Yeteri Kadarsa Çoktur

Yeteri Kadarsa Çoktur

Yaygın iktisadi düzenin en belirgin paradoksu, sonlu bir gezegende sonsuz bir büyümeyi ve sınırsız bir tüketimi teşvik etmesidir herhalde.

Yaygın iktisadi düzenin en belirgin paradoksu, sonlu bir gezegende sonsuz bir büyümeyi ve sınırsız bir tüketimi teşvik etmesidir herhalde. Peki, tüketerek varlığını gerçekleştirdiği hissine sahip günümüz insanı bu döngüden nasıl çıkabilir ya da çıkmalı mıdır? Tüketim doğal ihtiyaçların tatmin edilmesi ise daha çok tüketim niçin ilerleme ve mutluluk anlamına gelmiyor? Açık ve kesin bir durum varsa o da şudur: Yaşama yönelik tutumumuzda artık temel bir değişime ihtiyacımız var. Hem tükenen insan ve hem de tükenen dünya için bu ihtiyaç duyulan şey nedir o halde? Belki de yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten bir önemi yoktur. Ya asıl önemli olan yaşamın bizden ne beklediği ise. Doğru eylem veya iyi yaşam nedir sahiden?

Hayatımızın çoğu belirlenmiş alışkanlıkları tekrarlayarak geçiyor. Artık hiçbir şey bizi tatmin etmiyor. Bütün zamanımız hep bir kovalamaca ile harcanıyor. Ve bu koşuşturmaya rağmen bir türlü tatmine varamıyor insan. Tüketim alışkanlıklarının insani ilişkileri ve insanın nesnelerle ilişkilerini belirlediği çağımızda Baudrillard’a göre tüketim, doğal ihtiyaçların tatminine yönelik değildir artık. Aksine materyal kültürün ürünü insan, objelerin gösterge değerini satın almak için yarışır. Çünkü postmodern insan, yaşadığını tüketimde hisseder.

Tüketim üzerinden kimliğini inşa etmeye çalışan insan ise farkında olmasa da sonu gelmez bir döngünün içine atar kendini. Çünkü satın aldığı şeyle tatmin olamadığında –ki olamayacaktır- bunu yeterince para harcayamıyor oluşuna bağlar. Ve böylelikle daha fazlasını tüketmek ister. Ancak insan, pazardan satın alınamayacak kadar derin bir tatmin peşinde olduğundan tüketim yoluyla hiçbir zaman bu tatmini gerçekleştiremeyecektir. Bu tüketerek var olma durumu sürekli artan bir iştiyakla devam ettikçe tüketerek yok olur insan.

Bütün arzularını gerçekleştirerek özgürleşemez insan. Aksine maddi arzularının kölesi haline gelir. Asıl özgürlük, yaşayabilmek adına maddi arzuları azaltmak değil midir? Sokrates’e sorarsanız gerçek anlamda özgür birey ancak bütün arzularından tam anlamıyla özgürleşmiş bir bireydir.

Sürdürülemez bir uygarlık formu içerisine doğduk. Ancak bu dünya ile ne yapmaya ihtiyaç duyduğumuzu ve ezelden beri insanların ne yapmak istediğini anlamaya çalışmadan hayatlarımıza devam ediyoruz.  Muhtemelen tüm sorunların en mühimi yaşamı nasıl idame ettirmemiz gerektiğine ilişkin olsa da insan, varlık ile ilişkisini hiç sorgulamadan belirlenmiş alışkanlıklar ile tamamlıyor yaşam hikâyesini. Henry David gibi birileri çıkıp her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalı. Birileri bu sürdürülemez hayat formunu değiştirebileceğimizi haykırmalı. Yapamamamızın bir önemi yok. O rüyayı görmeliyiz.

Niçin daha fazla tüketmemiz gerektiğine veya niçin daha fazla kazanmamız gerektiğine dürüst cevaplar vermediğimiz sürece iktisadi çabalarımızın neye hizmet ettiğini ve başarılı olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Platon, “önemli olan en çok şeye sahip olmak değil en az şeye ihtiyaç duymaktır” derken aslında ne kadarı yeterli sorusun cevabını arıyordu belki de.

