Onlar Mallarıyla ve Canlarıyla Cihad Ederler

Onlar Mallarıyla ve Canlarıyla Cihad Ederler

Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ederler, sonra şüpheye düşmezler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler! İşte onlar (imanlarında) gerçekten sadık olanlardır.

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ederler, sonra şüpheye düşmezler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler! İşte onlar (imanlarında) gerçekten sadık olanlardır.”[1]

Cihad, Allah (cc)’ın dini için; can, mal, dil ve diğer vasıtalarla elden gelen gücü sarfetmektir. Sarfedilen gayret ve azim sadece Allah (cc)’ın dini ve rızası için olmalıdır. Başka akımlar ve izmler adına yapılan mücadele cihad değildir. Kur’an-ı Kerim’de mükerrer olarak tekrar edilen “Allah yolunda savaşırlar” tabiri, tevhid yolundan başkasını kabul etmiyor. Allah (cc)’ın dini için yapılmayan mücadeleler batıl sayılmış ve çekilen sıkıntılar da boşa gitmiştir. Hz. Âdem (as)’den itibaren tüm peygamberler, insanları Allah (cc)’ın dinine teslim olmaya davet etmişler ve yüklendikleri emaneti yerine getirmelerini istemişlerdir. Sadece O’nun rızası ve O’nun dini için mücadele etmek, malını ve canını feda etmek… Bundan daha kârlı bir amel olabilir mi?!...

Dünya iki kapılı bir han gibidir, insan ise yolcudur. Bir kapıdan girer, bir müddet kaldıktan sonra diğer kapıdan çıkar. Fani âlemden baki âleme yolculuk yapar. Doğumundan ölümüne kadar olan müddette yaptığı yolculuk imtihan ve hizmetler ile doludur. Allah (cc)’a kulluk için yaratılan insanın dünya hayatı geçici ve fanidir. Ömür kısa olmasına rağmen vazifeler çoktur. Dünya ise sahipsiz değildir, gerçek bir maliki vardır. Dünyevi hayat ve dostluklar mezar kapısına kadar olduğuna göre iyilik ve kötülüklerin karşılıksız kalmayacağı güne hazırlık yapmak, din-i mübin için mücadele etmek kurtuluş yoludur. Mü’minler Allah’ın adını yüceltmek ve O’nun dininin hâkim olması için mücahede etmekle mükelleftir. “Allah yolunda hakkıyla cihad edin…”[2] buyruğuna muhatap olduğunun idrakiyle yaşamını tanzim etmelidir. Evet, Allah (cc) yolunda hakkıyla cihad etmek!.. Yani nefsi heva ve heveslerden uzak tutup nefis ile cihad! Vesveseleri ve desiseleri reddetmek suretiyle şeytana karşı cihad! Zulümlere boyun eğmeme uğrunda zalimlere karşı cihad! Küfrü bertaraf etmek için kafire karşı cihad!...

“(Ey Mü’minler!) hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Umulur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama; o sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki bir şeyi de seversiniz, hâlbuki o sizin için bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz”[3] ayet-i kerimesiyle cihad Müslümanlar üzerine farz kılınmıştır. Herhalukârda cihad etmek farz-ı kifayedir. Özel durum ve sebeplere binaen bazen de farz-ı ayn olur. Cihadın farz kılındığı ayet-i kerime pek latif ve derin manalarla yüklüdür. “Hoşunuza gitmese de…” ifadesiyle ne demek isteniyor acaba? Zahire göre hareket edilip düşünüldüğü takdirde cihad dolayısıyla malını harcamak, aileden ayrılmak, yaralanmak ve ölmek neticeleri var. Vesveseler bu cihetten hücum edip kişiyi tereddüde sevk eder. Dünyevi hesaplardan sıyrılıp tam bir teslimiyet ile âlemlerin rabbi olan Allah’a iltica ettiği zaman vesveseler ve endişeler söner, kaybolup gider. Nihayetinde ayet-i kerimede iş’ar edilen şu manayı ölçü alır: Sizler cihattaki zorlukları ve sıkıntıları hoş görmeyebilirsiniz. Hâlbuki o sizin için daha hayırlıdır. Zira yapacağınız cihad ile galip gelirseniz zafer kazınırsınız, amel defterinize ecirler yazılır. Şayet ölürseniz şehid olarak ölürsünüz. Sorgusuz, sualsiz cennete girersiniz. Hâlbuki sizler rahatınıza bakıp cihadı terk etmeyi seviyor olabilirsiniz. Lakin bu vaziyet sizin için daha kötüdür. Çünkü zillet altında zelil bir şekilde yaşamaya mahkûm olursunuz. Mağlup edilip elinizdeki imkânları kaybedersiniz.

