Müslüman Davetçi İçin Arapça Dilinin Önemi

Müslüman Davetçi İçin Arapça Dilinin Önemi

Dünyada Arapçanın yaygın şekilde kullanılması bakımından Çince, İngilizce, Hintçe ve İspanyolcadan sonra beşinci dünya dili olduğu, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından da kabul edilmiştir. Kimileri de Arapçanın İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça

Dünyada Arapçanın yaygın şekilde kullanılması bakımından Çince, İngilizce, Hintçe ve İspanyolcadan sonra beşinci dünya dili olduğu, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından da kabul edilmiştir. Kimileri de Arapçanın İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça ve Çinceden sonra altıncı resmi dil olarak kabul edildiğini söylerler.

Arapçanın şöhreti ve önemi öncelikle son Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi vesellemin Araplar içerisinden seçilmesi ve ona indirilen Kur’an’ın Arapça olmasıdır. Arapça, Kur’an-ı Kerim’in dili olması sebebiyle Müslümanlar için bir dilden öte kutsal bir iletişim aracı ve bir değer olarak kabul edilir.

İslami kültür külliyatında tefsir, hadis, fıkıh ve akaid gibi temel İslami ilimlerde kaynakların tamamı Arapçadır. Arapça bu kaynakları anlamanın olmazsa olmazıdır. İslam âlimlerinin ulum-u âliye (yüksek ilimler) dedikleri temel ilimlere ulaşmak için, Arapçanın ulum-u Aliye (vasıta ilimler) dedikleri Sarf, Nahiv ve Belâgat gibi ilimlerin mutlaka öğrenilmesine ihtiyaç vardır. Çünkü bunlar olmadan o güzelim ilimlerin künhüne ulaşılamaz, derinliğine inilemez.

Şu halde Arapçaya vakıf olmadan Kur’an’ın derin manalarını anlamaya kalkışmak doğru değildir. Çünkü Kur’an’ın kendisine has birtakım terimleri ve üslubu vardır. Bunları anlayabilmek için Arapça dil kurallarını, mecazını, kinayesini, teşbihini, muhkemini, mücmelini ve tasrihini bilmek gerekir. Bu araç olan ilimlere vakıf olmadan Kur’an’ı yorumlamaya çalışmak asla doğru olmaz.

Bazılarının yaptığı gibi tercümeler ve meallerle yetinerek buna kalkışmak büyük bir hatadır. Nitekim meallerde yapılan vahim çeviri hataları bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. İki mealin birbirini tutmadığına göre mealler Kur’an değildir. Piyasada var olan meallerin hangisinin güvenilir olup olmadığını tespit ederken bile yine Arapçaya ihtiyaç vardır.

İmam Şatıbi ilim talebeleri için Arapçayı bilmenin ne kadar önemli ve elzem olduğunu şu sözleriyle ifade eder: “Arapça, Kur’an ve Sünnetin anlaşılmasına vesile olduğundan, ilim talebelerine onu bilmek vaciptir. Çünkü vesileye maksadın hükümleri aynen uygulanır.” Usulde de şöyle bir kaide vardır: “Bir şey ki, onsuz bir vacip yerine getirilemiyorsa, o şey de vaciptir.”

Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellemin pratikte konuştuğu ve ondan sonra aktarılan hadisleri vasıtasıyla İslam’ı tebliğ ettiği dil, kuşkusuz Arapçadır. Ayrıca Kıraat, Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Akaid gibi temel İslami ilimlerin ana kaynaklarının da Arapça olması bu dilin önemini bir kat daha artırmaktadır. Çünkü bu temel eserleri anlamanın ilk şartı Arapçayı iyi bilmektir.

Kur’an’ın bu derece etkin bir mesaj olmasında dilin bu gibi özellikleri önemli bir yer tutar. Kur’an’ın asırlardır ezberlenerek nesilden nesile hafızlarla aktarıla gelen bir kelam oluşunda da yine Arap diline dair hususiyetlerin etkisi büyüktür. Kur’an Arapça lafzı itibariyle de mucizedir. Öyleyse Arapça, Kur’an’ın en temel unsurlarından biridir.