Adil bir düzen insana karşı adil olmayı gerektirdiği gibi şüphesiz doğaya karşı da adil olmayı gerektirir. Doğaya karşı adil olmaktan ne anlaşılması gerektiği ile ilgili İslam’ın adalet teorisine bakmakta da fayda var. Çünkü İslam hukuku adaletin insan ilişkilerindeki yerini belirlerken insanın eşya ile ilişkisinin bile adaletin konusu olduğunu söyler. Eşyayı dahi incitme diyen bir medeniyet anlayışı ancak adil bir düzen vaat edebilir. Şüphesiz İskender’in, Diyojen’in güneşine zulmetmesi hiç de adil değildi.

Kapitalist bir anlambilim ile tanımlanan kavramlarla şekillenen bir zihin dünyasında ise elbette yaşama bakış hep ticari değerlerin hâkimiyetinde olacaktır. Her türlü eşyanın tüketime konu edilmesinin ötesinde dinler, inançlar, kutsal ritüeller bile piyasalaştırılarak tüketime konu ediliyor.  Neyin revaçta olduğunu ve hatta neyin güzel olduğunu moda belirliyorsa insanın hakikati kendi gözünden görmesi ne kadar mümkün olabilir ki?

Eğitim de nasıl yaşamak gerektiği problemi ile yakından ilgilidir. Ivan Illich’in eğitimin devlet tekelinden çıkarılması gerektiğine ilişkin savı, aslında insanların nasıl yaşayacaklarının belirlenmesinin devlet tekelinden çıkarılması gerektiği sorununu da içeriyor bence. Resmi eğitim insanların nasıl yaşamaları gerektiğine yönelik bir cevap geliştirmediği gibi bu sorunun üstünü de örtüyor. Çünkü resmi eğitimde insanların her birinin ayrı ayrı kendilerinin yaşamdan ne beklediği değil devletin onlardan ne beklediği ön plandadır.

Mutluluğa giden yolun alışverişten geçtiği bir zamanda yaşıyoruz. Dertlerden uzak steril bir hayat yaşamak isteyen insan, mutluluğa giden yolda karşılaştığı tüm sorunların çözümünü mağazalarda arıyor. Bütün problemleri çözümlerini satın alarak halletmek istiyor. Bunun ötesinde asıl problem ise insanın tüketerek iyileştiği sanrısına sahip olmasından ötürü alışveriş merkezlerine uhrevi bir anlam katmaya başlamasıdır. Eczane de ibadethane de alışveriş merkezlerinin içinde. Bedenin de ruhun da şifasını oradan temin ediyorsanız alışveriş merkezleri tapınaklarınız haline gelmiştir.

Gönüllü Sadelik Koleksiyonu

Kitap

Tüketim Toplumu-Jean Baudrillard: Tüketerek var olan bir toplumun çözümlemesi için

Sahip Olmak ya da Olmak-Erich Fromm: Sahip olanın niçin olamayacağının cevabı için

Walden-Henry David Thoreau:  Modern toplum eleştirisi yaparak alternatif bir yaşam modeli arayışında olan yazarın deneyimlerini ilk ağızdan duymak için

Ormandaki Yabancı-Michael Finkel: 27 yıl yabanda yaşamış bir münzevinin sıra dışı hikayesi için

Yeteri Kadarsa Çoktur-Samuel Alexander: Gönüllü sadelik iktisadına göre daha basit, daha özgür ve daha şairane yaşamanın olanaklarını keşfetmek için

Parayı Tahrif Et-Samuel Alexander: Sokratik bir diyalog ile Diyojen’in “en fazla şeye sahip kişi en az ile yetinendir” mesajını daha iyi anlamak için

Şeyler-Georges Perec: Hayatına aldığın her nesne ile aslında bir parça özgürlüğünden ödün verdiğin gerçeğinin 60’lı yıllar Fransa’sındaki görünümünü edebi bir dille okumak için

Film

Kurban-Andrey Tarkovsky: Bir zamanlar olduğumuz yere dönmemiz gerektiğini haykıran bir film izlemek için

Belgesel

Minimalizm: Önemli Şeylere Dair bir Belgesel: Hayatımız daha az ile nasıl daha iyi olabilir sorusunun cevabı için

Müzik

Simple Man-Lynyrd Skynyrd: Bazı güneşli günlerde neler yapılabileceğini dinlemek ve hissetmek için

Söz&Kalem  -Feyzullah Çiftçi

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.