Sevgili Peygamberimiz (Sav) Faziletliler Cemiyetinde

Sevgili Peygamberimiz (Sav) Faziletliler Cemiyetinde

Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav) henüz yirmi beş yaşlarında iken, Mekke’de zulme karşı kurulan Hilful Fudul (faziletliler cemiyeti)’a girdi. O, kurulan bu cemiyetin ilk üyelerindendir.

Gözlerimizin nuru Sevgili Peygamberimiz (sav) henüz yirmi beş yaşlarında iken, Mekke’de zulme karşı kurulan Hilful Fudul (faziletliler cemiyeti)’a girdi. O, kurulan bu cemiyetin ilk üyelerindendir.

Ficar savaşlarının ardından Mekke’de insanların mal, can ve namus güvenliği kalmamıştı. Hz. İbrahim (as)’den beri süre gelen Mekke’nin haremiyeti gözetilmez olmuştu. Artık kimse bu kutsiyete önem vermiyordu. Bu konuda ciddi bir şekilde rahatsız olanlar mevcuttu; ancak, bir kişinin yapabileceği pek bir şey yoktur, anlayışıyla onlar da çaresiz bir şekilde olumsuz manzarayı sadece üzüntüyle seyretmekle yetiniyorlardı. Bu gidişata birileri dur! demeliydi ama bu nasıl olacaktı. Nihayet zalime “Dur!” diyecek bir kıvılcımın çakmasıyla oluşan zeminde, mazlumların haklarını koruyacak, Ka’be’nin kutsiyetini iade edecek faziletli şahsiyetler, bir araya gelip bir cemiyet kurdular. Bu cemiyetin kuruluşu şöyle oldu:

Yemen’in Zübed kabilesine mensup bir tacir, Mekke’de satmak üzere bazı ticaret mallarını getirir. O dönemde Mekke’de itibarlı olarak bilinen As b. Vail ismindeki şahıs,  Zübedili tacirin mallarını satın alır ancak onun ücretini vermek istemez. Bunun için de başta bu şahsı oyalar. Daha sonra da açıkça ona hakkını vermeyeceğini söyler. Zübedili tacir çaresizlik içinde sağa sola başvurur; fakat kimse As b. Vail’e karşı ona yardım edemez. Neticede Tacir, Ebu Kubeys tepesine çıkarak Mekkeli kabilelerin isimlerini tek tek zikreder ve içli bir şiir okumak suretiyle onlardan, As b. Vail’e karşı yardım talebinde bulunur. Bu içten çağrıya Kureyşli kabile reislerinin hamiyet duyguları kabarır. Bu durumu fırsat bilen Sevgili Peygamberimizin amcası Zübeyr b. Abdulmutalib hemen temaslara başlar. Bu temasları olumlu sonuç verir ve ileri gelenler, Mekke’nin en yaşlı ve cömert zatı olan Abdullah b. Cüda’nın evinde toplanırlar. Bu toplantıya Beni Muttalib ailesi adına amcalarıyla birlikte Sevgili Peygamberimiz (sav) de katılır.

Toplantıda Ka’be’nin kutsiyetini gözetmek ve Mekke’nin emniyetini yeniden sağlamak için bir anlaşma yapılır. Bu anlaşmanın metni özetle şöyledir: “Mekkeli olsun ya da Mekke’nin dışından, Mekke’ye gelen herhangi bir yabancı olsun Mekke’de zulme uğrarsa onun hakkını zalimden alıncaya kadar onunla birlikte hareket edeceklerine dair ahitleştiler.” Bu ahitlerini: “Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça, Hira ve Sebir dağları yerlerinde durduğu müddetçe ahitlerimize bağlı kalacağımıza and içeriz.” Şeklinde bir metin ile kayıt altına aldılar. ( İbni Sad Tabakatı c.1)

