Önderlik Çok İnatçıdır, Oynanmaz Onunla!

Önderlik Çok İnatçıdır, Oynanmaz Onunla!

Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere İmralı’ya giden BDP heyeti “Kürt ulusalcılığının iradesi/ önderlik”ten barış sürecine dair neler dinledi? Hangi talimat veya nasihatlere muhatap oldu? “Kim sızdırdı?” sorusu üzerinde fazlaca vakit kaybetmeye gerek yok.

Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere İmralı’ya giden BDP heyeti “Kürt ulusalcılığının iradesi/ önderlik”ten barış sürecine dair neler dinledi? Hangi talimat veya nasihatlere muhatap oldu? “Kim sızdırdı?” sorusu üzerinde fazlaca vakit kaybetmeye gerek yok.

“Tutanakların sızdırılmayla amaçlanan neydi, kimler nasıl kullanılıyor ve pozisyon alıyor?” meselesi üzerinde kafa yormaya devam edelim elbette. Fakat bununla birlikte sızdırılan bilgiler üzerinden sürecin neresinde olduğumuzu anlamaya yönelmenin daha önemli olduğunu unutmayalım. Zaten süreci sekteye uğratma amacı taşıdığı ağırlık kazanan “tutanak sızdırma” operasyonu hedeflenen etkiye kapı aralayamadı. Açıkçası yaşanan onca hadiseden sonra toplumun ne kadar şerbetlenmiş olduğuna dair yeni bir test daha başarıyla geçilmiş oldu.

Çifte Kavrulmuş Ajitasyon

Öcalan’ın tutuklanmadan önce de tutuklandıktan sonra da yazdığı yazılar ve geliştirdiği ilişkilerin hemen her zaman konjonktürel olduğu inkâr edilemeyecek bir vakıa. Hızla değişen söylem ve ilişkiler ağında kendini merkeze alarak geliştirdiği siyaset biçimi örgütü ve tabanında (sosyalist ve liberal dostlarını da ekleyelim buraya) rahatsızlık yaratmak bir tarafa Öcalan’a olan hayranlığı arttıran bir işlev görüyor. Siyaset dehası, strateji ustası, halkın iradesi vs. gibi yüceltici sıfatlar açıktan veya dolaylı olarak sarf edilirken pragmatizme hatta oportünizme sıkılıp usanmaksızın selam duruluyordu aslında.

Fakat öteden beri “siyaset dehası, strateji ustası ve halkın iradesi” olarak yüceltilen Öcalan değişen ve gün geçtikçe derinleşen güç dengelerine uygun konumlanıp da dümeni AK Parti Hükümetiyle müzakere masasına doğru kırınca ciddi bir hayal kırıklığı ve telaş aldı birilerini. Tartışmasız önderlik iradesine şirk koşan örgüt temsilcileri mi dersiniz… Önderlikten gelen lütuflarla prestij elde eden aydınların nankörlüğü mü dersiniz… Ulusalcılığın Kürtçü olanını makbul sayıp diğerlerine savaş açanların dut yemiş bülbüle dönmesi mi dersiniz… Anlaşılan o ki, Başbakan Erdoğan’ın ısrarla sürdürdüğü barış sürecine Öcalan’ın da destek vermiş olması epeyce ofsayt pozisyonu yarattı.

Uzun yıllar siyaset sahnesinde ulusal ya da küresel birçok aktörle dans etmiş Öcalan’ın şimdilerde ‘kavalye’ olarak AK Parti Hükümetini (daha doğrusu Başbakan Erdoğan’ı) seçmiş olmasını estetik ve etik olarak içine sindirmeyen dostları var. Barış sürecinin ‘onurlu’ olmasını silah bırakmamaya, sınır dışına çekilmemeye özellikle de AK Parti iktidarına güvenmemeye bağlayan Kürt ulusal hareketinin dostlarını pek de tatlı olmayan bir telaş (panik mi demeliydik?) sarmış durumda.

Bu telaş dolayısıyla olacak ki, savaş karşıtlığı ve barış aşkı dillere destan olmuş kimi liberal kimi sosyalist tandanslı aydın-sanatçı korosundan dinlediğimiz türküler, İmralı süreciyle beraber pek bir yanık okunur oldu. Savaşın zarureti ve barışın imkânsızlığı üzerine nutuk söylemenin moda olduğu gözlerden kaçacak gibi değil. Öyle ki bu nutuklar Türk-Kürt milliyetçiliği üzerinden kışkırtılan kan davasını sürdürmenin mantıksal, ahlaki ve hukuki zeminini inşa etmek üzere yarışa girmişler adeta.

