Sağlam temel ve sağlam binanın yolu, tedricilik

Sağlam temel ve sağlam binanın yolu, tedricilik

Tedricilik yaşadığımız mülk âlemini sebepler üzerine bina eden Allah-u Teala’nın bu âleme yerleştirdiği sünnetlerinden biridir.

Tedricilik yaşadığımız mülk âlemini sebepler üzerine bina eden Allah-u Teala’nın bu âleme yerleştirdiği sünnetlerinden biridir. Canlıların yaratılış ve gelişleri tedricen olduğu gibi âlemimizdeki diğer tüm değişim ve başkalaşımlar da yavaş yavaş ve bir süre zarfında gerçekleşirler. Kimi zaman değişim anı birden olursa da öncesinde onu bu seviyeye getiren bir süreç muhakkak ki yaşanmıştır.

İslami Davet hareketlerini de bu sünnetin ışığında değerlendirmek zorundayız. Elbette ki Allah-u Teala, dilediği her an İslamı ve Müslümanları büyük bir zafere ulaştırabilir. Ancak Müslümanların planlarını buna göre değil de somut şartlara ve Allah'u Teala’nın, hayatı üzerine bina ettiği kurallara göre yapma zorunlulukları vardır. Bu kurallardan biri de tedriciliktir. Yani derece derece, azar azar, yavaş yavaş gitme, olma, ilerleme durumu…[1]

Kâinatı yarattığı kurala uygun olarak Allah'u Teala, insanlara kolaylık olsun diye dini emirleri de yavaş yavaş, derece derece emretmiş. İnsanları birden ağır yükler altına sokmamıştır. Namaz ve oruç gibi farzların emrinde de, içki ve faiz gibi haramların nehyinde de tedricilik metoduna başvurulmuş, böylece alıştıra alıştıra insanların bu uygulamalara ülfeti oluştuktan sonra kesin emir ve yasaklar gelmiştir.

Hz. Aişe validemiz Kur’an-ı Kerim’in nüzulündeki tedricilikten bahsederek şöyle demektedir:

“İlk nazil olan sure mufassal surelerden biri idi. Bunda cennet ve cehennemden bahsediliyordu. Helal ve harama dair hükümler ise ancak insanlar İslam’a tam olarak ısındıktan sonra nazil olmaya başladı.[2]

Resulullah (sav)’ın Muaz b. Cebel’i (ra) Yemen’e gönderirken yaptığı tavsiyeler de davetteki tedriciliği göstermesi bakımından önemlidir:

“Muhakkak ki sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet etmeye davet et şayet buna itaat ederlerse, Allah'ın kendilerine bir gündüz ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu kabul edip itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere kendilerine zekâtın farz kılındığını haber ver. Buna da itaat ettikleri takdirde mallarının en kıymetlilerini almaktan sakın! Mazlumun bedduasını almaktan çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında perde yoktur.”[3]

Ashabına bu şekil tedriciliği emreden Resulullah (sav) elbette ki kendi davetinde de buna uygun davranmıştır. Hz. Peygamber’in (sav) tebliğ ve davet metodunu inceleyenler bunları çeşitli merhalelere ayırmış ve her merhalenin kendine has özelliklerini tespit etmişlerdir.

Ancak bugün için Asr–ı saadette hangi merhalenin nerede başlayıp nerede bittiğinin ayrıntılı tespitini ve aşamalarını, sayı, isim ve sürelerini bir tarafa bırakıp Mekke dönemi veya Medine dönemi gibi tartışmalara da girmeden kendimiz için şu sonuca ulaşabiliriz:

Kur’an-ı Kerim’de ‘Fitne kalmayıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar’ şeklinde zikredilen hedefe yine Kur'an ve sünnetin yönlendiriciliğinde durumumuzu ve şartlarımızı da göz önünde bulundurup yavaş yavaş ve merhale merhale ulaşmaya çalışmalı, davet görevini bu şekilde tedrici olarak yerine getirmeliyiz.

Bu tespitten sonra davet hareketleri için iki yönlü bir tedricilikten bahsedebiliriz. Bir yönüyle hareketleri de toplumlar gibi insan bünyesine benzetmek mümkündür. Onların da çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemleri vardır. Bu dönemlerin her birinde bünyenin kaldırabileceği yük ve sorumluluklar farklı farklıdır. Yani aşama aşama çocukluktan olgunluğa doğru bu gelişim ve tekâmül ve bu gelişime paralel olarak daha çok yük ve sorumluluk altına girme söz konusudur. Dolayısıyla her merhaleye uygun davranışlar sergilenmeli, kaldırılamayacak yüklerin altına girilmemelidir. Bu aşamalar gözetilmeden davranıldığı zaman bünye bu yükü taşıyamayacağı gibi, bünyenin tahribine kadar varan sonuçlar da doğabilir. Süt çocuğundan et yemesi istenmeyeceği gibi, emekleyen çocuktan koşması da beklenemez.

Tedriciliğin ikinci yönü ise bir bina inşası gibi önce sağlam bir temel, ardından duvarlar ve çatı ile binanın tamamlanmasıdır. Bina yapımında tekâmülden ziyade birini biri üzerine inşa etme söz konusudur. Dolayısıyla aşamalardan birinin eksikliği veya yetersizliği tüm binanın eksik veya yetersiz olması sonucunu doğurur. Özellikle de temelin çürüklüğü, üzerine bina edilen tüm yapının en ufak bir sarsılışta yıkılması sonucunu doğurabilir.

