yâkîn, şüphe ile izâle olmaz

yâkîn, şüphe ile izâle olmaz

Fıkhi kaidelerden “Zan ile yakîn izale olmaz” kaidesi ‘yakîn’in ancak ‘yakîn’ ile zail olacağı kaidesinin birinci şıkkıdır. Üçüncü şıkkı ise, neticede zannın delil olmayacağı gerçeğidir.

Fıkhi kaidelerden “Zan ile yakîn izale olmaz” kaidesi ‘yakîn’in ancak ‘yakîn’ ile zail olacağı kaidesinin birinci şıkkıdır. Üçüncü şıkkı ise, neticede zannın delil olmayacağı gerçeğidir.

İlmin karşısında zan cehalettir. Zanna tabi olmak cehalete tabi olmak demektir.

Zann kelime olarak; şüphe, sanmak ve sezme manalarına gelir. Zann-ı galip; kuvvetli, hakikate en yakın olan zan demektir. Zannın zıddı ise yakîn’dir.

Yâkîn; kesin bilgi, şüphesiz, sağlam ve kat’i olarak bilmektir. Yakîn olarak bilmeye ilm-i yakîn denir. Marifet-i yakîn denilmez.

Şüphe; zaafiyettir, yakîn kuvvettir. Zaafiyet kuvveti yok edemez. Bunun için şüphe ile yakîn yok edilemez. Yakîn ancak yakîn ile izale edilebilir. Bu durumda dahi yakîn’i kendinden kuvvetli bir yakîniyet derecesi izale edebilir. Bilakis yakîn ile zannın kaldırılması vacip olur. Çünkü ilimde ve hayatta gaye zan değil, yakîn’dir.

Yakîn üç mertebedir. 1-İlmel yakîn, 2-Aynel yakîn, 3-Hakkal yakîn’dir. İlmel yakîn aynel yakîn ile, aynel yakîn ancak hakkal yakîn ile izale olunabilir.

Şüphe ile yakîn’i yok etmeye çalışmak cehaletin ve cahiliyenin metodudur. Bu da körlerin güneşi inkar etmesinden daha büyük bir basitliktir. İlmi hayat, zann üzerine bina edilemez. Ancak yakîn üzerine bina edilir.

Kur’an-ı Kerim’de zan ile kat’i bilgi arasındaki farkı belirleyen ayetler mevcuttur. Bu hususta “De ki ‘sizin yanınızda bize (karşı) çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak zan ve tahminle yalan söylersiniz”(En’am: 148) diye buyrulmaktadır.

.....

Hak Din’in (İslam) dışındaki dinler sahtedir. Sahte din, ideoloji ve sistem koyucuları bütün ilke ve kurallarını zan üzerine bina ederler. Bu sahte bilimciler, “filozoflar, kanun yapanlar, görüşlerini ilim üzerine değil yalnızca tahmin ve zan üzerine dayandırırlar. Aynı şekilde bu dini ve dünyevi liderlerin peşinden gidenler de onların büyük insanlar olduklarını ve bu yüzden doğru söylediklerini varsayarlar. Zira ataları ve cümle ahali onları izlemiştir. Zanlarının nedeni budur.” (Tefhim-ul Kur’an C.2; 333) Bu kupkuru zan sebebiyle Hakk’a karşı ve batılda ısrarlarının en büyük gerekçelerinden birini oluşturmaktadır. Diğer bir mana ile zan veya şüphe; bir şeyin vücudunda (varlığında) veya adem(yok)liğinde şek ve tereddüt edip birisini diğeri üzerine tercih ederek varılan karardır. Bu durum ise kat’i ve ilmi bir tercih değildir. Şüphe üzerine bina edilen bir kararın ilmi hakikati izale etmesi sahih olamaz.

Hatta zan değil de şüpheli olan veya sahih olmayan bir kanaldan gelen haber (bilgi) üzerine bir kanaatin ve hükmün oluşması ve yargıya gidilmesi dahi İslam’da men olunmuştur. Çünkü böyle bir yargının yanlışlık ihtimali çok olduğundan hüsranla sonuçlanır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de:

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin. (Yoksa) Bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman kimselerden olursunuz” (Hucurat: 6) diye buyrulmaktadır.

İslam, sağlam temeller üzerine karar verilmesini emreder. Akide esaslarından başlayıp hayatın her safhasına kadar, en ufak hareketten ve en büyük icraatlara kadar yakîn ile sürdürülen, şek ve şüphelerden uzak, salim bir hayatın idamesini sağlar.