Mü’minler hayatın her safhasında cihadı yaşamlarına tatbik etmelidirler. “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin”[4] düsturuyla hareket edip ebedi mutluluğu yakalamak için yola koyulmalıdırlar. Malını Allah (cc) yolunda harcamak bir eksiklik demek değildir. Aksine hem dünyada, hem ahirette kâr üstüne kâr etmektir. Canını Allah (cc) yoluna adamak ve bu uğurda ölmek yokluk veya dünya hayatının sönmesi demek değildir. Aksine yeşil kuşun kursağında cennete uçmaktır. Peygamberlerin dahi arzu ettiği o yüce makama kanatlanmaktır. Bir nimet olarak bahşedilen dil uzvunu Allah (cc) yolunda kullanmak tehlike ve risk değildir. Aksine küffara küfrünü, zalime zulmünü haykırmaktır. Her fırsatta hakkı tebliğ etmektir, insanları irşad etmektir. Dil gönle nüfuz ettiğinden etkisi pek şiddetlidir. Zira ok yarası geçer ama dil yarası geçmez.

Mü’minler Allah (cc) yolunda, kâfirler tağut yolunda savaşırlar. Yapılan cihad sadece İlahî rıza için olmalıdır. Süt gibi berrak ve halis bir niyet olmalıdır. Gösteriş, rütbe, ganimet ve sair maksatlarla hareket etmek tek kelime ile ‘ziyan’dır. Bu mevzuda bahsedeceğimiz bir örnek işin vahametine kifayet edecektir sanırım. Medine’de yaşamakta olan Kuzman adlı bir şahıs Uhud Savaşı’nda Müslümanların safında yerini almaktadır. Savaş başlar, Kuzman kahraman bir şekilde önüne gelen müşrikleri devirmektedir. Sahabeler daha önceden Kuzman hakkında Resulullah (sav)’a haber vermişlerdi. Resulullah (sav) da; “O cehennemliktir” buyurmuştu. Sahabeler şaşkın. Müslümanların safında yer alıp bunca kahramanlık gösteren niçin cehennemlikti acaba? Şüphesiz ki Resulullah (sav)’ın iki dudağı arasından hakikat dışında bir şey çıkmazdı. Kuzman savaşta ağır yaralar alır. Sahabeler ona yaklaşır ve derler ki: “Müjde sana, cesaret gösterip imtihanı kazındın.” Kuzman; “Ne müjdesi! Ben ancak kavmimin şerefi için savaştım” der. Daha sonra savaşta aldığı yaraların amansız ağrılarına dayanamayarak kılıcıyla intihar eder.

Cihad sancağı kıyamete dek dalgalanmaya devam edecektir. Hak ile batılın mücadelesi de devam ettikçe işkenceler ve sürgünler sürecek, zindanlar boş kalmayacak, şehidler ve gaziler olacak… Bunlar dünyadaki imtihanın birer neticesidir. Ne mutlu o Allah erlerine ki ahirete karşılık dünya hayatına razı olmazlar. Eziyet ve zorluklardan dolayı yere mıhlanıp kalmazlar. Onlar biliyorlar ki ahiretteki rahatlık ancak dünyadaki yorgunlukla elde edilebilir. Allah (cc)’ın emirlerini imtisal edip nehiylerinden sakınmakla menzile adım adım varırlar, müjdelenen mükâfatlara mazhar olurlar.

İbn-i Abbas (ra) anlatıyor: Resulullah (sav)’ın şöyle söylediğini işittim: “İki göz vardır, onlara ateş değmez; Allah için ağlayan göz ile Allah yolunda sabahlayan göz.”[5] Ebu Said (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) bir gün şöyle dedi: “Kim Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, peygamber olarak Muhammed (sav)’den razı ise ona cennet vacip olmuştur.” Bu söz hayretime gitti ve:

-Ey Allah’ın Resulü, bir kere daha tekrar eder misiniz?’ dedim. Aynen tekrar etti ve ardından da şunu söyledi:

-Bir başka şey daha var ki; Allah, onun sebebiyle, kulun cennetteki makamını yüz derece yüceltir. Bu derecelerden ikisi arasındaki uzaklık sema ile arz arasındaki mesafe gibidir.” Ben;

-Öyleyse bu nedir?” dedim. Şu cevabı verdi:

-Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad!”[6]