Davetin genel gidişatında uygulanacak tedricilikle beraber özel olarak davet edilen insanların İslam’a kazandırılması ve yetiştirilmesinde de tedricilik prensibine uymak gerekmektedir. Bizim için örnek olan Resulullah (sav)’ın uygulaması da bu şekilde idi.

Cündeb bin Abdullah (ra) anlatıyor:

“Hz. Peygamber’le birlikte iken ergenlik çağında gençler idik. Kur'an’ı öğrenmeden önce imanı öğrendik. Kur'an'ı daha sonra öğrendik ve onun sayesinde imanımız arttı.”[4]

Mekke ve Medine’de nazil olan ayeti kerimeler karşılaştırıldığında Mekke’de daha çok akidevi konuların işlendiği ayeti kerimeler nazil olurken Medine döneminde ise çoğunlukla muamelatla ilgili hükümleri barındıran ayetlerin nazil olduğu görülecektir.

Hem Kur’an-ı Kerim’in inzalindeki bu öncelik hem de yukarıdaki hadis–i şerifin ışığında diyebiliriz ki bugün davetçilerin öncelikle sağlam bir akide ve tahkiki bir iman üzerinde durmaları gerekmektedir. Davet edilen insanlarda sağlam ve tahkiki bir iman oluştuktan yani şahsın Allah'u Teala ile sağlam bir bağı kurulduktan sonra bu şahıs Allah'u Teala’nın diğer emirlerini de elbette ki kolaylıkla ve istekle yerine getirecektir.

Sağlam bir iman oluştuktan sonra dinin diğer hükümlerinin kişiye ne kadar kolay geldiğini Ashab–ı Kiramın (radiyallahu anhum) şu anlatımında da görebiliriz:

“Resulullah (sav), bu dini ve Kur’an-ı Kerim’i bize bir defa da tebliği etseydi, bu teklif bize çok ağır gelirdi ve biz Müslüman olmazdık. Fakat O, ilk önce bizi tek bir kelimeye; Allah'ın birliğine çağırdı. Biz de kabul ettik. Böylece imanın tadına erdik. Şeriat tamamlanıncaya, dinin ahkamı tamamlanıncaya kadar bu, kolaylıkla devam etti.”[5]

Diğer taraftan sağlam bir iman oluşmadan insanların yapacakları ameller de bereketsiz ve ihlâssız olacağı gibi sürekliliği olmayan anlık heveslerden öteye geçemeyecektir.

Henüz iman kalplerine yerleşmeden İslam dairesine giren bedevilere Hucurat suresinde şöyle hitap ediliyor:

“Bedeviler ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘(Siz aslında gerçekten) iman etmediniz; fakat ‘teslim olduk!’ deyin; çünkü iman henüz kalplerinize girmemiştir.” (49/14)

İmani konular anlatılırken ve insanlar buna çağrılırken Felsefî ve Kelamî metotlara başvurmak olumsuz sonuçlar doğurur. Çünkü bu metodlar teori verir fakat iman vermez. Ayrıca birçok şüpheyi de beraberinde getirir. Ancak doğru olan Kur'anî metodla insanları imana çağırmaktır.[6] Çağımızda Kur'anî metotla iman hakikatlerini en güzel izah eden eser de Üstad Bediüzzman’ın Risale–i Nur Külliyatıdır. Bu sebeple de Risale–i Nur, davetçinin okuyup özümsemesi ve ayrıca anlatıp tavsiye etmesi gereken bir eserdir.

Öncelikli olarak imanın anlatılması konusunda tedricilikten bahsettiğimiz halde sağlam bir imanın oluşumundan sonra ilim ve amel arasında bir tedricilikten bahsedemeyiz. Yani öncelikle ilim sonra amel diyemeyiz. Aksine bunlar beraberce yürümelidirler.

İbn–i Mesud (ra) ashabın öğrenme metotlarını şöyle anlatıyor:

“Bizden biri 10 ayeti öğrendiğinde, içindeki manaları anlamadan ve onlarla amel etmeden diğer ayetlere geçmiyordu.”[7]

İlim amelin beraber olması gerektiği prensibine uygun olarak davet hareketinin seyri içerisinde de önce salt kültürel çalışma sonra da davet faaliyetlerine başlansa kimi sorunların çıkması olasıdır. Çünkü pratik uygulama alanı teoriden farklı özellikler arz eder. Hem genel düşünsel çizgilere göre biçimlenen eğitim, inişli çıkışlı ayrıntılarla örtüşmez. Ayrıntılar bir sağa bir sola yönelen çizgiler olarak kendini gösterir.[8] Bu yüzden teori pratikle beraber yürümeli ve bunların birbirinin destekleyip tashih etmesine imkân tanınmalıdır.

Davamızın sonu Allah celle celaluhu’ya hamd etmektir.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

[1] Dr. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları

[2] Buhari, Fedailü’l Kur'an, 6

[3] Buhari, Zekât, 41,63: Müslim, İman, 29–31

[4] ibn–i Mace, El–Mukaddime, bab’un fi’l iman, I/23

[5] Muhammed el–Hıdır Hüseyin, Ed–Davetü ile’l İslah, Sh:50.  Dr. Ahmet Önkal, Resulullah’ın İslam’a davet metodu, Sh:158

[6] M. Hüseyin Fadlallah, Kuram ve Eylem

[7] Taberanî, Tefsir, 1/35

[8] M. Hüseyin Fadlallah, İslami Hareket İlkeler ve Sorunlar II Sh: 268
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.