Zülkarneyn (As) Ve Hakka Dayalı Saltanat

Zülkarneyn (As) Ve Hakka Dayalı Saltanat

Hz. Zülkarneyn’in kim olduğuna dair görüş ileri sürenlerden biri de büyük astronomi bilgini Ebu Reyhan’dır. O, kendi eserinde Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn’in Himyer krallarından İbn-i Afrikeş el-Himyeri olduğunu söylemiştir.

Güç ve iktidar hakka izafe edildiğinde, emanet olarak algılandığında, ilahi irade doğrultusunda kullanıldığında, rahmet pınarı olup akar, bütün insanlığa… Toplumun ve insanlığın kurtuluş vesilesi olur. Mazlumun sığınağı, zalim ve müstekbirlerin başındaki kılıç olur. Saadet asırlarını yaşatır insanlığa. Huzur, mutluluk ve emniyetin güvencesi olur. Hele bu güç ve iktidar saltanat-ı Süleyman gibi ihtişamlı ve evrensel olunca, güneş gibi rahmet huzmeleri saçar, cihanın dört bir yanına.

Ama hakkın hüküm ferma olmadığı, şahsi istidat ve emeğin mahsulü olarak algılanan ve nefsi temayüller hesabına kullanılan güç ve iktidar ise, felaket ve azaptır. Kötülüğün, fesadın, zulüm ve zorbalığın kaynağıdır. Manevi cehennemleri yaşatır insanlığa. İçtimai hayatı zehir-zemberek eder. Vahşi bir canavar olup korku ve dehşet saçar her tarafa. Gücün hak olarak telakki edildiği böyle bir medeniyet (!) teknolojik açıdan her ne kadar ileri seviyelere ulaşsa da, huzur, saadet ve erdem adına insanlara verebileceği hiçbir şey yoktur.

Güç ve iktidarın hak namına işlediği, ilahi iradenin temsil edildiği tarihteki sayılı saltanatlardan biri Hz. Zülkarneyn’in muhteşem saltanatıdır.

O, Yüce Allah (cc)’ın tevfik ve inayetiyle dünyanın dört bir yanına ulaşmış, memleketleri ve gönülleri fethetmiş, hak ve adaleti ikame ederek insanların özgür ve huzurlu bir şekilde yaşamalarına çalışmıştır. Birçok kavim, gönül huzuruyla onun saltanatına boyun eğmiş, zalim milletlere karşı onun adil ve merhametli yönetimine sığınmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn olarak isimlendirilen bu hükümdarın kim olduğu yazılı tarihçe sabit değildir. Müfessirler ve tarihçiler şu ana kadar gelmiş meşhur hükümdarların vasıflarını ve saltanatlarının keyfiyetini araştırarak Hz. Zülkarneyn’in kim olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İlk çağın müfessirlerinden bazıları Hz. Zülkarneyn’in Yunanlı Philippus’un oğlu İskender olduğu görüşüne meyletmişlerdir. Bu görüşte olanlar, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet-i kerimelerin Zülkarneyn olarak adlandırılan kişinin iktidarının uzak batıya ve uzak doğuya kadar ulaştığına delalet ettiğini söylemişlerdir.

“…En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman, onu kara balçıklı bir suda batıyor gördü…”[1]

“…Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında…”[2]

Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğu görüşünde olanlar, bu ayetlerden hareketle derler ki: Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn diye isimlendirilen bu zatın iktidarında doğu, batı ve kuzeyin en ücra köşelerine kadar ulaştığı beyan edilmektedir. Zaten yeryüzünün yaşanılan kısımları da bu bölgelerdir. Böyle geniş bir iktidarın alışılmışın dışında bir iktidar olduğu şüphesizdir. Bu büyüklükteki bir iktidarın gizli, kapalı kalmadan her dönemde adının anılması gerekir. Tarih kitaplarında Kral İskender’den başka iktidarı bu sınırlara ulaşan herhangi bir kimseye rastlanmamaktadır.

