Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Tarihimize "El Koydular"

Önümüzdeki Perşembe günü Hicri Yılbaşıdır. Ama bunu kaç kişi fark edecek? Ardından 10 Muharrem gelecek. Belki kimi konuşmalarda Yezid temize çıkarılacak. Çünkü tarihimize el konmuş. Kendi zamanımızın dışına çıkarılmışız.

Tarih, geçmişi anlatsa da bugündür ve gelecek çağlardır. Bir toplumun tarihine el koymak, onun kendisi hakkında karar verme yetkisini elinden almaktır, onun bugün ve yarınını ipotek altına almaktır.

Bir toplumun tarihine el koymak, onun kendisi hakkında karar verme kabiliyetini yok etmektir.

Bir toplumun tarihine el koymak, onun hafızasını yağmalamaktır, onun hafızasını silmektir.

Bir toplumun tarihine el koymak, onun silinen hafızası yerine başka bir hafıza koymaktır, onun yağmalanan, sömürülen hafızasını işgal etmektir.

İşgal iki türlüdür: Biri toprakların işgalidir, diğeri beyinlerin işgali.

Toprak işgali kültürel işgaldir; “Sert güçler”le yapılır, silahla yapılır, gözler önündedir. Beyinlerin işgali “Yumuşak güçler”le yapılır, sinsidir, çoğu zaman kendisi değil neticeleri ürkütür.

Toprak işgali daha tahripkâr görünse de kültürel işgalin yanında geçicidir. Bedeni köleleştirilen bir insan, benzerleriyle örgütlenir, isyan eder; benzerlerini bulamazsa kaçar, özgürlüğe kavuşur.

Beyni köleleştirilen insan ise özgürlüğü aramak bir yana, özgürlüğünü arayanların boynuna ip geçirir, onları efendisine teslim eder; o, kölelik düzeninin bir parçası, kölelik kurumunun bir çalışanı haline gelir. Eskiden halk arasında kıyamet, Hicri 13. Asırda kopacak diye bir inanış vardı.

Bu ümmet, Hicri 12. ve 13. Asırlarda kıyamet olmasa da felaket yaşadı. Yüzyıllar önce kaybettiği Endülüs ve Hindistan’ın ardından Doğu Afrika, Kırım, Orta Asya, Cezayir, Libya ve nihayet neredeyse her noktasında işgal gördü; öyle ki ilk kıblesini Mescidi Aksa’yı dahi Yahudi işgaline bıraktı.

Ama onun üzerine bugün de devam eden bir kültürel işgal sürecine girdi. Müslümanların hafızası yağmalandı, Müslümanların hafızası silindi, Müslümanların hafızası işgal edildi.

Bugün yurt yurt, ülke ülke İslami kurtuluştan söz ediyoruz oysa evet dinin sahibi Allah’tır ama bizi ilgilendiren yönüyle bakıldığında belki asıl olması gereken İslam’ın kurtuluşudur. Zira “Yumuşak güçler’in saldırısı sele dönüştü; kimi zaman sel baskını bir savaştan çok daha tahripkardır, savaş bir yağmaysa sel, kimi zaman bir tür tufandır.

DÜNYA İSLAMSIZ DÖNÜYOR
Girişte ifade edildiği üzere tarihe el koyuş iki şekilde olur:

1.Bir toplumun kendisi hakkında karar verme yetkisini elinden almak

2. O toplumun hafızasını işgal etmek

Müslümanlar, her iki felaketi de yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.

Bugün ister Batı’nın emrinde olsun ister Batı’ya karşı dursun, hangi İslam toplumu kendisi hakkında karar verme hakkına sahiptir? İslam dünyasının hangi noktası, söz konusu olduğunda “Büyük Güçler” veya “Dünya Güçleri” denen uluslararası güçlerin sözü ciddiye alınmayabiliyor?