Bu ahitle birlikte, bu anlaşmaya katılan her aileden seçtikleri neferlerle bir zabıta birliğini kurdular. Bu birliğin ilk icraatı, As b. Vail’in gasp ettiği Zübedili Tacirin mallarını alıp sahibine iade etmesi oldu. (Ebulfida Elbidaye ve Nihaye C. 2)

Daha sonra kim, Mekke’de zulme uğramışsa Faziletliler Cemiyetine başvurmuş ve onlardan yardım görerek haklarına kavuşmuşlardır. Bu baptan Hasam kabilesine mensup birisi kızıyla birlikte hac etmek üzere Mekke’ye gelir; ancak Mekke’nin illeri gelenlerinden biri olan Nübeyh b. Haccac bu hacının kızını zorla ondan alıp götürür. Çaresiz kalan Hasamili  Hilful Fudul’a başvurur. Onun yardımına koşan bu cemiyetin zabıtaları zaman geçirmeden Hasamili’nin kızını Nübey’ten alıp ona teslim ederler. (Ebulfida Elbidaye ve Nihaye c.2)

Faziletliler Cemiyetinin bu güzel eylemleriyle Mekke yeniden güvenliğine kavuştu. Bununla birlikte bu cemiyetin üyeleri de itibar gördüler. Toplumda ayrı bir değerleri vardı. Onlar da vermiş oldukları ahitlerine sıkı sıkıya bağlıydılar. Mazlumların haklarını savunmak için her sıkıntı ve zorluğu göze alıyorlardı. Zalimler de onlardan korkup hesaplarını yapıyorlardı. Artık hiçbir zalim gücüne ve kuvvetine güvenerek serbest zulüm edemiyordu. Mazlum ve mustazaflar da sığınabilecekleri bir melce bulmanın sevincini yaşıyorlardı.

Bu cemiyetin üyeleri, maddi güç cihetinde çok zayıf oldukları zamanlarda bile mazlumun hakkını zalimden almaya muvaffak olmuşlardır. Resulullah (sav)’in Risaleti döneminde ve müminlerin mazlum oldukları Mekke toplumunda bile, Hz. Muhammed (sav), kendisine sığınan mazlumların hakkını zalimden almaya muktedir olmuştur. Bu baptan, Araşlı mazlum bir tacir, Mekke’nin en despot liderlerinden olan Ebu Cehile vermiş olduğu malının karşılığını alamıyor. Bu zavallı, Kureyşli diğer liderlere kendisine yardımcı olmaları için başvuruyor. Ama kimse buna yardımcı olamıyor. Birisi alayvari bir şekilde bu konuda kendisine yardımcı olabilecek kişinin Hz. Muhammed (sav) olduğunu söylüyor. Araşlı, Ebu Cehil’in, Sevgili Peygamberimize azılı bir düşman olduğunu bilmiyordu. Bunun için de maruzatını Hz. Muhammed (sav)’e arz ediyor. Gözlerimizin Nuru, hiçbir tereddüt göstermeksizin bu mazlumun peşine takılıyor ve direk Gaddar Ebu Cehil’in kapısını çalıyor. Ebu Cehil, Hz. Muhammed’in ziyaret sebebini öğrenince zaman kaybetmeksizin gasp ettiği parayı getirip teslim ediyor.

Bu durumu hayretler içinde izleyen diğer Kureyşli illeri gelenler, birazda Ebu Cehili kınamak suretiyle nasıl olur da Muhammed’e itaat ettiğini söylerler. Ebu Cehil korkudan benzi kaçmış bir surette: “Kapı çalındığı zaman müthiş bir yer sarsıntısı oldu. Bununla dehşete düşmüş olarak kapıyı açtığımda Muhammed’in arkasında dev ve azgın bir deve durmuştu. Devenin ağzından köpükler saçıyordu. Eğer Muhammedi geciktirseydim bu deve beni yiyip parçalayacaktı.” Diyor. (Balazuri Ensab c.1)

