Şehr-i Ramazan

Şehr-i Ramazan

‘Ramazan’ esasen Allah−u Teala’nın isimlerinden biridir. Bu sebeple onu ‘Ramazan ayı’ vb şekillerle ifade etmek daha münasiptir.

‘Ramazan’ esasen Allah−u Teala’nın isimlerinden biridir. Bu sebeple onu ‘Ramazan ayı’ vb şekillerle ifade etmek daha münasiptir.[1] Hicrî takvimin dokuzuncu ayı olan Ramazan−ı şerif ra−ma−da kelimesi ile aynı köktendir. Manası ise güneşin hararetinin şiddetinden ötürü taşların son derece kızarmasıdır. Nitekim bilindiği gibi bu gibi kızgın taşların bulunduğu mevkilere de ‘ramda’ denilmektedir.

Bununla beraber ‘Ramazan’ kelimesinin ‘yeri temizleyen yağmur’ manasına gelen kökten türemiş olması da muhtemeldir.

Her iki açıdan bakılıp değerlendirildiğinde Ramazan ayı ‘müminin, ibadetlerin meşakkat ve ateşiyle nefsini terbiye ve tezkiye ettiği, yağan rahmet ve mağfiret yağmurları vesilesiyle günahlardan arındığı zaman dilimi’ olarak ifade edilebilir.

‘Sakınmamız, takvamız için orucu (bize) farz kılan’[2] Rabbimizin bize en büyük nimetlerindendir Ramazan−ı şerif… Zira Allah Resulü (sav)’nün diliyle:

“… Cennet kapıları açılır”[3], “Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur Ramazan ayı geldiğinde…”[4]

Her sözü yerine getirilip bir dediği iki edilmeyen azgın nefs−i emarenin tuğyan edişine, yola gelmeyerek her münkeri işleyişine… Ve bu şekilde insanı −maazallah− cehenneme sürükleyişine ‘dur’ demek için bir fırsattır Rabb−ı Zülcelal’den…

Mütemadiyen işlenegelen münkerât sonrasında yapılan muhasebe ve oluşan etkilenmeler sonucu ‘olmazsa olmazlığı’ kavranan ve lakin Rab ve Habibi (sav)’nin istediği istikrara ulaşamadığından bir türlü aranan deva haline getirilemeyen amel−i salihi ölene dek istikrarlıca yapmaya en büyük vesile olan Ramazan ayı “… Kur’an’ın indirildiği ay…”[5] olması özelliği ile aslında efkâr−ı ammedeki şeklinden çok daha büyük bir manaya sahiptir.

Nitekim Habib−i Ekrem (sav) şöyle buyurmaktadır: “Yazıklar olsun Ramazan ayına ulaşıp da kendisine mağfiret edilmeyene! Bu ayda da bağışlanmazsa peki başka ne zaman?”[6]

Herhalde Ramazan ayının ehemmiyetini en güzel ifade eden söz bu olsa gerek… Öyle ki bu ayın kurtuluş ve Rabbe alnı açık vaziyette varış ile sonuçlanacak tüm güzellikleri haiz olan yegâne zaman dilimi olduğunu en anlamaz kalplere dahi gösterecek açıklık ve kesinliktedir.

Kuşkusuz Ramazan’ı bu denli ehemmiyetli kılan en mühim sebep bu ayda Kur’an-ı Kerim’in indirilmiş olmasıdır. Tüm insanlığa hidayet kaynağı ve rehber olarak gönderilen bu yüce kitabın Ramazan ayında inzali, onunla o kadar özdeşleşmiştir ki ona ‘Kur’an ayı’ denilegelmiştir. Ramazan ayının bu manevî atmosferinde okunan Kur’an-ı Kerim cüzleri, aşırleri, camilerdeki Kur’an-ı Kerim halkaları, mukabele yapılırken yükselen Kur’an sesleri adeta Ramazan ayının fotoğrafı olarak hafızalarda yer edinmiştir.

Bu ayın kutsiyet ve ehemmiyetinde orucun rolü tartışılmazdır. Nefsin tüm heva ve arzularını en tatlı bir dizginlemedir oruç. Bütün organlarıyla, aklı ve kalbiyle insan aczini, fakrını, hiçliğini duyumsar; Rabbe muhtaç oluşunu, O’na abd olduğunu idrak eder ve bunların sevkiyle O’na hakkıyla ibadet etmesi gerekliliğini anlayıp bunu gereken şekliyle ifa etmeye gayret gösterme yoluna gider. Ve böylelikle yaratılış gayesinde yürümeye başlamış olur.

“İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır-eğer gaflet kalbini bozmamışsa!”[7]

Hakikaten bunu sağlamada hiçbir ibadet orucun yerini tutamaz, hiçbiri bu hususta ona yetişemez. Zat−ı Zülcelal (cc)’in hadis−i kudsîdeki fermânı buna en güzel delildir:

“Âdemoğlunun her ibadeti kendisi içindir, oruç müstesna… O sadece benim için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını da doğrudan doğruya ben veririm.”[8]

Bu yönüyle düşünüldüğünde oruç, insanı insan yapan özelliklerin kesbinde mühim bir âmildir: Sabır, takva, ihlas… Hele de hâl ve kali ile İslam’ı tebliğ etmekle vazifeli olduğu bilincine sahip Müslüman için tam bir tâlimdir. İfasına çalıştığı cihadların en büyüğünde, nefis ile mücâhedesinde muhtaç olduğu gıda nevilerinin tümünü bulur oruçta. Zira yüklenmiş bulunduğu ağır davası çok şeye muhtaç etmiştir onu. Nebevî terbiyeden öğrenmiştir ki, kendi nefsini düzelt(e)meyen başkasını hiç düzeltemez. Tüm aradığımızı buluruz oruçta; bizi düzeltir, ayakta tutar oruç.

Yazının başında alıntılanan ayette “Takvaya erişesiniz diye… oruç size farz kılındı” demişti Rabbimiz. Evet, ibadetlerde esas gaye takvadır. Tüm davranış ve sözlerde, hatta içten geçenlerde dahi O’nu gözetmek, her şeye muttali olduğu bilinciyle hareket etmek, sadece ondan korkmak, “Her şeyin yegâne sahibi odur”[9] bilmek… İşte bunu anlamak ve yaşamak içindir oruç. Ötesi hatarlıdır:

“Nice oruç tutanlar vardır ki tuttukları oruçtan sadece çektikleri açlık kalır; nice gece ibadetine kalkanlar vardır ki bu ibadetlerinden geriye sadece uykusuzluk kalır.”[10]

O halde Nebiyy−i Zişân (sav)’ın deyimiyle “Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından âzâdelik”[11] olan bu kudsî aydan istifâdenin yolu, günahlardan sakınmaktan geçmekte…

Öyleyse tul−i emelden vazgeçmeli artık, Resul−i Ekrem (sav)’in; “Bu ayda da bağışlanmazsı ne zaman!” sözü tüm benliğini sarsmalı, işlenen günahların birikimiyle kalp üzerinde oluşan pası Ramazan ayının feyziyle yağan mağfiret yağmurlarıyla temizleyip yine bu günahlardan kaynaklanan akide ve fikirdeki bozuklukları bir daha geri dönmemecesine ıslah etmeli.

Niyeti tekrar tekrar tazelemeli, ne için yaptığını, neyi amaçladığını iyice düşünüp tüm kazurattan arınmaya gayret göstermeli. İbadetin hakkını verip O (cc)’na daha fazla yaklaşmaya vesile olduğu bilinciyle ifâya çalışmalı, “Ameller ancak niyetlerine göre (değerlen)dir(ilir)”[12] derken Fahr−i Kâinat’ın ne dediğini, ibadetlerde niyetin farz oluşunun hikmetini idrak edip her defasında yeni bir heyecan ve coşkuyla ibadet etme bilincini kazanıp kurtuluşa vesile kılmalı…

Cemaatleşme bilincini kazanıp gereğini yapmada da herhalde Ramazan’ın ayrı bir önemi olsa gerek. Nitekim bu müessesenin en önemli unsurlarından olan zekâtın neredeyse bu ayla özdeşleşmişliği ve yine fitrenin de sadece bu aya has oluşu buna en bariz delillerdir.