Şek ve şüphe; cehalet ve karanlık, yakîn ise; ilim ve aydınlık olduğuna göre İslam insanlığa aydınlık bir hayat, küfür ise karanlık bir hayat sunmaktadır. Yarınlarının ne olacağını ve ğayb alemini bilmeyen insanlık, istikballeri hakkında nasıl sıhhatli bir nizam meydana getirebilirler. Bütün mevcudatı zerreden küreye var eden, ezelden ebede her şeyi hakkıyla bilen yegâne yaratıcının kanunlarından nasıl şüphe edilebilir? Zaten insan Allah(cc)’ın bildirdiğinin haricinde hiçbir ilmi (doğru bilgiyi) öğrenme imkânına sahip değildir. Bildiğini sandığı şeyler de ancak zan(kuruntu)dan başka -yani cehaletten başka- bir şey değildir.

Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de: “Halbuki onların buna dair de bilgisi yoktur. Onlar zan(kuruntu)dan başkasına tabi olmazlar. Kuruntu ise haktan bir şey ifade etmez. Onun için sen bizim zikrimiz(Kur’an)e arka çeviren, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimselerden yüz çevir. Onların ilimden erebildikleri (son had) işte budur. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan(hak yoldan) sapan kimseleri çok iyi bilenin ta kendisidir. O, hidayet bulan kimseleri de pek iyi bilendir” (Necm: 28-30) diye buyrulmaktadır.

Okuduğumuz bu ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki gerek ğaybî alem hakkında gerekse insanlığın hayat nizamı hakkında ilahi ahkâmın dışındaki bütün hükümler batıl, bütün bilgiler de kuruntudan başka bir şey değildir. Kur’ân’a uymayan her bilgi cehalettir.

.....

Kişi kendi imanı hususunda şek ve şüpheye mahal vermemekle mükellef olduğu gibi iman ettiğini söyleyen bir kimseden küfrü mucip bir hali müşahede etmediği müddetçe de (onun) imanından şüphe etmemek ve zanna göre değerlendirip yargılamamakla mükelleftir.

Bu hususta sahih olarak rivayet olunan bazı hadisler mevcuttur. İki tanesini okuyalım.

“İbn-i Ömer(ra)’den Resulullah(sav)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Onun Resulü olduğuna şehadet edinceye, namaz kılıncaya, zekat verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları zaman, İslam’ın hakkı hariç insanlar benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Gizli hallerinin hesabı Allah’a aittir” diye buyurmuşlardır. (Buhari: Kitab-ul İman, Müslim: Kitabu-ul iman)

Diğer bir hadis-i şerifte:

“Ebu Mabed el-Mikdat b. Esved(ra)’ten rivayet edilmiştir: “Peygamberimize şöyle sordum. ‘Kafirlerden biri ile karşılaşsam ve çarpışarak adam kılıcı ile elimi kesse, sonra da bir ağaca çıkıp sığınarak ‘Müslüman oldum’ dese, ne yapmalıyım? Bu sözünden sonra onu öldürebilir miyim Ya Resulallah? ‘Onu öldüremezsin’ cevabını verdi. Ben ‘Ya Resulallah! O bu sözünü benim bir elimi kestikten sonra söyledi’ dedim. Yine de ‘Onu öldürme sakın, şayet onu öldürürsen o senin onu öldürmenden önceki mertebene yükselirken, sen de ‘Müslüman oldum’ sözünden önceki durumuna düşersin’ dedi” diye buyurmuşlardır. (Buhari: Kitab-ul İman, Müslim: Kitabu-ul iman)

İslam, zan ve heva-î nefisler doğrultusunda bir yargılama ve karar verme keyfiyetini tamamen reddetmektedir. İslam, Allah(cc)’ın bildirdiği yâkîn ilmi üzerine hayatları yönlendirmek ve insanları, zannın bataklığından ve cehlin karanlığından kurtarıp hidayetin aydınlığında yaşayarak ebedi saadete nail olmaya davet eder. İnsanların birbirlerine karşı olan hukuku da esasen ancak bu şekilde korunmuş olur.

Cahili sistemler; zannın korku ve karanlıkları üzerine bina edilmiştir.

Cahili sistemler; heva-i nefislerin azılı hırs ve vahşi arzuları üzerine bina edilmiştir.