Samimi bir şekilde Allah (cc)’ın dinine temessük edildiği zaman “Nice az topluluk, daha fazla bir topluluğu Allah’ın izniyle yenmiştir”[7] hakikati tezahür edecektir. Azlık ve çokluk o kadar mühim değildir. Önemli olan kalite ve sadakattir. Tarih şahittir ki sadece rablerine teslimiyet gösterenler, kendilerinden sayıca beş kat, on kat fazla olan kâfirleri mağlup etmişlerdir. Asr-ı saadet dönemi buna en güzel bir örnek değil mi? Peki ya şimdi? Ebu Cehiller, Ebu Lehebler kıtalar dolaşıyor. Putlar modernleşmiş, fikirlere tapılır hale gelinmiş. İslam’ın ismi, dinin resminden başka bir şey kalmamıştır. Fitne, fesat ve tuğyan başını almış gidiyor. İslam beldeleri istila edilmiş durumdadır. Mihnetler büyüdükçe büyümüş. Meleklerin yardımı gelmez olmuş… Evet, daha birçok sebep ve netice... Tüm bunlar ellerimizle kazandığımız kötülükler sebebiyledir. Allah’ın nusretini kazanmanın yolu Kur’an-ı Kerim’e sıkıca sarılmak ve Nebevi hareketi kâmil manada teneffüs etmek ile olur. “Allah elbette kendi (dini)ne yardım edene yardım eder.”[8] “Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat gösteriniz. Allah’ı da çokça anın ki felaha kavuşasınız.”[9] İşte zafere götüren sebepler ve zaferin şartları bunlardır. Sebat etmeden, sabır gösterilmeden başarıya ulaşmak zordur. Peygamber olmalarına rağmen Hz. Zekeriyya (as) testere ile ikiye bölünmüştür, Hz. Yahya (as) baltalarla doğranmıştır. Ashab-ı Uhdud hadisesinde müminler diri diri ateş çukurlarına atılmıştır. Acaba bizim canımız daha mı aziz ki dinimiz için gerekli sebat ve gayreti göstermiyoruz?... “Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin ve onları rezil etsin, hem onlara karşı size yardım etsin ve mü’minlerden bir topluluğun gönüllerine şifa versin.”[10]

Şeytan’ın hileleri ve aldatma şekilleri farklı farlıdır. Özellikle insanın bağımlı kaldığı hususlarda can alıcı noktadan yaklaşır. Dünyayı daha sevimli göstermeye çalışır. Baba, oğul, eş, mevki, makam ve mal sevgisine aşırı bir şekilde yönlendirip kulluk vazifesini köreltmeye yeltenir. Kimisi zafiyet gösterir, aile ve eşlerin yalvarmalarından rikkate gelip mücadelesinden vazgeçer. “De ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, Resulünden ve O’nun yolundan cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Çünkü Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez”[11] tehdidi ile karşı karşıya kalırlar. Kimisi de zorluklara göğüs gerip sebat gösterirler. Allah (cc)’ın dininin hâkimiyeti için ser verip serden geçerler. “Altlarından ırmaklar akan cennetleri” kazanırlar.

Resulullah (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Şüphesiz ki şeytan Âdemoğullarına karşı üç yerde oturmuş (pusu kurmuş)tur. Ona karşı İslam’a giden yolda oturmuş ve ona; ‘Niçin kendi dinini ve atalarının dinini bırakıyorsun?’ demiştir. Kişi ona muhalefet ederek İslam’a girer. Yine şeytan ona karşı hicrete giden yolda oturur ve ona; “Malını ve aileni mi bırakacaksın?’ der. Kişi ona muhalefet eder ve hicret ettikten sonra bu sefer cihada giden yolda ona karşı oturur ve ona şöyle der: ‘Sen cihad edeceksin ve öldürüleceksin. Hanımını başkası nikâhlayacak, malın ise paylaştırılacak. Kişi bu hususta ona muhalefet edip cihad ederse, artık Allah’ın onu cennetine koyması Allah üzerindeki bir hakkıdır.”[12]

Hülasa tevhid bayrağının yükselmesi için mal, can ve dil ile cihat etmek elzemdir. “Menfaatim dokunmadığı gibi zararım da olmuyor. Bu yüzden mazurum” mazeretleri kabil değildir. Tembellik gösterip neme lazım tavrına bürünmek büyük bir zarardır. Allah’a intisap edip O’na dayandıktan sonra Allah için çalışmak, Allah için yapmak, Allah için işlemek her müminin görevidir. Lafız olarak kısa, mana olarak gayet derin olan “Hayat iman ve cihad” vecizesi güzel bir şekilde özümsenmeli, “Öbür dünya yurdun ise bu dünyada gözün niye?” sözü tefekkür edilmelidir.

İnzar Dergisi

[1] Hucurat: 15

[2] Hacc: 78

[3] Bakara: 216

[4] Ebu Davud-Nesai

[5] Tirmizi

[6] Müslim-Nesaî

[7] Bakara: 249

[8] Hacc: 40

[9] Enfal: 45

[10] Tevbe: 14

[11] Tevbe: 24

[12] Nesaî
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.