Mü’minler İşlerini İstişare İle Yaparlar

Mü’minler İşlerini İstişare İle Yaparlar

Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir.

“Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir.”[1]

Sosyal hayatta, insanların birbirleriyle istişaresi ve ortak hareket etme duygusu her zaman mevcuttur. Haliyle istişare mekanizması, daima müracaat edilen bir kaide haline gelmiştir. Sadece Müslümanlar değil, diğer tüm topluluklar da birbirleriyle müşavere etme ihtiyacı hisseder. Danışman, müşavir vb. isimler altında istişare mekanizmasını icra ederler.

Allah-u Teala, Sebe Kraliçesi Belkıs’ın, çevresindeki ileri gelenlerle nasıl müşavere ettiğini haber vermiştir. Dilerseniz bu mevzuyu hep birlikte Kur’an-ı Kerim’den okuyalım:

“(Süleyman:) “Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?” dedi. “Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?” (Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Sebe melikesi Belkıs:) Dedi ki: “Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı. Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve ‘şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla’ (başlamakta)dır. (İçinde de:) “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olarak gelin” diye (yazılmaktadır). Dedi ki: “Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (her şeye) şahidlik etmedikçe ben hiç bir işte kesin (karar veren biri) değilim.” Dediler ki: “Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız). Dedi ki: “Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar.” “Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler.” (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: “Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz” dedi. “Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız.” (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) “Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?” dedi.”[2]

Yukarıdaki ayetler dikkatli bir nazar ile tetkik edilirse, Sebe kraliçesinin yanında bir istişare heyetinin olduğu anlaşılır. Güneşe tapan bu topluluk siyasi ve sosyal meselelerini istişare yoluyla halletme azmindedir. Hz. Süleyman (as)’ın etrafında da bir müşavere heyeti vardır. Her toplum kendisini ilgilendiren sorunları çözmede istişare metoduna başvurur ki bu da faydalı bir yöntemdir. İman veya küfürle bir ilgisi yoktur. Nitekim Firavun’un, Hz. Musa (as)’ya karşı mücadele verirken, çevresindekilerle sık sık müşavere ettiği ayetler ile sabittir.

İstişarede bereket vardır. İhlas ve samimiyet dahilinde yapıldığı zaman semeresi ziyadeleşir. Bazen beş kişinin yaptığı icraat, elli kişinin yaptığı icraata mukabil gelir. Bu, tesanüdden hasıl olan bir neticedir. İstişarede hayat vardır. İsabetli sonuçlar verdiğinden dolayı hasaret yoktur. “İstişare yapan pişman olmaz. İstihare yapan da ziyan etmez”[3] Hadis-i Şerifi buna işaret etmiyor mu?

Asrımızda çoğalan batıl ve dinsiz akımlara mukavemet etmek için cemaatleşmek elzemdir. Ferdin, dış etkilere karşı dayanma gücü zayıftır. Hem cemaatin şahs-ı manevisine oranla pek sönük kalır. Haliyle bu mühim mevki atıl kalmamalı. Kelime-i tevhidin misyonunu hakiki anlamda deruhte edecek azimde olmalıdır. Asıl vazife yerine getirilmezse İslami güzellikler parlak bir şekilde tezahür etmez.

Müslümanlar ne zaman dine yönelmişlerse, ona sıkıca tutunmuşlarsa ilerleme noktasında zirveye ulaşmışlar, hatta en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Ne vakit zaaf göstermişlerse, ferdiyetçiliğe kaçıp istişare ve dayanışma ruhunu kaybetmişlerse sefalete düşmüşlerdir. Tarih sayfaları biraz karıştırıldığı zaman bunun örnekleri bariz bir şekilde görülecektir. Sehl b. Saad es-Saidi’den rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Hiçbir kul meşveret dolayısıyla bedbaht olmamıştır. Ve hiçbir zaman da kendi görüşüyle yetinerek mutlu olmamıştır.”

Müminler birbirlerinin velileridir, meselelerini kendi aralarında istişare ederler. Gerek devlet, gerek cemaat, gerek en küçük birim planında, müminlerin işlerini omzuna alan kimse, kaba ve katı olmamak durumundadır. Rahmet kanatlarını açıp şefkatle yaklaşmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de “Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever”[4] buyrulmaktadır.

Şüphesiz ki, İslam dini istişarenin alanını tayin ve tespit etmiştir. Her meselede istişare yapılmaz. Müminler herhangi bir sorun ile karşılaştıkları zaman, önce o meseleyle ilgili kat’i bir nass bulunup bulunmadığını araştırmak zorundadır. Eğer kat’i nass mevcut ise ‘baş-göz üstüne’ diyerek itaat etmek vaciptir. Eğer kat’i nass yoksa ehil kimselerle istişare etmeleri gerekir. Zira Said b. Müseyyeb’den rivayetle ‘kat’i nass bulunmayan meselelerde nasıl hareket edeceklerine’ dair sorulan bir sual üzerine Resulullah (sav): “Müminlerden ilim ve takva sahibi olanları toplayıp istişare ediniz. Bir kişinin reyine göre hareket etmeyiniz.”[5]

Dikkat edilmesi gereken mühim noktalardan biri de, istişareyi her alanın mütehassıslarıyla yani uzmanlarıyla, ehli olanlarıyla yapmak gerekir. Laletayin istişarede bulunmak yarardan ziyade zarar verir. Örneğin; hasta olan bir kimseyi doktor yerine tüccara götürmek akıl kârı mıdır?!... Bu tür dengelere dikkat edip İslamî ölçüler dâhilinde tezyinde bulunmak kârlı bir netice verir.

Kur’an-ı Kerim’deki surelerden birisi de, Şûrâ Sûresi’dir. Bu sûrede “… Onların işleri ise, aralarında istişare iledir…” denilmek suretiyle, istişare yapmak mü’minlerin vasfı olarak zikredilmiştir. Mü’minler, işlerinde birbirlerine danışırlar, acele etmezler. Dinî ve dünyevî işlerini meşveret üzerine tesis ederler. Çünkü başka bir görüşün daha isabetli olma ihtimali vardır. İbn’ul Arabî şöyle demiştir; “İstişare, cemaat için bir ülfet, akılların derinliklerini ölçmek için bir alet, doğruya ulaşmaya sebeptir. Bir toplum istişare edecek olursa, mutlaka doğruya iletilir.”

Yazımı Risale-i Nur’dan bir pasaj iktibas ederek noktalıyorum. “Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm, itab ve nefret, heva ve hevese tabi olanlara olsun. Selam ve selamet, hüdâya tabi olanların üstüne olsun.”[6] (Âmin)

İnzar Dergisi

[1] Şura: 38

[2] Neml: 27-38

[3] Taberani, el-Evsat

[4] Al-i İmran: 159

[5] İbn-i Abdi’lberr

[6] Hutbe-i Şamiye
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.