Zikrullah, mukavemet için en büyük azıktır

Zikrullah, mukavemet için en büyük azıktır

Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin! Umulur ki felah / kurtuluş bulursunuz.

“Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin! Umulur ki felah / kurtuluş bulursunuz.”[1]

Yüce Mevla’mızın bize tahmil ettiği İslami sorumluluk ağır, zor ve zahmetlidir. Müslümanlar için dâhili ve harici pek çok düşman vardır. Mevcut düşmanlarımız bizi ilahi sorumluluğumuzdan uzaklaştırmak ve kendileri gibi asi ve azgın bir duruma düşürmek için her türlü hile ve desiseye başvurup tuzaklar kurarlar. Gerek akide ve gerekse de amel olarak bizde en küçük bir zaaf ve boşluk tespit ederlerse, darbeler indirmekte insaflı davranmazlar.

Baş düşmanımız şeytan ve avanesi olan kâfirlerin, Müslümanlara ve Müslümanların dinlerine karşı iflah olmaz bir kin ve adavet içerisinde oldukları ve Müslümanları gördüklerinde kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırdıkları, vahyin tesciliyle bir hakikattir. Rabbimizin o beliğ ifadesiyle;

“…öfkenizle geberiniz…”[2]

“İblis dedi ki; ‘öyle ise beni azdırmana karşılık kuşkusuz ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın’ dedi.” [3]

Ayette de görüldüğü gibi şeytan, insanları Allah(cc)’a kulluktan alıkoymak ve dalaletin labirentlerine sürükleyip yuvarlatmak için insanı her taraftan kuşatıp ablukaya alacağını ve saldırıya geçip bütün hünerlerini kullanacağını küstahça ilan etmektedir. En küçük bir menfez görse ğavvas / dalgıç gibi kafa üstü dalış yapar!!! Gerek insi ve gerekse de cinni şeytanların mekân edindiği bir yerde tefessühün baş göstermemesi mümkün değildir. İşte onun için yoluna kurban olduğumuzPeygamberimiz (sav): “kim emirinden / idarecisinden hoşlanmayacağı bir şey görürse sabretsin! Şu biline ki kim cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümünden başka bir şekilde ölmez.”[4] İslam cemaati içerisinde Müslümanlarla beraber olmaya razı olmayan bedbaht bir kimsenin şeytanın hizbinden olan kimselerle beraber olmaktan başka şansı yoktur. Küfür ve tuğyan bataklığında debinip azgınlığını daha bir artırıp Sair cehenneminde soluğu alacaktır. Münkir ve müfsitlerin tasallutundan emin olmak için Müslümanların oluşturduğu ve çelikle perçinledikleri yapıdan / saftan bir çelik halkası olmak gerekir. Değilse her vadide başıboş dolaşan avarelerin, tuzağa düşmemeleri mümkün değildir…

Şeytan ve adamları, Müslümanları bir an olsun boş bırakmadıkları ve etrafında cirit attıkları, nefsanî arzularını tahrik ettikleri ve yeri geldiğinde tehdit edip korkuttukları bir gerçektir. Müslüman canı ve malı ile cihada çıkmak istediğinde şeytan: “…Onun, can ve mal ile yapmak istediği cihad yolunun üzerinde oturur ve der ki: ‘Sen savaşmak mı istiyorsun? Oysa savaşta öldürülmek, kadının başkası tarafından nikâhlanması ve malının taksim edilmesi vardır…”[5] Salih amel işlemek isteyen Müslümana şeytanın nasıl vesvese verdiği ve nasıl caydırıcı telkinatlarda bulunduğunu Resulullah(sav) haber vermektedir. Özellikle zayıf yapılı Müslümanlar için nasıl fırtınalar estirdiğinin canlı bir örneğidir. Hadiste görüldüğü gibi şeytan, zayıf insanları tam can evinden vuruyor. Fakat İslam fedaileri için bu tür telkinat ve hatırlatmaların hiçbir etkisi olmadığı gibi zaten Müslüman, günde defalarca bütün varlığının, İslam için kurban olmasını Rabbinden niyaz ediyor.

İnsanlık ve hakikat düşmanı karanlık askerlerinin yıkıcı ve tefessüh edici faaliyet ve çabalarını boşa çıkarmak için Müslümanlar olarak çok ama çok uyanık olmamız gerekir. Onların hesap ve planlarını Allah’ın izin ve kuvvetiyle boşa çıkarmamız gerekir. İnsanlarımızı, özellikle zayıf yapılı ve en küçük bir esintide devrilmeye yüz tutan insanlarımızı kuşatıp destek vermemiz ve güçlendirmemiz gerekir. Ama mutlaka muhafaza etmemiz lazım. Eğer kendini taşıyamıyorsa ve omurga erimesi yaşıyorsa, gerekirse sırtımızda taşımaya hazır olmamız gerekir. İblisin askerlerine yem olmasına müsade etmememiz gerekir. Bu tür hayırsız insanların altında belimiz incinse bile gam yemememiz gerekir. Aslında bereketlerin büyüğü bu tür fedakârlık ve hassasiyetlerde meknundur.