Müslümanların kendileri hakkında karar verme yetkileri ellerinden alınmış, Müslümanların kendileri hakkında karar verme kabiliyetleri yok edilmiş; dünya yönetiminde İslam diskalifiye edilmiş; dünya İslamsız dönüyor.

Gerçek karar mekanizmaları bir yana, görünürdeki karar mekanizmalarında bile Müslümanlar yok.

Yeni dünya düzeni, “Birleşmiş Milletler” diye bir kurum oluşturmuş. Halkı Müslüman olan bütün ülkeler o kuruma üye ama Müslüman halkları orada temsil edenler, kararlarında İslam’ı esas almıyor; aksine Müslümanları birinci derecede ilgilendiren hususlarda bile İslam’a tam zıt yönde karar vermek için gayret gösteriyor. Çünkü onlar; biyolojik olarak Müslümanlara ait olsalar da beyin olarak işgal edilmişler, “yumuşak güçler”in girişimiyle beyinden köleleştirilmişler. Onların beyinleri, uluslararası güçlerin emrinde, parmakları onların işaretlerine göre kalkıyor.

Bir de BM’nin her kararı beş büyük üye tarafından veto edilebiliyor. 2. Dünya Savaşı’nın galibi olan o beş büyük üyeden (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) hiçbiri İslam ülkesi değil. Aksine her biri, İslam dünyasının bir kısmını işgal altında tutuyor ve her birinin emrinde beyinden köleleştirilmiş, kültürel işgal ürünü Müslüman evlatları var.

Böyle bir dünyada hangimiz, Müslümanların kendi adlarına karar verme hakkına sahip olduğunu iddia edebilir?

Bu modern kölelik çağında, hangimiz Müslümanların geleceklerini özgürce planlama hakkına sahip olduğunu söyleyebilir?

MEKÂN VE ZAMANIMIZ İŞGAL ALTINDA
Bugünün dünyasında tarih, geleceği belirlemek için kullanılıyor. Tarih, bir hafıza kutusu gibi, toplumların kafasına monte ediliyor. O toplumların o kutuya kaydedilen programlar doğrultusunda hareket etmesine yol açılıyor. O toplumun geleceği denetim altına alınıyor; onun gelecekte nasıl hareket edeceği tahmin ediliyor ve onun hareket tarzının kölelik düzeninin gereksinimine göre yönlendirecek sahte bilgiler o hafıza kutusuna dolduruluyor. Tarih, bunun için araştırılıyor, bunun için “tarih” üretiliyor. Bu gerçek geçmiş veya üretilmiş (sahte) geçmiş, kullanılarak bugüne ve geleceğe yön veriliyor.
Tarihe gerçek anlamda el koymak budur. Bu, kültürel işgalin, beyinden köleleştirilmenin ta kendisidir.

Bu yazıyı okuyan kaç kişi, takvime bakmadan bugünü Hicri Takvimle anlatabilir; bugünün Hicri Takvimdeki karşılığını söyleyebilir?

Önümüzdeki Perşembe günü (15 Kasım) Hicri yılbaşıdır; kaçımız Hicri yılbaşının yaklaştığının farkındadır?

Neden? Çünkü toplumların bir mekânı olduğu gibi bir zamanı da vardır. Toplumların mekânı, yerleşik oldukları topraktır; toplumların zamanı ise kendilerini onunla ifade ettikleri tarihtir. Biz, hem mekânımızdan hem zamanımızdan edildik.

Fiili işgal, bizi mekânımızdan, topraklarımızdan, yurtlarımızdan etti; kültürel işgal, bizim tarihimize el koydu, zamanımızı elimizden aldı.

Bir önceki yüzyıla kadar Hicri Takvimi kullanıyorduk; o takvim kaldırıldı; bize Miladi Takvim dayatıldı. Bu, görünüşte hayatı pratikleştirmek ve dünya işlerinde dünya ülkelerine uymak için yapılıyordu.