Cahili sistemler; nefis, şeytan ve tağut üçgeninin dar kıskacı altında geniş halk kitlelerinin haklarını bir avuç mütegalibe (yönetimi ellerinde tutan) azınlığın gaspçı tamaları üzerine bina edilmiştir.

Cahili sistemlerin akidesi zanna dayanır. Hükümleri zanna dayanır, yargıları zanna dayanır, kararları zanna dayanır. Hülasa hayatları zanna dayanır. Fakat menfaatleri de zanna dayandığı için ebedi olarak hüsrana uğrayanlar da onlar, avaneleri ve onlara uyanlar olur.

Mü’minlerin itikadını mahz-ı ilim (yâkînin ta kendisi) olan Kur’an belirler, amellerini Kur’ân belirler, içtimaî hayatlarını Kur’ân belirler, devlet yapılarını Kur’ân belirler, yargılarını Kur’ân belirler, anayasalarını Kur’ân belirler, bütün hükümlerini Kur’ân belirler. Hülasa bütün hayatlarını Kur’ân belirler, menfaatlerini de Kur’ân belirler ve bunun içindir ki ebedi saadete nail olanlar Kur’ân’ı yaşayan ve Kur’ân’la ahlâklanan ve Kur’an’ın cemaatinden olanlar nail olurlar

Bir kanaatin oluşması için ihtimal manasına gelen zan; su-i zan ve hüsn-ü zan olmak üzere iki kısımdır. Genel itibariyle iyilikler kapsamında olan bir şey hakkında hüsn-ü zan esastır, su-i zanna itibar olunmaz. Mesela bir Müslümandan hayra veya şerre ihtimali bulunan bir hal üzerinde hüsn-ü zanna itibar edilir, su-i zan üzerine kanaat ve hüküm oluşturmak caiz olmaz.

Bu kapsamda ibadetlerde dahi -zann-ı galibe esas olmakla beraber- şüpheciliği çok olanın şüpheleri genelde geçersiz olur. İslam toplumunda, içtimai meselelerde ve beşeri münasebetlerde yine hüsn-ü zan esastır.

Bütün bu hususlarda zandan kaçınmak gerektiğini beyanla Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Zan’ın bir çoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin” (Hucurat: 12) diye buyrulmaktadır.

Hayır ve iyiler üzerinde hüsn-ü zan esas olduğu gibi genel tanımı kötü ve kötülerle anılan şeyler üzerinde ise su-i zan esastır. Zira kötülüğü iyiye yorumlamak ve hükümlendirmek adaletsizlik ve haksızlık olur. Mesela kötü halli kişilerin hakkında hüsn-ü zanda bulunmak ve onların kötülüğünden emin olmak kötülüğe kucak açmak olur.

Nitekim Abdullah b. Utbe b. Mes’ud’tan rivayet edilmiştir ki; “Hz. Ömer(ra)’in şöyle dediğini duydum. ‘Bugün vahiy kesilmiştir. Bunun için biz sizleri görebildiğimiz işlerinizden dolayı yargılarız. Bize hayır ve adalet gösteren kimseyi emin sayar ve onu muhterem tanırız. Gizli hallerini araştırmayız. Onun hesabını Allah görür. Kötü halli kişilerden de emin olmayız ve niyetinin iyi olduğunu söylese de inanmayız” demişlerdir. (Buhari; Kitabuşşehadet / Riyazüssalihin; Had No:290/6)

Bazı alimler “şüphe yâkîni zail etmez” kaidesinin kapsamında olan “vehme itibar yoktur” gerçeğini ayrı bir kural olarak mülahaza etmişler. Bu ise “şüphe yâkîni zail etmez” kaidesinin te’yidi olur. İtikad’ta, amelde, içtimai hayatta siyasi ahkâmda, özellikle yargıda ve de insanlığın ferdi toplumsal hayatının her safhasında asıl olan yâkînin yönlendirmesi doğrultusunda hayat sürmektir. Zanna dayalı hayat hüsrandır. Zan yâkîn karşısında batıldır. Yâkîn ise ancak İslam’da mevcuttur. Zan ile yâkînin izale olmaması kaidesi bir hakikattir. Şüpheler ise ancak tashih için araştırmaya muhtaçtır. Bu tashih ise yine şer’i deliller çerçevesinde olur. Su-i zannın icap ettiği yerde dahi onun üzerine yargılama ve hüküm bina edilemez. Sadece tedbir alınır, gaflet olunmaz.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

* Kesin deliller sabit olan bir hüküm zan (şüphe) ile ortadan kalkmaz.
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.