Sinemanın İmkânları İle İnsanı Kurtarmak

Sinemanın İmkânları İle İnsanı Kurtarmak

Sinema; büyülü bir dünya, kendi gerçekliğini yaratan belki de gerçekliğin üzerindeki maske, bazen her türlü gerçeğe ve güzelliğe bir tokat bazen de adalet adına dostça bir mektup, hem korkunç bir hipnotizma hem de çizgilerin en bilgesinden bir şiir.

Sinema; büyülü bir dünya, kendi gerçekliğini yaratan belki de gerçekliğin üzerindeki maske, bazen her türlü gerçeğe ve güzelliğe bir tokat bazen de adalet adına dostça bir mektup, hem korkunç bir hipnotizma hem de çizgilerin en bilgesinden bir şiir. Bir yanda insanın yüreğini dahi yozlaştırabilen diğer yanda fıtratı arayan, hakikate bir yol. Bir yığın inkâra rağmen Tanrı’ya dua eden, Tanrı’ya yaklaştırabilen. Gizemli bir yol ayrımı.

Her şeyin tüketim ve spekülasyonun boyunduruğu altına sokulduğu günümüz dünyasında insan da tükenme tehdidi ile karşı karşıya. Teknik hükümranlık; insanın, dünya ve kendisi ile özgür bir ilişki kurabilmesini imkânsız kıldı. İnsanı teknik hükümranlığın zorlamasından kurtarmak ise ancak güzeli, güzel olanı kurtarmakla mümkündür. Güzeli kurtarmak, sanatı kurtarmaktır, yani bağlayıcı olanı kurtarmak: insanı gündelik olanın ötesine taşıyarak, baki olanı arayarak, onu ebedi kılarak.

Sanat, herhangi bir bilimin sunabileceğinden daha fazlasını gözlerimizin önüne serebilme imkânına sahip. Sanat, insanların idrakini artırıyor ve sinema da sanatsal bir faaliyet ise toplumun idrakine işleyebileceğimiz yeni bir dil var demektir. Sinemanın dili. Sinema, var olan bütün ifade biçimlerini(sözlü, yazılı, görsel) kendi içinde barındırarak ve bunlardan soyutlanarak kendine has yeni bir ifade biçimi, yeni bir dil inşa etmiştir.

Sinema ile dünya yepyeni bir biçimde algılanmaya başladı. Kelimelerle, kavramlarla şekillenen zihin dünyamız artık görüntünün tahakkümü altında. İnsan, görüntülerle düşünür oldu. Mekanik bir göz olan yönetmen, bir nevi size ancak benim görebileceğim bir dünya açıyorum ya da daha doğru bir ifadeyle dünya, hayat, hakikat, varlık benim gördüğüm şekildedir iddiasıyla filozofluğa soyundu. Çünkü sinema, mekan ve zaman sınırlamalarından kurtulmuş bir şekilde evreni kendi dileğince yeniden yaratır bir pozisyon aldı. Bununla sinema yeni bir düşünme formu, yeni bir tefekkür biçimi üretti. Sinema, felsefenin yerini mi alıyor yoksa ötesine mi geçiyor?

Sinema ile felsefenin düşündürmeye muktedir olmadığı bir şeyi düşünmek ve düşündürmek ne kadar mümkündür bilinmez ama sinemanın insanın inanç, düşünce ve kültür dünyasını görülür ve hissedilir biçimde etkisine aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Sinemanın kendi başına bir sembolik görevi ve felsefesi vardır. Görüntünün dünyasında derin derin düşünmenin geçerliliğini yitirmesi kaçınılmazdır. Çünkü aracın metafor olması kendi mesajı gereği anlamı ve içeriği gölgede bırakır ve bu da paralel anlamlar ve içerikler ortaya çıkarır. İçerik de gösteri aşkına araçsallaştırıldığı zaman bu ortaya çıkan paralel anlamlar birbirini yok eder ve geçersiz kılar. Ve sonuç olarak araç hiçbir şey söylememiş olur. Geriye sadece amacı kalır: Eğlence. Bir şey eğlendiriyorsa iyidir.

Okumada okuyucu aktif bir rol alır, düşünür ve sorgular. Ama sinemada pasifize edilmiş, düşünmeden beri kılınmış bir seyirci muhatap vardır. Üreten değil tüketen. Böyle olunca yönetmenin dünyası tek gerçeklik olur izleyici için. Sinemada, evren seyirciye göre, bakan kişinin görüş açısına göre düzenlenir ve seyirciye dünyanın biricik merkezinin kendisi olduğu telkin edilir. Sonuç olarak gerçeklik parçalanır, anlam bölünür ve çoğalır.