Çağımız Müslümanlarının en büyük problemi olan cemaatleşmenin istenen düzeyde te’sis edilmeyişi sebebiyle perişan vaziyetimizin son hadde baliğ olduğu gerçeği gün gibi ortadayken idrâk ettiğimiz bu mübarek günlerin feyiz ve bereketiyle, mezkur bilinci arttırmak, birleşmeye engel olduğu vehmedilen tüm şeyleri atıp elimizden gelen çabayı sarf etmek şuurlu Müslümanlar olarak bizlerin en büyük görevidir.

Ve dua… Şüphesiz bu ayın dua ile ayrı bir alakası, farklı bir birlikteliği vardır. Öyle ki Kur’an’da Ramazan ayı ile ilgili ayetlerin akışı sürerken birden karşımızda dua ayetini buluveririz. Akabinde oruç ayetleri kaldığı yerden devam eder.[13] Ramazan ayı ile dua arasındaki münasebeti bu durum pek beliğane ifade etmektedir.

Ramazan ayının manevi atmosferinde idrâk edilen acziyetin sevkiyle duaya yönelir insan. En kötü zaman ve şartlarda dahi sığınacağı bir kapının olduğu bilerek O (cc)’na teveccüh edince bütün ağırlıkları hafifler, tüm dertleri deva bulur. O (cc)’na tazimde bulunup eğildikçe yüceldiğini fark eder. Öyle ki Halık’ının kendisine ne denli yakın olduğunu idrâk etmeye başlar ve istedikçe ister, icabet edildiğini bilerek ister: Kurtuluşu, uhuvveti, ittifakı, hüsn−ü hâtimeyi…

“Ve kullarım sana beni sorunca, şüphesiz ki ben pek yakınım. Bana dua edince, ben o dua edenin davetine icabet ederim. O halde onlar da benim davetime icabet etsinler, bana ibadet etsinler. Ta ki doğru yola ulaşmış olalar.”[14]

Rabbin icabetini duyumsayarak O (cc)’na aynı şekilde mukabele eden kulun karşısında ne durabilir ki artık! Hele de “Oruç kalkan”[15]ını tam bir riayetle ve bihakkın isti’mal edebiliyorsa…

Ramazan ayıyla ilgili mezkûr hususiyetleri şuurluca ifa eden kul artık şu müjdeyle sevinebilir:

“Benden önce hiçbir nebiye verilmemiş olan beş şey vardır ki, onlar benim ümmetime verilmiştir:

1−Ramazan ayının ilk gecesinde Allah onlara (oruç tutanlara) bakar. Allah, baktığı kimseye ebediyen azab etmez.

2−Oruç tutanların ağız kokusu Allah indinde misk kokusundan daha güzeldir.

3−Melekler gündüz ve gece boyunca oruç tutanlar için Allah’tan af diler.

4−Allah−u Teala cennetine emredip şöyle der: Kullarım için hazırlanıp süslen. Kullarımın dünya yorgunluğundan kurtularak ikramlarıma ve evime gelip dinlenmeleri yakınlaşmıştır.

5−Ramazan’ın son gecesi olunca Allah onların hepsini affeder.[16]

İnzar Dergisi

[1] Muhtasar−ı Tuhfet−ül Mürîd, Bâcurî

[2] Bakara: 183

[3] Buharî, Sevm 923 (Muhtasar−ı Tecrid−i Sarih), Et−Terğib ve’t−Terhib, 2, 97 (İslam Fıkhı Ans. Züheyli)

[4] Buharî, Sevm 924 (Muhtasar−ı Tecrid−i Sarih), Et−Terğib ve’t−Terhib, 2, 97 (İslam Fıkhı Ans. Züheyli)

[5] Bakara: 185

[6] Et−Terğib ve’t−Terhib, 2, 99

[7] Mektubat, 29. Mektup, 5. Nükte

[8] Buharî, Sevm 927 (Muhtasar−ı Tecrid−i Sarih)

[9] En’am: 73

[10] Et−Terğib ve’t−Terhib, 2, 148 (İslam Fıkhı Ans. Züheyli)

[11] Et−Terğib ve’t−Terhib, 2, 94 (İslam Fıkhı Ans. Züheyli)

[12] Riyaz−üs Salihin

[13] Fi Zilal’il Kur’an, Bakara 186. ayetin tefsiri

[14] Bakara: 186

[15] “Oruç kalkandır” (Buharî, Sevm, 920)

[16] Beyhakî, İmam Ahmed

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.