    Görüldüğü gibi mazlumlara sahip çıkan kimseleri, Allah (cc) da sahipsiz bırakmıyor. Şüphesiz Allah (cc) kendisi için atılan adımlarla birliktedir. Mazlumların sahibi de zalimlerin hâkimi de Kadir-i Zülcelâl olan Allah’tır. O dilerse mazlumu,  zalimin şerrinden korur ve zalimi de Firavun ve Karun gibi helak eder. Ama şu imtihan dünyasında kullarını imtihan eder. Bu imtihanın şuurunda olanlar, dünyada kendilerine düşen görevlerini yerine getirmek suretiyle sıkıntılı bir hayata rağmen toplumda itibar sahibi olmuşlardır. Ahrette de Rablerinin huzuruna ak bir yüzle çıkacakları ilahi bir v’ad ile müjdelenmişlerdir.

İbi Sa’d’ın Cübeyr (ra) dan rivayetine göre, Allah Resulü (sav): “Abdullah ibni Cüda’nın evinde iştirak ettiğim anlaşmayı, kırmızı develeri bana verseniz yine bozmam… Bu gün de öyle bir anlaşmaya davet edilseydim hiç tereddüt etmeden icabet ederdim. İşte bu anlaşma Hilful Fudul dur,”  buyurmuşlardır. 

Hilful Fudul’un kuruluş dönemine ve ortamına bakıldığında o dönemin toplumsal tefessühü ve zalimlerinin gaddarlığı ile günümüz mukayese edildiğinde mahiyet itibariyle pek bir farkın olmadığına şahit oluyoruz. Farklı olan şu ki, bu gün zalim daha güçlü ve daha sistemli bir surette mazlumu ezmekte ve sömürmektedir. Küresel bir güce sahip olan zalim,  mazlumlarla ilgili tüm kıpırdamaları da kontrolünde tutmaya çalışmaktadır. Bu anlayışı ile bazen mazlumlardan yana bir görünüm sergiler ve kontrollerine aldıkları mazlumlarla yine mazlumu ezmeye çalışırlar.  Böylece zalimler, kalelerini daha iyi tahkim ederek kendilerini güvene alırlar.

Muasır zalimlerin tüm çaba ve tedbirlerine rağmen onları iyi teşhis edebilen ferasetli müminler, sorumluklarının bilincinde hareketle dünyanın her tarafında evrensel istikbara karşı, imkânları dâhilinde cemaatleşerek mücadele etmeye gayret ediyorlar. Zalim ve müstekbirlerin tedbir ve ittifakla zulümlerini sürdürdükleri bir dönemde mazlum müminlerin ferdiyetçi bir anlayış ve bölük pörçük bir surette mücadele etmeleri akıl kârı değildir. Böyle bir mücadele metodu da nebevi bir metot değildir. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in Hilful Fudul’u övmesi ve İslami bir toplumda bile böyle bir cemiyete davet edilmesi durumunda tereddütsüz icabet edeceğini buyurması; ister gayri İslami bir toplumda, isterse de İslami bir toplumda olsun Mü’minlerin cemaat halinde hareket etmeleri gerektiğine işaret etmektedir. Gayri İslami bir toplumda cemaat olmanın anlayışında zalime karşı mazlumu korumak ve mazlum konumunda bulunan müminlerin yaşam haklarını sağlamaktır. İslami bir toplumda cemaatleşmek ise Allah (cc)’ın: “Ey iman edenler!... İyilik ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşın” (Maide / 2) ilahi emir ile hayırda yardımlaşmaları içindir. Herhalukârda bugün müminler, ittihat içerisinde hareket etmek zorundadırlar. Yoksa küresel zulüm ve istibdat kendilerinin dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadır. İslam tüm mazlum ve müstazafların yegâne kurtuluş reçetesidir. Allah (cc)’un kitabı kerimine ve onun Resulu Zişanı’nın sünnet-i seniyesine sarılmakla ancak beşeriyet felaha kavuşur.

Rabbi Rahimimizden niyazımız; Kur’an ve sünnete sarılmayı onu anlamayı ve yaşamayı nasip etmesidir.

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.