Bu görüşte olanlar, İskender’in güneşin doğduğu ve battığı yerlere ulaştığı için Zülkarneyn adını aldığını söylerler. Çünkü güneşin doğduğu ve battığı yerlere “Karneyiş-Şems” denilir. Nitekim İran İmparatoru Erdeşir’e de istediği yerde emrini yürütebildiği için “İki kolu uzun” anlamına gelen “Tavilul-yedeyn” denilmiştir.[3]

Ancak Yunan Fatih’i İskender’in, Zülkarneyn olduğunu iddia eden bu görüş, İslam alimlerince kabul görmemiş, İskender’in, vasıfları zikredilen Zülkarneyn’e uymadığı görüşü ağırlık kazanmıştır.

Hz. Zülkarneyn’in kim olduğuna dair görüş ileri sürenlerden biri de büyük astronomi bilgini Ebu Reyhan’dır. O, kendi eserinde Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn’in Himyer krallarından İbn-i Afrikeş el-Himyeri olduğunu söylemiştir. Çünkü bu zatın iktidarı yeryüzünün doğu ve batılarına kadar ulaşmış, Himyer Kabilesi’nden bir şair bununla iftihar ederek şöyle demiştir:

“Benden önce Zülkarneyn de müslümandı.

Yeryüzünde yükselen bir kraldı.

Hiç kimse onun görüşünde yanıldığını söyleyemedi.

Doğulara ve batılara ulaştı.

Kerim ve Seyyid’ten mülk sahibi olmanın yollarını dilerdi.”

Ebu Reyhan devamla şöyle demiştir:

Bu görüş akla en yakın olanıdır. Çünkü isimlerin başına “Zu” ilave edilmesi, Yemen’de çok yaygındır. Zunuvas, Zunnun gibi… Yemenlilerin isimleri ‘Zu” takısından hali değildir.[4]

Ebu’l Ala El-Mevdudi’nin Hz. Zülkarneyn ile ilgili tespitleri şu şekildedir:

Kur’an-ı Kerim’de geçen ifadelerden Hz. Zülkarneyn hakkında şu dört ayrı bilgiye sahip oluyoruz:

1−“Zülkarneyn” (iki boynuzlu) lakabı herhalde çok bilinen bir lakaptı ki, buna dayanarak Mekke’li müşrikler Yahudilerden bilgi almış ve sonra bu konuda Hz. Resulullah (as)’a çeşitli sorular yöneltmişlerdi.

Bu birinci özellik kolaylıkla Pers İmparatoru Hüsrev’e uyuyor. Zira Yahudiler arasında “Çift boynuzu” lakaplı bu hükümdar, bir darbeyle Babil İmparatorluğunu paramparça ettiği ve İsrailoğullarını uzun bir esaretten kurtardığı için hayli meşhurdur.

2−Böyle bir unvan veya lakabı taşıyan bir kişi, mutlaka büyük bir hükümdar ve fatih olmalıdır. Öyle bir hükümdar ki, saltanatı doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar uzanmış olsun. Kur’an-ı Kerim’in inişinden önce böylesine kuvvet ve kudrete sahip heybetli hükümdarlar tarihte ancak bir kaç kişidir. Biz bu özellikleri ancak bu hükümdarlarda aramalıyız.

Bu ikinci özellik de İran (Pers) İmparatoru Hüsrev (Horos)’e uyuyor. Ama tam olarak değil. Gayet tabii ki, Hüsrev’in fütuhatı batıda Anadolu’ya ve Suriye kıyılarına, doğuda ise, Bahter (Belh)’e kadar uzanıyordu. Ancak kuzeyde veya güneyde büyük bir sefer yaptığına dair herhangi bir tarihi kayıt bulunmamaktadır. Böyle bir sefer imkân haricinde de değildir.