Sinemanın felsefesini inşa eden şey de zaten izleyiciyi nasıl konumlandırdığınızdır. Popüler sinemada izleyici ana karakter ile psikolojik olarak özdeşleştirilir ve böylece filmin içine dâhil edilir. İzleyici, pasifize edilerek filmin nesnesi haline getirilir. Filmin bir parçasıdır, oyuncunun kendisidir. Düşünce melekelerini kaybeder, aktif değildir artık izleyici. Düşünemez, sorgulayamaz, kıramaz, dökemez. Sahte ile gerçek ayırt edilemez olur. Sahte dünyaları tanıyamayacağı gibi sahte tanrıları da tanıyamaz. Çünkü kendisini tanımıyordur, kendisi tanımlanandır artık. Baltayı elinden düşürmüştür yani, putları da kıramaz artık. Bu tam da kameraya biçilen her şeyi tanımlayıcı rol ile ilgilidir zaten. Seyircinin kamera karşısında tanımlanan hale dönüşümü. Seyircinin hapsedilmesi.

Popüler sinema, insanı kendi gerçekliğinden uzaklaştırarak izleyiciyi yeni dünyanın vaat ettiği hız, haz, şiddet, cinsellik gibi çıkmazların içine atarken zamanı, mekanı ve en nihayetinde insanı bölerek, parçalayarak yapar bunu. Sanat sineması ise insanın varlıkla ilişkisini ve o ilişkinin kesilmesinin insan ruhunda yaratacağı boşluğu işler. Buna “hakikat sineması” demek belki daha doğru olur. Çünkü bu sinema, hakikati aramada bir yoldur, bir tefekkür biçimidir. Çok katmanlı bir sembolizm, her an ayrı bir tecelliyi yaşanabilir kılma gücüdür. Hayatın her aşamasında farklı bir veçhesine şahit olabileceğiniz tecelliye dayalı bir düşünme biçimidir.

Hakikat sineması, izleyiciden düşünme yetisini çalmak bir yana onu sarsar, ona meydan okur. İnsanı kendi hapishanesinden çıkarır ve insanın kendisine dair farkındalığını artırır. Kör, bilinçsiz algıyı açar. İçsellikten, derinlikten yoksun, tüketilen bir eser değildir o. Derinliğe sahip olmayan, yüzeye dönüşür. Yüzey ise içinde bir sır taşımaz. Ama hakikatin sinemasında görüntü, şeffaf veya örtüsüz değildir, doğrudan konuşmaz. İzleyiciyi düşünmeye sevk eder ve insana unutturulanı ona yeniden hatırlatır. Yaralar izleyiciyi. Çünkü yaralanarak kendisine ve özüne yaklaşır insan. Böylelikle insanı tutsaklıktan kurtarır hakikatin sineması.

Hakikat sinemasının zamanını hissedebilmenin özü durup kalmayı öğrenmektir. Yani hakikatin sinemasında görüntü tüketimsel değil, düşünceye dairdir. Durup bekleme eylemini mümkün kılan bu sinema izleyiciyi düşünceye sevk eder. Bu sinemada görüntü uyarıcı da değildir çünkü uyarıcı selinde düşünce kaybedilir ve eser tüketime teslim edilir, bir eğlence aracına dönüşür. Bu sinema modern düşünce ile parçalanan bütün gerçekliği ahenkli bir bütünlük içinde yeniden birleştirir ve tekrar parçalanmamasını temin eder. Yani hakikatin sineması kainat ile varlık ile bir uzlaşı halindedir.

Sonuç olarak sinema, bilgi üretmese de bilginin hareketini yürüterek karanlığın en zifirisinden doğan güneş gibi düşüncede ve sanatta yaşanan bu toplumsal krizden yeni bir söz doğuracaktır. Bu söz, modern düşüncenin parçalanmış, bölünmüş hakikatini ‘ilim, bir nokta idi’ sözündeki noktada birleştirecek ortak bir dertten doğabilir ancak. İşte tam da bu bütünleştirme ihtiyacında sinema, yeni sözü söylemede en önemli araç olabilir. Düşüncenin insandan koparılması ile oluşan bu boşluk halini en iyi anlatan ve düşünceyi tekrar çağıran. Çünkü sinema, bu çağın dilidir, bir dua biçimidir bu çağ için. Hem geçmişte hem şimdide hem de gelecekte ontolojik bir yolculuktur. Mülk âleminde olanı hayal âlemine taşımak, görünmeyen âlemde olanı da görünür âleme taşımak, görünür kılmaktır.

Kitap önerileri:

Sinemanın Kökleri/Enver Gülşen

Güzeli Kurtarmak/Byung Chul Han

Film önerileri:

Buğday/Semih Kaplanoğlu

Stalker/Andrey Tarkovski


Feyzullah Çiftçi

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.