiş geçmiş günahların bağışlanmıştır’ denildiğinde ‘Şükreden bir kul olmayayım mı?’ buyurdu”[6]

Gelmiş geçmiş bütün günahları bağışlanmış, ötesi ismet sıfatına haiz olan, Allah'ın yarattığı varlıkların en hayırlısı, insanlar arasında Allah'a en sevgilisi, ins ve cinin peygamberi Muhammed Mustafa (sav) “Şükreden bir kul olmayayım mı? Diyor. Dikkat edelim, Allah'ın rızasına nail olmuş Resul-i Ekrem bunu söylüyor ve şükrediyor.

Kaldı ki şükretmek mecburiyetindeyiz de. Bunu yapmak fazilet değil, bilakis görevimizi yerine getirmemizdir. Çünkü ‘Şükür, verilen nimetlere karşılık sözlü, fiili ve itikadi senadır’[7] diye açıklanmıştır. Nimetlerin verilişinin inkârı da mümkün olmadığına göre şükrün vazifemiz olduğu da kaçınılmaz olacaktır. Böyle kabul etmek ve böyle davranmak zorundayız. Hem de sözlü, ameli ve de itikadi bir senayla. Çünkü bunlar birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır. Biri olmayınca eksikliğin meydana geldiği bir hal oluşacaktır. Bu nedenle söz, fiil ittikad bir saatin çarkları gibi birbirini döndüren bir yapı olmaktadır. Bir çarkın kırılması nasıl ki saatin çalışmamasına sebebiyet veriyorsa bunlardan birinin eksik kalması vazifemizi hakkıyla yerine getirmememiz anlamına gelecek ve bozuk bir saat konumunda hurdalıkta yerimizi almış olacağız. Neuzubillah.

Hz. Ömer bir keresinde şöyle bir hutbe irat etmiştir: “Ey insanlar! Şunu biliniz ki Allah Teâlâ size şükrü vacip kılmıştır. Sizin herhangi bir isteğiniz olmadığı halde dünyada ve ahirette vermiş olduğu şeyler karşılığında sizlerden kendisine ibadet sözü almıştır. O sizleri kendisine ibadet etmeniz için yaratmıştır. Bunun yerine en zayıf ve en kıymetsiz bir mahlûk olarak da yaratabilirdi. O bütün mahlûkatı sizin için, sizi de sadece kendi zatı için halketmiştir. “Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olanların tamamını siz (in istifadeniz)e musahhar kılmıştır. Nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan etmiştir. Hal böyle iken insanlardan bir kısmı vardır ki hiçbir bilgisi olmadan, hiçbir rehber bulunmadan ve bir aydınlatıcı kitap olmadan Allah katında cedelleşir durur.” (Lokman/20)[8]

Zikredilen son tavsiyeye de bakalım: Mü’min ve imanı hususunda kendilerine yardımcı olabilecek bir hanım edinmeye çalışma. Bugünlerimizi gören, düşeceğimiz hali bilen Allam’ülğuyub olan Allah (cc) ta o günden Resulullah (sav)’a söyletiyor. Mü’min, imanı hususunda, kendilerine yardımcı olacak bir eş. İmanı takviye edecek, sırat-ı müstakimde yürümesine yardımcı olacak, gevşemeden hareket edecek bir eş. Bizim için, toplumumuz için ne kadar da anlamlı ve hikmetli bir söz bu Ya Rabbi. Ne kadar da muhtaç olduğumuz bir anlayış, bir yapı, bir yaşayış Ya Rabb!

Resulullah’a bir kişi geldi ve “Ey Allah’ın Resulü! Ben, kendim, ailem ve malım için korkuyorum” dedi. Hz. Peygamber “Her sabahladığında ve akşamladığında şunu söyle: “Allah’ın ismiyle başlıyorum. Dinim üzerine, nefsim ve aile efradım üzerine ve malım üzerine Allah’ın ismini getiriyorum.” Kişi bunları söyledikten sonra Resulullah’a geldi ve Hz. Peygamber ona “Daha önce gördüğün durumlar var mıdır?” diye sordu. Adam “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, daha önce hissettiklerim yoktur” dedi.[9]

 

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

[1] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandahlevi

[2] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi

[3] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi

[4] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi

[5] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi

[6] Sahih-i Buharî, Muhtasar-ı Tecrid

[7] Muğni-Tüllab

[8] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi

[9] Hayat-us Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.