Seçimlerimiz bize mi ait, yoksa yapılandırılmış seçimlerin sadece taşıyıcısı mıyız?

Seçimlerimiz bize mi ait, yoksa yapılandırılmış seçimlerin sadece taşıyıcısı mıyız?

İnsanlar için hem kendileri ile hem de başka insanlarla iletişim kurmak her zaman hayati bir önem taşımıştır.

İnsanlar için hem kendileri ile hem de başka insanlarla iletişim kurmak her zaman hayati bir önem taşımıştır. Çünkü insanlar hem başkalarının varlığından haberdar olmak hem de onları kendi varlıklarından haberdar etmek istemektedirler. Bu şekilde sosyalleşme duygusu tatmin edilmektedir. Ancak insanın iletişim kurma çabasına yönelik tarihsel serüveninde zamanla bu amaç çok başka bir yere evrilmiştir. İletişimin bizatihi kendisinin ve zamanla ortaya çıkan araçlarının işlevi değişmiş ve iletişim zamanla tek taraflı bir forma dönüşmüştür. Bu da insanları yönlendiren azınlık ve yönlendirilen kitleler olarak iki sınıfa ayırmıştır. İletişimin sadece bildirme amacının yanında etkileme, yönlendirme, manipüle etme gibi işlevlerinin de olduğunun fark edilmesiyle birlikte insanlık tarihi çok büyük yıkımlar, savaşlar ve katliamlar yaşamıştır.

İletişimin insanlar üzerindeki etkisinin fark edilme süreci çok eskilere dayansa da bunun bir bilim olarak ortaya çıkması 20. yüzyıldan sonra gerçekleşmiştir. Laswell, Shanon, Weaver, Lazarsfeld ve Gerbner gibi daha birçok iletişim kuramcısının bu alanda yapmış oldukları çalışmalar neticesinde iletişimin bireyleri ve toplumları etkilediği ve bu etkilerin sonuçları ortaya konmuştur. İletişimin bilimsel anlamda bir propaganda olarak kullanılması da yine bu döneme denk gelmektedir. Özellikle 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı bunun en yoğun yaşandığı dönemler olmuştur.

Propaganda için birçok tanım yapılmış olsa da genel olarak, herhangi bir düşünceyi yayarak birey veya kitlelerde algı, tutum veya davranış değişikliği oluşturmak amacıyla mesajların otoriter bir biçem ile kitle iletişim araçları kullanılarak tek taraflı ve yoğun bir şekilde aktarılması olarak ifade edilebilir. Propaganda geçmişten günümüze özellikle radyo ve televizyonu çok yoğun bir şekilde kullanmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra sinema ve 21. yüzyılın başından bu yana ise internet en fazla kullanılan propaganda araçları arasında yerini almıştır. Özellikle sinema soğuk savaş döneminden günümüze adeta bir silah olarak kullanılmaktadır.

Propagandanın temel amaçlarından bir tanesi de geniş halk kitlelerine en az maliyetle ulaşmaktır. Sinema 20. yüzyılda bu amacı tam olarak karşılamaktaydı. Yani hem ucuz hem de etki gücü yüksekti. Her ne kadar günümüzde sinema filmi çekmek maliyetli de olsa etkisi göz önünde bulundurularak bu maliyetlere katlanılmaktadır. Yine sinemanın bir diğer önemli özelliği görselliği ve işitselliği bir arada kullanabilmesinden dolayı insanlar üzerinde son derece önemli etkiler bırakmaktadır. Başta ABD olmak üzere bütün ülkeler sinemayı hem kendi vatandaşlarına hem de düşman olarak gördükleri ülkelere karşı kullanmaktan geri durmamışlardır. Özellikle ABD sinemayı soğuk savaş döneminde SSCB’ye karşı, 11 Eylül saldırılarından sonra da İslam’a ve Müslümanlara karşı bir silah olarak kullanmıştır. Yine Türkiye’de özellikle yerli sinemada İslam’ın kutsallarının ve Müslümanların aşağılandığı ve ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü birçok film yapılmıştır. Yine bu filmlerde batı tarzı yaşam özendirilmiş ve gayri İslami bir hayatın propagandası yapılmıştır.

Özellikle hedef olarak İslam’ı ve Müslümanları seçen ABD ve Türkiye Sinemasından bazı örneklere bakalım.

