Muhteşem Sanat: Kainat

Muhteşem Sanat: Kainat

Varlığı ezeli ve ebedi olan; var ettiği her şeyi bir hikmete binaen var eden, insanı yaratıkları içinde “Ahsen-i takvim” şeklinde yaratan

Varlığı ezeli ve ebedi olan; var ettiği her şeyi bir hikmete binaen var eden, insanı yaratıkları içinde “Ahsen-i takvim” şeklinde yaratan, onu yeryüzünün halifesi kılan ve tüm mahlûklarından üstün kılarak “eşref-i mahlûkat” payesine eriştiren, insana ‘Rabbinin adıyla okumayı ve kalemle yazmayı ve daha önce hiç bilmediği ilimleri lütuf ve keremiyle öğreten kâinatın Rabb’ı olan Allah (cc)’a hamd olsun.

Salât ve selam; kâinatın yaratılışının gayesi, tüm mahlûkatın serveri, nebilerin efendisi ve sonuncusu olan efendimiz Muhammed Mustafa’ya (sav); Onun pak âline, güzide ashabına ve kıyamete dek sünnet-i seniyesine tabi olan muvahhid, mücahid, muallim ve müteallimlerin üzerine olsun.

ALLAH’IN KÂİNATI YARATMASINDAKİ HİKMET VE SIR
Kâinatın sahibi olan Allah (cc), mahlûkların tümünü (canlılardan cansızlara ve zerrelerden, kürelere kadar) bir hikmet ve sırra binaen yaratmıştır. Bu hikmet ve sırların başında Allah’ın zatının, sıfatlarının ve bunların muktezası olan kudret ve iradesinin kulları tarafından bilinmesi gelir.

Bu hususta Allah (cc), bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.[i]

Bir hadis-i kudside de şöyle buyurmaktadır:

Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek ve tanınmak istedim. Bu sebeple de beni tanımaları, gizli kemalat ve cemalimi bilmeleri için mahlûkatı yarattım.[ii]

Yukarıda sunduğumuz ayet-i kerimeyi açıklayan bir kısım müfessirler; “li ye’buduni” (Bana ibadet etsinler, diye) kısmını, ‘li ye’rifuni’ (Beni tanısınlar–bilsinler-diye) şeklinde tefsir etmişlerdir.

Hadis-i şerifte de açık bir şekilde görüldüğü gibi Allah (cc), zat ve sıfatlarıyla gizli sırlar hazinesi olan yüce varlığının kulları tarafından bilinmesini irade etmiştir. Bunun için şu muhteşem kâinat ve içindeki nice mahlûkları yaratmıştır.

Bildiğimiz ve bilmediğimiz nice hikmet ve sırlarla dolu olan bu kâinat, ihata edilemeyen bir sanat eseri olarak Sani-i Zülcelâl’in ne kadar yüce bir güç, irade ve harika saltanat sahibi olduğunu göstermektedir.

Her şeyi hikmetle yaratan ve yarattığı her varlıkta sayısız sırlar gizleyen Sani-i Zülcelâl şayet şu sonsuz ve sayısız mevcudatla mücehhez olan kâinat sarayını yaratmasaydı O’nun böyle harika bir sanat sahibi olduğu bilinmezdi. Kâinatın yaratılışı Allah (cc)’ın bu husustaki iradesinin sonucudur.

Bir sanatkâr yaptığı sanat eserinin takdir edilmesi ve beğenilmesini istediği zaman nasıl ki onu birilerine gösterip onların takdirlerini, beğenilerini kazanmak istiyorsa; aynen bunun gibi Allah da şu uçsuz bucaksız kâinat sarayını yarattıktan sonra Cemil ve Kemal isimlerinin tecellisi olan bu sarayda harika sanatının eserini gösterip ibretle seyrettirmek için nice mahlûkatı yaratmıştır. Bu mahlûkların yaratılışı Allah’ın onlara sadece bir “ol” demesiyle olmuştur. Bunların yaratılışına kaynaklık eden madde (cevher) yaratılış şekli ve kısımları hakkında ileride geniş bir malumat vereceğimiz için şu an konunun ayrıntılarına girmeden kısaca şu açıklamayı yapmakla yetiniyoruz:

Allah-u Teala’nın yaratmış olduğu tüm mahlûkat (İnsanlar, cinler, melekler, hayvanlar, bitkiler, cisimler…) kendine has olan lisanıyla Allah-u Teala’yı zikretmekte ve kendilerine verilen görevleri yerine getirmektedirler. Ruhani varlıklardan ‘cinler’ cismani varlıklardan ‘insanlar’ diğer varlıklardan farklı özelliklere sahip olduklarından imtihana tabi tutulup İlahi emirleri yerine getirme ve yasaklardan sakınma suretiyle mükellef olmuşlardır. Bunlar cismen küçük olsalar da kâinatta çok büyük ehemmiyete ve en ileri derecede icra edebilecekleri kuvvelere sahiptirler.