3−Bu hükümdar, memleketini Yecüc ile Mecüc’ün istilasından kurtarmak için, yüksek bir tepede veya dağlık bir bölgede müstahkem bir duvar inşa etmiş olmalıdır. Bu hususiyeti araştırmadan önce, Yecüc ile Mecüc’den hangi kişi veya milletin kast edildiğini de tespit etmeliyiz. Ayrıca böyle bir kişi veya millet tarihte gerçekten varsa, bölgelerine yakın bir duvarın yapılıp yapılmadığını, yapılmışsa hangi hükümdar tarafından yapıldığını da tespit etmeliyiz.

Bu üçüncü işaret ve alamete gelince; Yecüc ile Mecüc’den Tatar, Moğol, Hun ve İskit isimleriyle meşhur olan ve çok eski çağlardan beri medeni ülkelere sürekli olarak saldırıda bulunmakta olan, Rusya ve Kuzey Çin’de yaşamakta olan göçebe kavimlerin kast edildiği, ilmi tetkiklerle sabit olmuştur. Ayrıca, bu kavimlerin saldırılarından kurtulmak için, güneydeki milletlerin Kafkasya’nın güney kesiminde “derbend” ve “daryal” adında müstahkem duvar ve kaleler inşa ettikleri de bilinen bir husustur. Ancak bunların Hüsrev tarafından yapılıp yapılmadığı, henüz kesinlik kazanmamıştır.

4−Mevzu bahis hükümdarda geçen hususiyetlerin yanı sıra, Allah’tan korkan, doğru yolda olan ve adaletle hükmeden birisi olma hususuna da dikkat edilmelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, adı geçen hükümdarın bu özelliklerine çok önem vermiştir.

Bu son alamete gelince, bu da eski çağ fatihlerinden en çok Hüsrev’e uygun düşmektedir. Zira Hüsrev’in düşmanları bile, onun dürüstlüğünü ve adaletini methetmişlerdir. Buna işareten Kitab-ı Mukaddes mecmuasında yer alan Azra Kitabında Hüsrev’in Allah’ı tanıyan, seven ve O’ndan korkan bir hükümdar olduğu ifade edilmiştir. Nitekim Hüsrev, İsrailoğullarını, sadece Allah’a taptıkları düşüncesiyle uzun bir esaretten kurtarmış ve tek Allah’a ibadet yapılsın diye Kudüs’teki Süleyman mabedinin yeniden inşasına izin vermiştir.

Mevdudi, Kur’an-ı Kerim’den hareketle, Zülkarneyn ile ilgili bu özellikleri sıraladıktan sonra şöyle der: Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’in nüzulünden önce dünyaya gelmiş ve geçmiş fatih ve hükümdarlar arasında ancak Hüsrev (Horas), Zülkarneyn lakabının taşıdığı özelliklere haizdir. Ne var ki, kesin olarak Zülkarneyn ilan edilmesi için, daha çok delil ve tarihi kayıtlara ihtiyacımız vardır.[5]

Bediüzzaman’ın konu ile ilgili görüşü şu şekildedir:

“Ehl-i tahkikin beyanına göre Zülkarneyn unvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi ‘zü’ kelimesiyle başlayan isimler bulunduğundan, bu Zülkarneyn (Kur’an-ı Kerim’de geçen) İskender-i Rumi değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hz. İbrahim zamanında yaşamış, Hz. Hızır’dan ders almıştır. İskender-i Rumi ise, milattan takriben üç yüz sene evvel yaşamış, Aristo’dan ders almıştır. Beşer tarihi muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nakıs ve kısa tarih nazarı, Hz. İbrahim’in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari, ya münkirane veya gayet muhtasar gidiyor.

Bu Yemeni Zülkarneyn’in tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla meşhur olmasının sebebi; Zülkarneyn’in bir isminin İskender olması –İskender-i Kebir ve Eski İskender’dir veyahut, Kur’an ayetlerinin zikrettiği cüzi hadiselerin bazı külli hadiselerin uçları olması cihetiyledir…”[6]

Allah'a hamd, Resul-i Zişan'a ve ondan önce gelen tüm Nebi ve Resullere de selam olsun. Geçen sayımızda Zülkarneyn Aleyhisselam ile ilgili kısmi bilgiler vermiştik. Kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.

