Night Shyamalan'un Köyü

Artık kendi hikâyelerimizi yazmanın zamanı gelmedi mi?

Durup dururken bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Anlatacağım ama önce bu hafta işleyeceğimiz filmden bahsetmek istiyorum.

Köy Night Shyamalan'un 2004 yılında yaptığı bir film. Altıncı His filmiyle iyi bir çıkış yakalamış ve sürpriz son sahne tarzı ile izleyicide hep üst düzey beklenti oluşmasına vesile olmuştur. Elbette bir hikâyenin sonu ne kadar sürprizlerle doluysa o denli başarılıdır demektir. Bazılarının yaptığı gibi hiç alakası olmayan daha önce gerekli kodlar işlenmeden muhatabın zekâsı ile dalga geçen ve asla tahmin edilemeyecek olan sahnelere sürpriz sahne denilemeyeceğini belirtmek istiyorum. Sinemalar bu örneklerle dolu. Tabi bu ayrı bir konu, şimdilik geçelim bunu.

Altıncı His (1999) filminden daha büyük bir sürpriz sahne var bu filmde. Hatta o sahneyi yazsak yani bir cümleyle tarif etsek filmi izleyecek kişinin bütün heyecanını yok etmiş olacağız. Bu yüzden spoillere girmeden konuyu kısaca özetlemeye çalışalım: Zaman olarak Ortaçağda yaşayan etrafı ormanlarla çevrili bir köy var. (O köy, asla bizim köyümüz değildir!) Köyü yöneten ihtiyarlar heyeti gibi bir heyet var. Hayatın akışı için her şey onların kontrolünden geçiyor. Köyü çevreleyen ormanda turuncu renkli canavarlar yaşıyor. Köy halkı ile aralarında yazılı olmayan bir antlaşma var. Birbirlerinin sınırlarını ihlal etmiyorlar. Köyde canavarı anımsattığı için her türlü turuncu renk yasaktır. Turuncu renkli çiçek bulunduğunda koparılıp toprağa gömülecek kadar hassas bir konudur. Köy halkı geleneklerine sıkı sıkıya bağlı muhafazakâr ve mutlu bir hayat yaşıyor. Herkes birbirini çok iyi tanıyor. Her hafta hep birlikte kilisede toplanıyor ve sıkıntılarını masaya yatırıp bertaraf ediyorlar.

Köyün en gözü kara delikanlısı Lucius Hunt, köy dışındaki yerleşim bölgelerine gidip ilaç ve benzeri ihtiyaçlarını karşılamak için ormandan geçmek istiyor ve bunun için ihtiyar heyetini ikna etmeye çalışıyor. Lucius'a göre kötü niyet taşımadığı için sınırlarını ihlal edeceği turuncu renkli canavarlar onu anlayacak ve hoşgörüyle karşılayacaklardır. Tabii ki ihtiyarlar bunu kabul etmeyecektir.

Köyün iyi kalpli kızı aynı zamanda kör olan Ivy, Lucius'a âşıktır ve onunla evlenmek istemektedir. Ivy'nin akli dengesi bozuk olan kardeşi Noah bu durumdan hiç hoşlanmamaktadır. Lafı fazla uzatmayalım. Ivy'nin kardeşi Noah, Lucius'u bıçakla ağır bir şekilde yaralar. Lucius'un köy imkânlarıyla kurtarılması mümkün değildir. Ama herkes köy dışında ilaç olduğunu bilmektedir. Ivy de ısrarla köy dışına çıkıp nişanlısı için ilaç almaya gitmek ister…

Hikâyenin geriye kalan kısmını izlemeyenlere ihanet olacağı için anlatmayayım.

Film modern zamanı eleştiriyor. Kapitalist dünya ile birlikte artan suç çeşitliliği ve her şekilde bu suç ortamından etkilenmeden yaşamanın mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyor. Belki de etrafımızı izole edip küçük hayatlar kurgulasak ve moderniteden uzaklaşsak kendimizi korumaya alabileceğimizi düşünebiliriz. Ama bu da mümkün değildir.

Suç ve günah, hayatımıza nefs ile birlikte yerleşen bir durumdur. Böylece yasağı ve yanlışı yapmaya meylimiz oluşmuş. Akıl ve vicdan buna gücü oranında direnir, artık ne kadar başarılı olduysa. Suçun olduğu bir yerde mutlaka mağdurlar da olacaktır.

Suç kavramı asla gündemimizden çıkmayacağına göre, suça bakışımızı düzgün bir çizgiye oturtup bununla birlikte yaşayabilmeliyiz. Her şeyden evvel suç toplumun geneline yayılmamalıdır. Suç ya da günah meşru olmamalıdır. Suç çirkin ve suçlu merdutsa yani toplumdan dışlanıyor veya cezalandırılıyorsa vaka-i adiye olmaktan çıkar istisna durumuna düşer. Elbette her hâlükârda işlenen cürümden etkilenmek ve bir şekilde ondan dolayı zarar görmek olasıdır. Ama istisna olduğu sürece bunda bir beis yoktur.

Günümüzde hangimiz sarhoş bir sürücünün şerrinden eminiz? Hangimiz bir magandanın kurşununa karşı zırhla gezebiliyoruz? Hangimiz kem gözlerden kendimizi koruyabiliyoruz? Hangimiz sahip olduğumuz varlıkları koruyabilme endişesi ile bedel ödemiyoruz? Çocuklarını kim, içi rahat bir şekilde sokağa salabiliyor?

Suçun psikolojisi ve sosyolojisi uzun bir konudur. Ama bu filmi izlerken yaşadığımız dünyanın tehlikelerle çevrili oluşu ve kaçınılmaz risklerle birlikte yaşıyor olmak canımı biraz daha acıttı. Dağ başında, insanların şerrinden emin yaşayan bir köylü kadar rahat olamadığım için kendimi suçladım, aileme karşı yeterince görevimi ifa edemediğimi düşündüm. Aslında bu da bir çözüm değildir. Night Shyamalan da bunu anlatmaya çalışıyor.

Her derdin devası sevgidir. Sevgi dışında her yer tehlikelidir. Sevginin olmadığı yerde hiçbir değeri koruyamayız. Ancak sevmeyi bilenler hırsı, kibri, çıkarı, şöhreti, sahip olma tutkusunu terk edebilir, ancak sevebilenler her şeylerinden vaz geçebilirler. Şair şöyle diyordu: “Sevginin olduğu yerde tehlike yoktur” Şairi hatırlayamadım, şiiri de kötü çevirdim, ama tam olarak bunu söylüyordu.

Film 11 Eylül'den sonra yapıldığı için yönetmen bundan etkilenmiş diyenler var. Ama ben daha çok köyün etrafını çevreleyen ormanlardaki canavarların turuncu renkli kıyafetleri ile Guantanamo hapishanesinde tutulan mazlumlara giydirilen kıyafetin turuncusu arasındaki inanılmaz benzerliğe dikkat çekmek istiyorum. Midem bulanıyor. Bunun bir tesadüf olabileceğini ispat eden olursa kendimi affetmeyeceğim.

Ve işte tam da bunun için artık kendi hikâyelerimizi yazmanın zamanı geldi de geçiyor diyorum. İnsanı anlatan böyle müthiş hikâyeleri bile, vahşetlerini ve zulümlerini aklamak için kullanmaları beni deli ediyor. Elbette kızgınlığım onlara değil, bizim dirayetsizliğimize ve kifayetsizliğimize…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.