Bununla beraber insan, cinlerden daha da farklı özelliklere sahiptir. Serbestçe dolaşım bakımından cinlerin hareket alanı daha geniş ise de, kabiliyet ve eşyaya hâkim olma hususunda insanlar cinlerden çok üstündürler.

Bu itibarladır ki Allah-u Teala yeryüzüne halife olarak insanı seçmiştir. Kıyamete kadar yeryüzü halifeliği insanlar tarafından yürütülecektir. Bunun için Allah, hilafet makamının misyonunu yüklenen Peygamberleri insanlardan seçip göndermiştir. Cinlerden Peygamber gönderildiğine dair kitap ve sünnette kesin bir delil bulunmamaktadır. Bu durum da cinler Allah-u Teala’nın emirlerini ya bilmediğimiz yollarla almakta ya da insanlara gönderilen şeriatlerden almaktadırlar.

Peygamberimiz Muhammed’in (sav) risaleti ve Ona indirilen Kur'an-ı Kerim tüm âleme şamil olduğundan dolayı Peygamberimiz aynı zamanda cinlere de gönderilmiştir. Bu hakikat nassla sabittir.

İnşallah yazılarımızda bütün bu hususlar salt Kur'an-ı Kerim ayetleri ve sahih sünnet ışığında birer birer anlatılıp tanıtılacak. Öncellikle insan soyunun bir takım özellikleri anlatılacak, ardından yeryüzünde halifelik misyonunu yüklenen, insanlara doğru yolu göstermekte rehber olan, Allah (cc) ile kulları arasında elçilik görevini sürdüren Peygamberler hakkında bilgiler yer alacaktır. Peygamberler tarihi için “usul” mahiyetinde olan bu  tespitlerden sonra Kur'an-ı Kerim’de kıssaları anlatılan Peygamberlerin tarihi Kur'an üslubuyla işlenecektir. Kıssaların işleniş metodunda önce bahis konusu olan bölümle ilgili ayetler sunulacak, ardından tüm tarihi süreçleri ilgilendiren açıklamalar yapılacak ve ondan da güncel dersler çıkarılmak suretiyle günümüz gerçekleriyle anlamlandırılmaya çalışılacaktır.

Şayet tarih; geçmişte yaşanan bazı hadiseleri salt o günün gerçekleriyle alakadar bilgilerden ibaret olarak sınırlanır ve algılanırsa bir hikaye olmaktan öte mana ve değer taşımaz.

Fakat dün, bugün ve yarınla birlikte düşünülüp tüm çağlarda bu üç zaman arasında örülü bağların bulunduğu ve bu bağların var oluşu sebebiyle tarihin zaman zaman tekerrür edebileceği gerçeği gözardı edilmezse işte o zaman tarihe hakiki anlamını kazandırılmış olur. Geçmişte yaşananlar ve edinilen tecrübeler bugünün gerçeklerine ışık tutar. Daha güzel yarınları kurabilmek için de geleceğe kılavuzluk eder. Tevhidi dava adamları için tarihin bu anlamda algılanması son derece önemlidir. Zira dava adamları dünü, bugünü ve yarını birlikte düşünmek zorundadırlar. Kur'an-ı Kerim’in üçte birini teşkil eden Peygamberlerin kıssalarının zikredilmesi bu sırra binaen olsa gerek.

Yazılarımızda bu yöntemi seçmemizin sebebi de budur. Zira bugüne kadar Peygamberler tarihi konusunda yazılan eserlerin salt, katıksız ve yorumsuz olarak yazılmış olması hele hele Kur'an’da zikredilen kıssaların İsrailoğullarının efsaneleriyle karıştırılarak yazılması ve muharref bilgilerle Kur'andaki tarihi olayların tamamlanmaya çalışılması bize bu yöndeki boşluğu hissettirdi. Bu konuda yeterli derecede birikim ve istidata sahip olmadığım ve aldığım medrese kökenli Arapça eğitimi ile Türkçe yazmak bir tekellüf (zorlama) sayıldığından buna bir türlü cesaret edemedim. Fakat bu hususta daha duyarlı olan arkadaşlarımın istek ve tavsiyelerini emir kabul ettiğim ve beklentilerine itiraz edemediğim muhterem bir zatın da teklifi üzerine “Bismillah! ” deyip tevekkülle kaleme sarıldım. Sa’y bizden tevfik Allah’tandır.

Rabbim sa’yımızı rızasına muvaffık olarak hayırlı bir şekilde neticelendirsin. Her türlü sürçme ve tökezlemeden muhafaza edip bizi sırat-ı müstakimde sebat edenlerden eylesin. ÂMİN

İnzar Dergisi


[i] Zariyat S. 56

[ii] Keşfu-l Hefa, C1-S/132
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.