1.Krallık
2.Demir Adam
3.Yalanlar Üstüne
4.Kod Adı: Olympus
5.ARGO

Bu ve bunlar gibi birçok filmin birçok amacı olmasına rağmen temel amacı İslamafobi/İslam karşıtlığı oluşturmaktır ve bunun kısa sürede veya tek bir film ile olamayacağını bildiklerinden farklı senaryolar ile bu amaçlarını sürekli canlı tutmaktadırlar. Bu filmlerde öne çıkan iki unsur vardır. Birincisi, Müslümanlar terörist, İslam da terörün kaynağı olarak gösterilmektedir. İkincisi de ABD askerleri, ajanları barışın sağlayıcısı ve batı değerleri de barışın kaynağı olarak gösterilmektedir. Bu filmlerde izleyicide ana duyguyu oluşturan şey müzik ve görselliktir. Özellikle Müslümanların gösterildiği sahnelerde gerilim müziği ve koyu renkler kullanılmaktadır. Yapılan araştırmalar batıda İslamafobi/İslam karşıtlığının bu kadar yaygın olmasında sinemanın çok büyük etkisi olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de sinema filmleri üzerinden yapılan propagandaya baktığımızda da yine İslam’ın ve Müslümanların bilinçli olarak hedefe konulduğunu görmekteyiz. Bu filmlerden birkaç tanesinin adını örnek olsun diye veriyorum.

1.Üç Kağıtçı
2.Olacak O Kadar
3.New York’ta Beş Minare
4.Deli Yürek: Bumerang Cehennemi

Yine bu ve bunlar gibi birçok sinema filminde iki unsur özellikle ön plana çıkmaktadır. Birincisi, Müslümanlar cahil, yobaz, üç kağıtçı, terörist ve şiddete meyilli kişiler olarak gösterilirken, İslam bu olumsuzlukların kaynağı olarak işlenmektedir. Ayrıca, İslam’ın kutsalları ile dalga geçilip, alay konusu yapılması ve bunun sürekli olarak yapılmasından dolayı toplum nezdinde bu kutsalların değeri yok edilmeye çalışılmıştır. İkincisi, bu filmlerde batı ahlakının değerlerini almış ve batılılaşmış kişiler dürüst, okumuş, insancıl, merhametli ve ideal insan olarak işlenirken bu hasletlerin kaynağının da batılı değerler olduğu işlenmiştir. Türkiye’deki sinema filmlerinin propaganda amacını hâkim ideolojiden bağımsız görmek mümkün değil. Tüm bu filmlerin hâkim ideolojinin devamı için çalıştıkları çok açık bir biçimde görülmektedir.

Günümüzün bir diğer önemli propaganda araçlarından bir tanesi internet bağlamında yeni medya araçlarıdır. Bunlar arasında da yine en önemli iki araç olarak Facebook ve Twitter sayılabilir. Özellikle yapay zekanın da son yıllarda gelişmesiyle birlikte bu iki araç toplumsal hareketlerin (Örneğin; Gezi Olayları, Arap Baharı, Wall Street Eylemleri ve Sarı Yelekliler’in Eylemi…vb.) en önemli araçları haline gelmişlerdir. Bu mecralar her ne kadar devletler tarafından çok fazla müdahale edilemediği için özgür bir alan olarak görülse de küresel şirketlerin kontrolünde olduğu ve bu araçlar ile çok ciddi manipülasyonların yapıldığı defalarca gündeme gelmiş ve bu konuda bu araçların sahibi olan şirketler birçok kez suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.

Facebook ve Twitter gibi sosyal medya araçları ile ilgili en büyük sorun kişisel verilerin izinsiz üçüncü kişilere satılması veya işlenmesidir. Örneğin; ABD Federal Ticaret Komisyonu, Cambridge Analytica şirketinin 87 milyon Facebook kullanıcısının kişisel verilerini uygunsuz bir şekilde edinmesinden dolayı Facebook’a 5 milyar dolar ceza kesti. Bahse konu olan Cambridge Analytica şirketinin yapılan soruşturmalar neticesinde dünyanın birçok ülkesinde o ülkedeki sosyal medya kullanıcılarının verilerini izinsiz kullanıp seçimlere müdahale ettiği ve birçok ülkede insanları manipüle ederek seçimin kaderini değiştirdiği ortaya çıkmıştır. Kısaca yaptıklarını şöyle ifade ediyorlar. İnsanların sosyal medyadaki ayak izlerini takip ediyoruz. Yani beğendikleri, beğenmedikleri, okudukları, inceledikleri, paylaştıkları, eleştirdikleri her ne varsa alıyor ve inceliyoruz. Daha sonra bu veriler ışığında kişiye özel iletişim stratejisi hazırlıyor ve insanlar farkında olmadan fikirlerini ya değiştiriyoruz ya da pekiştiriyoruz. Aslında buradan hareketle şu soruyu sormalıyız. Seçimlerimiz bize mi ait, yoksa yapılandırılmış seçimlerin sadece taşıyıcısı mıyız?

İbrahim Sevgili

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.