Kur’an, kendi ifadesiyle daha rahat anlaşılsın diye apaçık ve fesih olan Arap diliyle indirilmiştir. Arapların en asillerinden Kureyş kabilesinden Ümmi bir peygamberin en büyük mucizesidir. Her peygamberin telaki eylediği vahiy, içinde yaşadığı toplumun diliyle olması gerektiği gibi, son peygambere indirilen ilahi kitap da Arapça olmuştur.

Nasıl ki Allah’ın son peygamberinin Arap olması Allah’ın bir seçimi ise, aynı şekilde ona indirilen Kur’an’ın da Arapça oluşu yine Allah’ın bir seçimi ve takdiridir. Bu hakikat inananları ayet ve hadisleri öğrenmeye, anlamaya ve ezberlemeye yöneltmiştir. Böylece sarf, nahiv, lügat, iştikak, belagat, şiir, aruz ve kafiye gibi Arap diline dair ilimlerle; kıraat, tefsir, hadis, fıkıh ve akaid gibi dini ilimler ortaya çıkmış ve gelişmiştir.

Arapça, namazda okunan Kur’an’ın dili olmasının yanı sıra namaza çağıran Erzan’ın da dilidir. Bu sayede, rengi, ırkı, milliyeti, kültürü ve yaşadığı coğrafya birbirinden farklı olan milyonlarca insan, dünyanın herhangi bir yerinde aynı camide bir imamın arkasında namaz kılmakta ve ümmet bilinci ile bir arada hareket edebilmektedir.

Buna göre Arapçanın bir din ve ibadet dili olduğunu ve inananların oluşturduğu kültür ve medeniyetin en önemli parçalarından biri olduğunu ifade etmemiz yerinde olacaktır. Arapça İslami ilimlerin hepsinin anahtarıdır. İslami kültür ve davet yolunda bu dilin önemi ve gerekliliği hakkında alimler ittifak etmişlerdir.

Arapçanın böyle bir değere ve şöhrete ulaşmasında en büyük etken kuşkusuz Kur’an’dır. Zira Arap dili ve edebiyatının kültür ve medeniyete etkisi büyük ölçüde Kur’an sayesinde olmuştur. Bunun İslam medeniyetine katkısına geçmeden önce Kur’an’ın temel bazı özellikleri ve Arap diline yaptığı katkıya, apaçık bir Arap diliyle indirilen Kur’an’ın doğru anlaşılmasının gereğine kısaca değinmek uygun olacaktır.

Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellemin hitap ettiği ilk kitle Hicaz bölgesindeki Araplardır. “Önce yakın aşiretini uyar!” diye buyuran Kur’an, tebliğin öncelikle o bölgede yaşayan insanlara yapılması emrini vermiştir. Kur’an’ın kesin olarak ortaya koyduğu en genel ve değişmez ilke, her peygambere kendi kavminin dili ile kitap verilmiş olmasıdır.

Ancak bu durum, Kur’an’ın sadece o döneme veya yalnızca Arap toplumuna yönelik bir kitap olduğu anlamını vermez. Çünkü onu insanlara aktaran peygamber, sadece bir topluma değil, bütün insanlığa gönderilmiş Allah’ın son peygamberidir. Kur’an-ı Kerim, bu gerçeği şöyle belirtir: “Biz, seni bütün insanlığa ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe: 28)

Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellemin, hicretten sonra tevhide dayalı inşa ettiği yeni toplumun, insanlığı ihya edecek bir medeniyet oluşturmasını, bütün dünya toplumlarına insan hakları ve uygarlık öğretmesini sağlayacak bir medeniyetin esaslarını tebliğ etmiştir. Bu davetin dili Arapça ise de mesajı evrensel, muhatabı tüm insanlardır.

