Şeytanı “Melek” Gösteren His: İnâd!

Şeytanı “Melek” Gösteren His: İnâd!

Âlem-i Şehâdetteki siyâset sahnesinin şifresini geçen asrın ilk çeyreğinde çözen Bedîüzzamân Hazretleri,

Âlem-i Şehâdetteki siyâset sahnesinin şifresini geçen asrın ilk çeyreğinde çözen Bedîüzzamân Hazretleri, bir ma’nâda istikbâle de baktığı için “Mahremdir” kaydını koyduğu “Sırr-ı İnnâ A’taynâ” isimli çalışmasında bu bilgileri yakın çevresine açıklar. Fakat, sistemin evhâm derecesine varan endişeleri sebebiyle sürgüne gönderildiği Kastamonu’da odun yığınlarının altında o çalışmasını saklarken, zâten karakolun karşısında olan meskenine zulmen baskın yapan emniyet mensûbları ele geçirirler; lâkin netîcede hukúkí ta’kíbâta bile lüzûm görülmez.

İşte oradaki bilgilerden anlıyoruz ki; bugün bütün dünyâyı kontrolü altına alan “gizli zındıka komitası”, Hicrî 1223 târihinde “global” hamlesine başlıyor. Batıda Fransız İhtilâli ile ipleri ele alırken, Osmanlı içinde de Yeniçeri Ocağına el atıyor. Bir asırlık çalışmaları sonunda ise dünyâyı Birinci ve İkinci Cihân Harbleriyle hercümerce getireceği kaosun temelleri atılmış; Osmanlı ise çöküşün sonuna getirilerek tecrübeli Sultân II. Abdülhamid Han’dan kurtulunmuştu.

Hicrî 1323’le başlayan bu devreye, Bedîüzzamân Hazretleri, “Deccâliyyetin ileri karakolu” ismini veriyor ve bir asır sonra da asıl Deccâliyyetin ortaya çıkacağını söylüyor. Şu içinde bulunduğumuz sene i'tibârıyle 1427’de olduğumuza göre, artık mes'elenin ta'bîr ve te'vîlini zihinlere havâle ediyorum.

Bütün peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ümmetlerini korkuttukları bu Âhirzamân alâmeti “Deccâliyyet” fitnesinin herkes tarafından tanınabilir bâriz vasfı, “yalan” üzerine kurulu olmasıdır. Korkunç bir cerbeze ile hakka “bâtıl”, bâtıla “hak” damgasını vurur; elindeki korkunç propaganda vâsıtaları ile de herkesin beynine bu ters ma’nâları düz imiş gibi çakar! Kafaların içini kaplayan ağır duman tabakası artık kolay kolay dağıtılamaz. Bin türlü zaafından yakalanmış idâreci ve bilgin kadroları ise, bu “yalan ve cerbeze” furyasının gönüllü yerleştiricileri olmuşlardır.

Merhûm Üstâd geçen Mîlâdî asrın ilk çeyreğinde bu gerçeği veciz ifâdelerle kâğıda dökmüştür. Diyor ki:

“Zamân olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyâsette lâfz, ma’nânın zıddıdır. ‘Adâlet’ külâhını ‘zulüm’ başına geçirmiş. ‘Hamiyyet’ libâsını ‘hıyânet’ ucuz giymiş. ‘Cihâd’ ve hem ‘gazâ’ya ‘bağy’ ismi takılmış. ‘Esâret-i hayvânî, istibdâd-i şeytânî’, ‘hürriyyet’ nâm verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekábül, makámlarda becâyiş-i mekânî.” (Sözler, Lemâat, s.659)

Zâlimlerin “âdil”, hâinlerin “vatanperver”, mücâhid gázîlerin “terörist”, nefse köle olmanın ise “hürriyyet” olarak tam tersinden isimlendirildiği bir devreye girildiğini tâ 1919’da şu satırlarıyla haber veriyor. Bugün de aynı tablo, üstelik daha da şiddetlenerek devâm etmiyor mu? Bütün haberleşme sistemlerini kullanan gizli dünyâ hâkimleri, bütün mefhûmların içini boşaltarak tam tersini kitlelere yutturmakta değiller mi? Ma'nevî gücünüz olsa da Levh-i Mahfûz’daki hakíkatları gösterseniz, yine de beyinleri dumanlanmış insanlara hakkı kabûl ettirmek mümkün olamıyor. Çünkü, bir kere zıddını benimsemiş bulunuyor…

Müslümanlar arasında ittihâd ve ittifâkın gerçekleşememesinin sebeblerini tahlîl eden Bedîüzzamân Hazretleri (Mektûbât, 22.Mektûb), “tarafgirlik, inâd ve hased” isimli üç düşmandan bahseder. Bunlardan birincisine geçen yazımızda bir nebze temâs etmiştik. Şimdi de ikincisi olan “inâd” üzerinde duralım.

“İnâd”, bâtıl olan bir fikir veyâ harekette direnmenin adıdır.

Direnme hissi tek başına ele alındığında elbette insan için elzem unsurlardandır. Dirençsiz insanların elinde güzelim hakíkatların heder olduğuna beşeriyet târihi şâhiddir. Bukalemun gibi renk değiştiren, maymun iştahlı tiplerin üzerine ciddî bir güzelliğin binâ edilmesi mümkün olamıyor.