Hicri Takvim nereden geliyor? Hz. Ömer (ra) zamanında Müslümanların işlerinin gelişip bir takvim içinde planlanması ihtiyacı doğduğunda sahabeler arasında istişare yapıldı ve Hz. Ali (ra)’nın teklifi doğrultusunda, Resulullah’ın (S.A.V.) Mekke’den Medine’ye hicreti başlangıç kabul edilerek Hicri Takvim oluşturuldu.

Bu takvimin başlangıcı için Hicret’in seçilmesi bir tesadüf olabilir mi? Asla! Hicret İslam iktidarı çağının başlangıcıdır, iktidar anlamında İslam zamanına giriştir.

Hicri Takvim yerine Miladi Takvimi getirenler, bizi İslam zamanının içinden çıkarıp Hıristiyan zamanına yerleştirdiler; tarihimize el koyup bize yeni bir tarih dayattılar, zamanımızın başlangıcını hafızamızdan silip bize her gün başka bir zamanı hatırlatacak başka bir tarih okuttular.

Hicri yılının onuncu günü 10 Muharrem, Hz. Hüseyin’in (ra) Kerbela’da şehid edilmesinin yıl dönümüdür.

Belki bu yıl dönümünde kimi minberlerde bile Yezid’i vakanın dışına çıkaran, Hz. Hüseyin’in (ra) ihya hareketini kişisel bir kalkışma gibi anlatan bir “tarih” anlatılacak.

Dinleyen, malum Yezid’in anlatıldığını, bizden kaçırılanın Hz. Hüseyin (ra) olduğunu sanacak. Oysa o malum Yezid üzerinden meşrulaştırılan çağın Yezid’leridir; bizden kaçırılan, mücadelesi kişisel bir dava gibi anlatılmaya çalışılan, çağın Yezidlerine karşı çıkan Allah erleridir.

Tarihe el koymak, geçmişi bugün ve yarın için kullanmak işte budur. Bu, bir kişinin malının yağmalanıp o yağmalanan mal ile alınan silahlarla vurulması gibidir.

“ULUSAL HAFIZA”DAN KURTULMA ZAMANI
Kur’an-ı Kerim, geçmişten ders almamızı emrediyor. Biz, bu emri göz ardı edip geçmişten ders almayınca “yumuşak güçler” bizim için sahte bir geçmiş üretip o sahte geçmişten bize ders vermeye kalkıştılar.

İmam Hatip’te, sosyal bilgiler öğretmeni- ilgi ve bilgi alanı tarih olan bir öğretmenimiz, tarih derslerine değil, coğrafya derslerine giriyordu; kendisine “Hocam, neden tarih dersine girmiyorsunuz?” diye sordum. Klasik Mardin şivesiyle “Abdulkadir, ben yalan söylemekten yoruldum ha, yoruldum da ne, ben yalan söylemekten neredeyse kafayı yedim, baktım olmuyor, yalan söyleyen tarihiniz sizin olsun, deyip bir daha o derse girmeye tövbe, dedim” demişti.

Öğretmenimizin sözünü ettiği tarih, gerçek anlamdaki resmi tarihti. Yeni süreçte o tarihin gözden geçirileceği söyleniyor. İyi olur ama bu gözden geçirme neye göre yapılacak? Tarih, ders kitaplarında hangi bakış açısıyla yerini alacak? “Ulusal” bakış mı İslami bakış mı?

Bilinen bir muhafazakâr gazetenin “A’dan Z’ye Kültür Ansiklopedisi” diye okurlarına verdiği hediyeye bakıyorsunuz.
İslam öncesi Göktürk Devleti’ne sıkı bir üç sayfa ayırmış; Müslüman Eyyübi Devleti’ne ise neredeyse bir sayfayı bile çok görmüş. Şamanist bir devleti göklere çıkarıyor, Müslüman bir devleti ise özünden koparmış ve geçiştirmiş.