Bediüzzaman'ın konu ile ilgili görüşü şu şekildedir:

Ehl-i tahkikin beyanına göre Zülkarneyn unvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle başlayan isimler bulunduğundan, bu Zülkarneyn (Kur'an-ı Kerim'de geçen) İskender-i Rumi değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hz. İbrahim zamanında yaşamış, Hz. Hızır'dan ders almıştır. İskender-i Rumi ise, milattan takriben üç yüz sene evvel yaşamış, Aristo'dan ders almıştır. Beşer tarihi muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nakıs ve kısa tarih nazarı, Hz. İbrahim'in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari, ya münkirane veya gayet muhtasar gidiyor.

Bu Yemeni Zülkarneyn'in tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla meşhur olmasının sebebi; Zülkarneyn'in bir isminin İskender olması -İskender-i Kebir ve Eski İskender'dirveyahut, Kur'an ayetlerinin zikrettiği cüzi hadiselerin bazı külli hadiselerin uçları olması cihetiyledir…

Zülkarneyn'in kim olduğu, ne zaman ve nerede yaşadığı, hangi sebepten dolayı bu isim ile anıldığı ihtilaflıdır. Onun hakkında sabit ve doğru olan bilgiler ise Kur'an-ı Kerim'de anlatılanlardır. Bizler için asıl ve faydalı olan da Kur'an-ı Kerim'in onun hakkında verdiği haberlerdir.

Üstad Seyyid Kutub, Kur'an-ı Kerim'e istinaden, onun hakkında şunları söyler:

“O, gücünü iyi işlerde ve yapıcı yönde kullanan hükümdarların güzel bir örneğidir. Yüce Allah (cc), ona yeryüzünde egemenlik vermiş ve sebeplere sarılma yoluna sevk etmiştir. O da yeryüzünün doğusuna ve batısına gitmiş, fakat zorbalık ve büyüklenme hatasına düşmemiştir. Gittiği her ülkede adaleti gerçekleştirmiş, güçsüzlere yardım ederek onları azgın düşmanlara karşı korumuştur. Karşılığında da hiçbir ücret almamıştır.”

Zülkarneyn kıssasının Kur'an-ı Kerim'de hikâye ediliş sebebi, Mekke'li müşriklerin Hz. Resulullah (as)'ı zor durumda bırakmak için onun hakkında soru sormalarıdır.

Bununla ilgili olarak Muhammed İbn-i İshak, İbn-i Abbas'a dayandırdığı rivayette şunları söyler:

Kureyşliler, Nadr b. Haris'i ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı Medine'ye Yahudi hahamlarına göndererek şöyle dediler: “Onlara Muhammed'i ve onun niteliklerini anlatın. Çünkü Yahudiler kitap ehlinin ilkidirler. Peygamberlerle ilgili bizim sahip olmadığımız bilgilere sahiptirler…” İki müşrik yola çıkarak Medine'ye ulaştılar. Hahamlara, Allah Resulü (as)'nün niteliklerini ve sözlerini anlattıktan sonra, onunla ilgili bir takım sorular sordular. Dediler ki: “Şüphesiz siz kitap ehlisiniz. Biz size, bu arkadaşımız hakkında bir şeyler öğrenmek üzere geldik.” Bunun üzerine hahamlar şu karşılığı verdiler:

“Ona; size söyleyeceğimiz şu üç şeyi sorun. Eğer bu konularda size bilgi verirse kesin olarak bilin ki o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Fakat cevap veremezse, yalancının tekidir. Bu durumda ona ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Önce ilk çağlarda kaybolan gençlerin (Ashab-ı Kehf) durumundan sorun. Çünkü onların başına gelen şeyler gerçekten ilginçtir. Ardından dünyanın bütün doğusunu ve batısını gezmiş olan gezgin adamın (Zülkarneyn) kim olduğunu sorun. Üçüncü olarak da ruhun ne olduğunu sorun!”