İslam düşmanlarının, Müslümanlara karşı ne kadar uyanık ve canlı olmaya çalıştıkları, İslam’ın zerresine dahi tahammül göstermedikleri ve velveleyi kopardıkları, İslam’a ve Müslümanlara karşı sürekli kısa, orta ve uzun vadeli yıkıcı ve ifsat edici planlar ve desiseler peşinde oldukları apaçık ortadadır. İslam düşmanı dünyaperest keferelerin bu hassasiyetlerine rağmen, müslümanlarla mücadelede- küçücük bir gaflet ve gevşekliğe meyletme durumları olsa, hemen yol göstericileri olan şeytan / iblis, onları uyarır ve uyanık olmalarını sağlar: “Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için vahyeder / telkinde bulunurlar...”[6]

Görüldüğü gibi şeytan, sürekli dostlarına telkinatta bulunuyor ki, Müslümanlara karşı verdikleri mücadelede uyanık ve dikkatli olsunlar ve bu mücadeleyi kesintisiz sürdürsünler.

Kâfirlerin Mevla’sı şeytan ise biz Müslümanların Mevla’sı da Allah(cc)’tır. Bizim Mevla’mız Kadir-i Mutlaktır, her şeyin hâkimi ve tek mutasarrıfıdır. Dilediği her şeyi zaman mefhumuna ihtiyaç duymaksızın yaratmaya kadirdir. İşte Mevla’mız olan Allah(cc) da bize vahyini göndermiş, yapmamız ve yapmamamız gereken şeyleri öğretmiş ve düşmanlarımıza karşı yapmamız gerekenler hakkında bizi talim etmiş ve gerekli ikaz ve uyarıları en kâmil manada bildirmiştir. Eğer O’nun telkinatına kulak verir ve mucibince amel edersek, İslam düşmanlarının tüm hesap ve planları Allah’ın izniyle boşa çıkar. Fakat kıymetsiz ve değersiz şeylerle oyalanıp meşgul olur ve imkânlarımızı boşa heder edersek dünyanın aldatıcı süsüne meyledip teveccüh edersek, haliyle basiretimiz kapanır ve kendimiz için hayırlı olanı görüp gerçekleştirme imkânımız olmaz: “ (Uhud’ta) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı…”[7]

Ayet-i Kerimede de bildirildiği gibi, Müslümanlardan bir kısmının gönlü ganimetlere meylettiği için, şeytan hemen devreye giriyor ve onlara savaştaki sorumluluklarını unutturuyor ve derken bir anlık gaflet, Müslümanlar için ne büyük felaket ve zayiatın kapısını açıyor. Özellikle bu ve benzeri ayetler üzerinde iyi düşünüp tefekkür etmemiz ve gerekli dersleri ve öğütleri almamız ne kadar büyük bir elzemlilik arz etmektedir.

Bütün bu dehşet verici ve ürkütücü tablo ve olaylar karşısında hal çaresi olarak yapacaklarımız nelerdir? Neler yapmamız gerekir ki, şeytan ve avanesinin üzerimizde herhangi bir tasallutu olmasın ve yapımıza yönelik yıkıcı faaliyet ve eylemlerinden akamete uğrasınlar? Şeytan ve ordularıyla sürekli karşı karşıya olan Allah erlerinin sebat ve metanetleri için yapmaları gereken işler ve ödevler nelerdir?