Bu hissi güzel ve doğru olanda kullanmanın adı “hakta sebât” iken, yanlış olanda kullanmanın adı ise “inâd”dır. Koca Nemrûd imparatorluğuna karşı tek başına “sebât” eden Hz.İbrâhîm (as) direnme hissinin doğru kullanılmasında örnek iken, gördüğü onca mu’cizeye rağmen bâtıl fikriyyâtında ayak direyerek “inâd” eden koca kafalı Nemrûd ise aynı hissin yanlış kullanılmasında tipik bir örnektir. Misâlleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, üzerinde direnilecek unsurun “hak” veyâ “bâtıl” olmasıdır. Bu ölçü ise elbette beşerin keyfine göre şekillendirilemez. Neyin “hak” olduğuna ancak Allah (cc) ve Rasûlü (sav) karâr verir. Böylece keyfîlikler sona erer. Yoksa, insan sayısınca “hak” ölçüsü ortaya çıkar ki; kâinâtta bir ortak nokta bulmak mümkün olmaz. Îmânında sebât eden hak yolun sâlikleri, beşeriyyet târihinin kahramanlık levhalarını teşkîl eden nümûnelerdir. Teblîğde sebât eden, sabırda sebât eden, cihâdda sebât eden, ilimde sebât eden, yardımlaşmada sebât eden, ibâdette sebât eden, îmânda sebât eden, uhuvvette sebât eden güzel insanlar hep hayırla yâd edilmeyi hak edenlerdir. Güzelliklerin vücûd bulmasında hep onların emekleri vardır.

Rabbimizin lutfettiği bu direnme hissini bâtılda, yâni Kur’ân ve Sünnet yoluna zıd yerlerde kullanmanın adına “inâd” demiştik. Süflî hissiyyâtına ve beşerî zaaflarına mağlûb olarak yanlışta ayak diremek, sosyal hayâtın dengesini bozmaya yönelik tehlikeli hatâlar zümresindendir. İslâm âlemindeki keşmekeşin ana sebeblerinden birisi olarak “inâd” hissini haber veren Bedîüzzamân Hazretleri, îmân kardeşliğinin yeşerebilmesi için bu kötü histen kurtulunması gerektiğini söyler. Yâni, hak olan şeyi kimin elinde görürsen gör, hemen tarafdâr olmalısın. Senin yanında, senin grubunda, senin ırkından olmayan bir mü’min kardeşinin Kur’ân ve Sünnete uygun söz ve davranışı karşısında “inâd” ederek yanlışta ısrâr etme; o doğruyu hemen alarak öpüp başına koy. Ancak o zamân uhuvvet ağacı yeşerir, bütün mü’minler bileşik kablar gibi bir seviyeye yükselir.

Deccâliyyetin yalan merkezleri her mefhûmun içini boşaltıp yaldızlı yalanlarla doldurdukları için, günümüz Müslümanları o cilâlı yanlışları hak zannederek benimsemekte, doğrusunu gösteren Mü’min kardeşlerine ise ters nazarla bakarak içine düşürüldüğü yanlışta “inâd” etmektedir. Öyle ki, temel kaynağımız olan Kur’ân’da, Hadîslerde, fıkıhda, Risâle-i Nûr Külliyâtında mes’elenin aslı gösterildiği hâlde; o kuru inâd sebebiyle hatâda ısrâr edilmekte, hattâ hakkın inkârına kadar gidilerek ihtilâfta hikmet aranmaktadır. Öyle olunca da, Müslümanların birliği bir türlü gerçekleşememektedir.

Mâdem asrın zilletinden kurtulmanın tek yolu İttihâd-ı İslâm gerçeğinden geçmektedir; o hâlde o müstakím yolun önündeki “tarafgirlik, inâd ve hased” engellerini kaldırmakla mükellef olduğumuzun şuûruna varmalıyız. Muhâliflerimizin elinde dahi olsa hakka (yâni edille-i erbaaya) tarafdâr olmak, grup taassubunun ürettiği yanlışlarda inâd etmemekle ancak gönüllerimiz aynı potada eriyecektir. Kalblerde inanç birliği gerçekleşmediği müddetçe de bu kuru inâdın açtığı ma'nevî yaraları sarmak güçleşmektedir.

“Hakta sebât” bize yetmiyor mu ki, insanlardan ziyâde ba'zı hayvanlara yakışan “inâd” isimli “çirkin, muzır, merdûd” hisse mağlûb oluyoruz da, çiçek gibi ter temiz Mü’min kardeşlerimize kötü gözle bakıyoruz? Mahkeme-i Kübrâda vereceğimiz hesâb bir tarafa, şu dünyâ hayâtında içine düşürüldüğümüz zilletten de mi ibret almıyoruz?

Aramızda Uhud Dağı cesâmetinde ve Ka’be hürmetinde “îmân” bağı olan Mü’min kardeşlerimizle kaynaşmamıza mâni’ olan “inâd” gibi her kötü hissiyyâtımızı terke mecbûruz. Eğer lütufla uyanıp da o kötü hissimizi “hakta sebât” hâline getirerek Deccâliyyetin oyununu bozamazsak; inâdcı mahlûklara gelen te’dîb tokatları bizi es geçer mi sanıyoruz?

İnzar Dergisi

İslam ve Kur'an Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.