Hükümeti ama daha önemlisi barış sürecini felç etmesi amacıyla sızdırılan tutanaklarda yer alan bazı ifadeler bırakın sabote etmeyi bu girişimi toplum nezdinde itibarlı kılacak sözler de içermiyor değil. Mesela Öcalan’ın BDP’li heyete sarf ettiği şu üç cümle gibi: “Herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’. Şunu iyi bilin devlet de ben de vazgeçemeyiz. Tarihi bir barış ve demokratik yaşama geçiş.

Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almaya kararlı bir siyasi irade karşısında Kürt milliyetçiliğine yer olamayacağının en azından Öcalan farkında. Türk ulusalcılığını siyaset sahnesinden tasfiye eden sürecin Kürt halkına asimilasyon ya da çatışma seçeneklerine sıkışmaktan başkaca sunacağı şeyler var. Öcalan’ “eski yaşam alışkanlıkları top yekûn bırakmak gerekir” sözünü teyit ediyor ama şöyle genişleterek “dostlarımızın ve halkımızın eski kalıp mücadeleleri bir kenara atmaları lazım.”

Silahlı mücadeleyi teşvik eden, silahlı mücadeleden vazgeçilmesi için gerekli zeminin oluşmadığını izah eden, laik-ulusalcı çizgiden ödün verilmemesini öğütleyen mazlum “Kürt halkının elitist Türk dostları” böyle ikaz ediliyor aslında. İtirazı olan üstüne alınmasın ama “mücadele”nin dili de araçları da dostları da değişime mecbur tutulacak önderlik eliyle.

Öcalan’ın sık sık taktik değiştirdiği söylense de artık strateji değişimi için güçlü işaretler verdiğine gözleri kapamanın faydası yok. Öcalan, İmralı’daki yılları içerisinde tutunduğu bütün dallar elinden kaymış bir adam. Kaybedecek fazla bir şeyi yok. Ayrıca AK Parti Hükümeti’yle uzlaşmaktan başka bir çaresi de görülmüyor. Onu bu sürece zorlayan şey Kürt hareketinin sıkışmışlığından daha önce kendi durumu.

Yeni Dönemde Eski Yöntem

Bakın Başbakan Erdoğan’a paralel seyreden bir biçimde nasıl AB ve ABD’ye aynı anda ‘rest’ çekiyor: “Yeni darbe Brüksel ve ABD’de planlanıyor. Türk-Kürt ilişkilerini yeniden tanımlamam işlerine gelmiyor.” Üstelik MİT’e ama özellikle de Müsteşarı Hakan Fidan’a canhıraş bir biçimde sahip çıkıyor. Yetmiyor İsrail, Rum ve Ermeni lobilerine karşı sesini yükseltiyor.

Yükselen (AB, ABD, İsrail karşıtı) değerlere ve söylemlere bu kadar sıkı yapışan Öcalan’ın AK Parti hükümetini ayakta tutan mutlak irade olarak kendini takdim etmesi onun ruh halini bilenler için hiç de şaşırtıcı değil. Hatta “benimle oynanmayacağını özellikle AKP’ye anlatmalısınız. AKP’lilerle konuşun anlatın” cümleleri açıkça “kızım sana söylüyorum gelinim sen işit” misalini andırıyor. Çünkü Öcalan gelen heyetin kulağına çok güzel bir küpe takıyor: “BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem.” Heyetin sadece kendilerine verilen mektupları adreslere teslim etmekle değil aynı zamanda Önderlik tarafından kendilerine verilen sözlü talimatları, ruh halini ve kararlılığı da aktarmakla mükellef olduğunu herkes biliyor.

Heyet (AB adına) sosyalist milyarder Osman Kavala’nın selamını ve endişelerini iletiyor. Ama Öcalan mukabele ederken Kavala’ya değilErtuğrul Kürkçü’ye söylüyor selamını: “O anlar... 40 yıldır Türk solunu taşıyorum.” Daha fazla taşır mı, taşırsa hangi şartlarda taşımaya devam eder, gibi soruları düşünmeye değer.

Tutanaklara çok sıkı tutunmanın bir âlemi yok. Ama sürece dair birinci el kaynağa en yakın bilgiler onlar gözüküyor şimdilik. Velhasıl Öcalan’ın görüşme tutanaklarını Kürt ulusal hareketinin sadece sosyalist ve liberal hareketle ilişkisi bağlamında değil uluslararası konumlanışı açısından da okumaya çalışmanın faydaları sayılamayacak kadar çok.

Kenan Alpay/Haksöz

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.