Bütün bu soruların cevabını konumuzun başına aldığımız ayeti celilenin muhtevasında görmemiz mümkündür. “Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin! Umulur ki felah bulursunuz.” İşte başarının ve zaferin sırrı buradadır. Düşmanlarımız ve düşmanlarımızın oluşturduğu Ahzab ne kadar çok da olsa, imkân ve araç gereçleri ne kadar mükemmel de olsa başımıza gelen bela ve musibetler dağlar gibi dalgalar halinde bizi çepeçevre sarış da olsa, direnelim ve sabredelim. Allah(cc), direnen ve sebat gösteren kullarıyla beraberdir. Belalar yoğunlaştıkça ve düşmanlarımız gaddarlaştıkça biz müslümanların da Rabbimizle olan rabıtamızı daha bir güçlendirip sağlamlaştırmamız, ona olan tevekkül ve inkıyadımızı mükemmelleştirmemiz, itaat ve ibadetlerimizi ihlâsla artırmamız ve zikrullah ateşiyle kavrulmamız gerekir. Bütünüyle kendimizi onun dinine ve davasına has kılmamız gerekir. İşte bu hal, zaferi ve nusreti ilahiyi müjdeleyen bir haldir. Bütünüyle kendisine yöneldiğimiz, davasını kendimize dava ve razı olduğu dini / İslam’ı kendimize din edindiğimiz ve hiçbir şeyin kendisini aciz bırakamadığı ve herkesin isteyerek veya istemeyerek hükmüne boyun eğdiği hâkimler hâkimidir. Mevla’mızın nusret va’dettiği dostlarını hezimete uğratacak bir güç olabilir mi? Önümüzdeki engelleri ve barikatları Allah’ın izniyle tek tek aşacağız, üzerinde bulunduğumuz zemini sağlamlaştıracağız, saflarımızı güçlendireceğiz, İslam’ın o münevver çehresini insanlarımıza kusursuz yansıtmaya çalışacağız. Beldemiz her ne kadar kirletilmişse de, temizleme imkânımız vardır. Dağ gibi görünen, hakikatte örümcek ağı kadar basit ve temelsiz olan küfrün yapıtları ve oluşumları tek tek hak ile yeksan olacaklardır. Allah’ın izniyle yurdumuz ve memleketimiz öyle bir hale gelecek ki, rabbimizin Kur’an’da beyan buyurduğu gibi: “işte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!” [8] müjdesine mazhar olacağız. Yeter ki sebatımızda ve Rabbimize olan kulluğumuzda kusur etmeyelim, kararlılığımızdan ödün vermeyelim!

Bir hadisi kudside Rabbimiz buyurur ki: “Kim benim dostuma düşmanlık yaparsa, ben de ona harp ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım bir şeyden daha sevimli olan bir şey ile bana yaklaşmamıştır. Kulum farzların dışındaki nafile ibadetlerle bana sürekli yaklaşır, sonunda ben onu severim. Onu sevdiğimde, duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu kendisine veririm. Bana bir şeyden dolayı sığınırsa onu korurum.”[9]

Rabbim! Sen ne kadar yücesin! Kebir-ül muteal olan Mevla’m! Sen ne kadar azim ve celilsin! O mutlak kudret sahibi olan tek ma’bud, aciz bir Müslüman kulu için; “Onun yürüyen ayağı olurum…”buyuruyor. Diller kitleniyor, beyin kıvrımları çalışmaz oluyor, beden hareketsiz kalıyor…. Allah(cc) Müslüman kullarına verdiği kıymet ve değeri ifade edip beyan etmek için”…. Onun yürüyen ayağı olurum…” tabirini kullanıyor. Ey latif olan Rabbimiz! Sana ve senin davana bütün zerrelerimiz, bütün varlığımız feda olsun, kurban olsun!...

Rabbimizin bu ifadesi karşısında, Müslümanlarla olan muamele ve ilişkilerinde kaba davranan, tepeden bakan, burun kıvıran, incitici ve kerih ifadeler kullanan, bütün varlığını Müslümanların ayakları altına sermeyen, hususen Allah’ın dini ve Onun yüce davası uğruna gençliğini ve bütün umutlarını adayan civanmert, cennet gençleri ve gözlerimizin nuru olan gençlerimizi ruhlarına sarmayan Müslümanlar, gerçekten ciddiyetle durumlarını bir gözden geçirip rablerinden hayâ etmeleri gerekir…

Allah(cc) katında Müslüman bu kadar kıymetli ve değerli iken, küfrün ve tuğyanın tuzağına düşürülmüş ve girdabına sürüklenmiş insanlarımıza karşı sorumluluğumuz ağır ve Rabbimiz katında hesabımız çetindir. Bu işten kurtulmanın tek çaresi, tek tek insanlarımızın elinden tutup selamete, Müslümanların o rahmet ortamına taşımamızdır. Sırtımıza alacağız, omzumuzda taşıyacağız, tahammül edeceğiz ve Allah’ın izniyle hepimiz selamet yurduna selametle çıkıp İslam’ın o rahmet ikliminden izzetli ve huzurlu bir yaşama kavuşmuş olacağız.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

[1] Enfal Suresi: 45

[2] Al-i İmran Suresi: 119

[3] A’raf Suresi: 16-17

[4] Sahih-i Buhari

[5] Ahmed b. Hambel

[6] En’am suresi: 121

[7] Al-i İmran Suresi: 3 / 155

[8] Sebe’ Suresi: 34 / 15

[9] Sahih-i Buhari

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.