Ulusalcı olmayan Türk Milliyetçisi tarihçiler bile “Göktürk Devleti tarihi, Türk gençlerini İslami bir geçmişten koparmak için uydurulmuş” derken her Müslüman, Eyyubilerin bir kadın hilesi ve askeri darbeyle devrilen Mısır’daki son hükümdarı bile-ki en çok eleştirilen Eyyubilerdendir- otuz bin Haçlıyı, başka aktarımlardaysa yaklaşık yüz bin Haçlıyı imha ederek İslam sahillerini Haçlılardan temizlemiş. 1- Öyleyse muhafazakar gazetenin bu tavrı neden?

Gazetenin bu tutumunu bir seferlik bir hata olduğunu düşünebilirsiniz. Ne yazık ki öyle değil. Aynı gazete, bir Osmanlı tarihi hediye etmiş ve maddelerden birini bir dönem büyük bir şehre belediye başkanlığı yapan, üstelik resmi törenlerle ilgili yaptığı iddia edilen bir konuşmadan dolayı ceza alan bir akademisyene hazırlatmış. Orada da aynı tutum var. Hatta diğer muhafazakâr gazetelerin de tarih sayfaları ve tarihle ilgili verdikleri eserler aynı mantık içinde. Çünkü geçmişe İslami bir hafızayla değil; uydurulmuş, kafalara monte edilmiş “ulusal hafıza”yla bakıyorlar. Onların tarih bakışı, ne yazık ki, Mehmet Fuat Köprülünün öğrettiği tarihi bakışın ta kendisidir.

Kim bu köprülü? 1924’te Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı yapılmış; milli eğitimden İslami simgeleri atmaya yönelik projede aktif görev almış, sonra Avrupa’daki Yahudi profesörlerle işbirliği emri verilerek kendisine Türkiyat Enstitüsü kurdurulmuş; bu enstitüde bugüne kadar İslami hafızaya sahip herkesin şikayetçi olduğu resmi tarih tezleri hazırlatılmış, darbecilerin lehinde Adnan Menderes’e ihanet eden biri, bir iddiaya göre mason…

İşte bu tarihimize el koymak tarihe onun gibi masonların penceresinden baktırmaktır.

Öte yandan uzun süredir “ulusal sol” listesinden Mardin milletvekili seçilen, bir dönem çıkıp “Hz. Halid b. Velid zamanında Diyarbakır’da Yezidi katliamı yapıldı” diyebiliyor.

Lafa bak. Adamın beslendiği kaynağı gör… Yezidiliğin ortaya çıkışı Miladi 12. Yüzyıl, Diyarbakır’ın fethinden neredeyse altı yüz yıl sonra…

Peki, bu adam, kimin yalanlarını seslendiriyor? Bir zamanlar Fransız işgali altındaki Suriye’de ve bizzat Fransa’da Yahudi ulusal tarih uydurmacılarının artıklarını gözeten, muhtemelen yine mason Kadri Cemil Paşa’nın aktardığı yalanları…

Her iki taraf da ulusalcılıktan giriyor. Bir taraf Fuat Köprülü’nün, diğer taraf Kadri Cemil Paşa’nın peşine takılıyor, her iki taraf da soluğu Yahudi fısıldalaşmalarında alıyor ve İslam öncesinin çukuruna düşüyor.

Yeni süreçte düzenleme bu mantıkla yapılacaksa değişen ne olacak?

Şimdi kıyamet kopmadan bu felaketten uyanma zamanıdır, diriliş zamanıdır. Bize takılan ve “ulusal hafıza” denen kutucuğu atıp hafızamızı İslamlaştırma, Yahudi fısıldaşmalarını terk edip İslam’ın etrafında toplanma zamanıdır: Yeniden İslam asrına giriş zamanıdır. ASR Süresi üzerine düşünme zamanıdır.

“Asra yemin olsun ki insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.”

KAYNAK: 1 El Bidaye vel Nihaye (Tarih-i İbn-i Kesir) Arapça Nüsha- Darul Hadis Yayınevi – S-160

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.