Bu gerçeğe binendir ki, ne zaman hatipler bir konuşma irat etmek isterse, başına Arapça metniyle birlikte bir ayet-i kerimeyi ve bir hadis-i şerifi koymayı tercih ederler. Bununla kendi konuşmalarının ana konusunu belirlediği gibi, itibarını artırıp ona değer katmış olurlar. Zira nesir ile okunan Kur’an’ın Arapça nazmının, farklı bir havası, bir ağırlığı ve heybeti vardır.

Normal sohbetlerinde dahi eğer bir hatip okuduğu ayeti kerimenin veya hadisi şerifin Arapçasını okuyarak manasını açıklıyorsa toplum nezdinde büyük bir itibara mazhar olur. Nitekim toplum içinde buna çok kere şahit olmuşuzdur. Ama eğer sadece Türkçesini veya Kürtçesini okumakla yetiniyorsa ayet meali de olsa halkın buna fazla bir sıcaklığı olmaz. Çünkü onların muhabbeti Kur’an harfleri ile yazılı olan Arapça metinleredir.

Halkın canından, evladından ve her şeyinden daha çok sevdiği Kur’an’larının ve Arapça yazılmış eserlerin bir zamanlar yasaklanması, bu muhabbeti daha da derinleştirmiştir. Halk bu harflerle vaaz eden alimlere daha fazla itibar etmekte ve değer vermektedir. Hatta sırf Arapça bir metin okuduğu için sosyalist ırkçı grubun yandaşı melelere dahi itibar etmekte ve değer vermektedir.

Hatırlıyorum, bir ara söz konusu grubun yayın organında konuşan bir belam hurafe bir metni Arapça okuduğu için bir sürü insanın iğfaline neden olmuştu. Bu özlem öyle bir derindir ki, insanlarımız Arapça yazılı bir reklam parçasını yerde görse onu yerden alıp temiz bir yere bırakır. Bu adamlar o kâğıt parçasının içinde ne yazılı olduğunu bilmez, ama bunun Kur’an hafleri ile yazılı olduğunu bilirler.

Bu özlem, bu hakikat sadece Anadolu halkları için değil, aynı zamanda Arap olmayan bütün dünya Müslümanları için de aynen geçerlidir. Çünkü onlar, tevatüren telaki eyledikleri ve muhabbet besledikleri Kur’an’larını ve Resulüllah sallellahu aleyhi vesellemin hadislerini öyle görmüşler ve öyle görmek isterler.

Sonuç olarak Rabbimiz tarafından bize gönderilen O’nun kelamı Kur’an-ı Mübin-i ve Efendimiz sallellahu aleyhi vesellemin bize miras bıraktığı sahih sünnetini ve bu ikisini açıklayan İslami külliyatları iyi öğrenmemiz ve doğru olarak anlatmamız için Arapçayı iyi öğrenmemiz şarttır. Zira Arapça bizim hem davet dilimiz hem de ibadet dilimizdir.

Şunu da belirtmemiz gerekir ki, Arapçayı bilmeyenler elbette davet ve irşad görevlerini bildikleri herhangi bir dille yapabilir ve doğru bildiklerini açıklayabilirler. Ancak hüküm bildiren meselelerde mütehassis alimlerin denetimi ve direktifleri altında yapmaları gerekir. Yoksa ya bir şeyleri yanlış yapar ya da eksik bırakabilirler.

Nasıl ki, namazda manayı bozacak bir ayeti okuduğumuzda namazımızın fasit olmasına sebep olabiliyorsa aynı şekilde yanlış verdiğimiz bir hüküm de akidemize ve davamıza zarar verebilir, bizi büyük sıkıntılara, vebale sokabilir. Hem davetçi günübirlik düşünmemeli, şimdi söyleyeceği bir sözün yıllar sonra karşısına çıkabileceğini varsayarak mayın tarlasında yürür gibi hareket etmelidir.
Mehmet Şenlik

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.