Nadr ve Ukbe Mekke'ye dönerek Kureyşlilere şöyle dediler:

“Ey Kureyş topluluğu! Size, Muhammed  ile aranızdaki davayı çözüme kavuşturacak bilgilerle geldik.  Yahudi hahamları ona bazı  konuları sormamızı istediler.” Sonra da olayı anlattılar.  Ardından topluca Hz. Resulullah (as)'a giderek;

“Ey  Muhammed! Bize şu konularda bilgi ver” dediler ve konuları sıraladılar. Allah Resulü (as); “Sorduğunuz sorular konusunda size yarın açıklama yapacağım” diye buyurdu. Ancak bunu söylerken “inşallah” (Allah dilerse) dememişti. Gelenler dağılıp gittiler. Hz. Resulullah (as), on beş gece beklediği halde, Allah tarafından kendisine bir vahiy gelmedi. Cebrail de görünmedi. Mekkeliler şöyle demeye başladılar:

“Muhammed bize yarın diye söz verdi, oysa on beş gün geçtiği halde sorduğumuz sorulara bir cevap vermedi.” Bu durum, Allah Resulünü (as) çok üzdü. Tam bu sırada Cebrail (as) kendisine gelerek, Yahudilerin sorularına cevapları da içeren Kehf Suresini getirdi. İşte Zülkarneyn Aleyhisselamın kıssası da bu vesileyle Kur'an-ı Kerim'de anlatılmış oldu.

Mevdudi bu kıssa ile Mekkeli müşriklere şöyle bir ders verildiğinden bahseder: “Kur'anı Kerim, Ashab-ı Kehf ve Hızır (as)'ın kıssalarında olduğu gibi, Zülkarneyn kıssasında da Mekkeli müşriklere gerekli telkin ve nasihatlerden geri kalmamıştır. Şöyle ki; sözü edilen Zülkarneyn sadece bir hükümdar veya fatih değil, aynı zamanda tevhide ve ahirete inanan bir imparatordu. Adalet, hak, hukuk ve cömertliğe önem veren bir kişiydi. Burada Kur'an-ı Kerim Mekkeli kafirlere demek istiyor ki, böylesine heybetli bir hükümdar, alçak gönüllü ve Allah'tan korkan biriydi. Sizin gibi azıcık zenginlik ve iktidar ile başı dönen bir kişi değildi.

Zülkarneyn ile ilgili gerçek bilgilerin kaynağının ancak Kur'an-ı Kerim olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu gerçeklerden biri ona Yüce Allah tarafından görkemli bir iktidar verilerek imkanlar bahşedilmesidir. Bu gerçeğe Kur'an-ı Kerim'de şöyle işaret edilir: “Gerçekten biz ona yeryüzünde sağlam bir iktidar verdik. Ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik.”[7]  Ancak o, bu iktidar ve geniş imkanlar sebebiyle şımarmamış, haddi aşmamıştır. Bilakis bunları ilahi ölçüler doğrultusunda kullanmış, hak ve adaletin ikamesine vesile yapmıştır. Aynı şekilde sebeplere tevessül etmesini bilmiş, vasıtalardan en münasip şekilde istifade ederek ilahi iradenin tahakkuku için çaba sarf etmiştir. Bir yandan sebeplere sarılırken öte taraftan tevekkülü elden bırakmamış, işlerinin neticesini Müsebbib'ül Esbab olan Allah'a bırakmıştır. Başarı ve muvaffakiyet için gerekli olan bütün ilahi kaidelere riayet ettikten sonra, Yüce Allah da ona yardım etmiş, yolunu açmış, gücüne güç katmış, zaferler, fetihler müyesser etmiştir.

Onun fetihler gerçekleştirerek dünyanın en batısına ve en doğusuna kadar ilerlediğini yine Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz.

“Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı. Onu kara çamurlu bir gözede batar halde buldu. Orada bir kavim gördü. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, (istersen onları) azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin.”[8]

İleriki ayeti kerimelerden Zülkarneyn'in bu kavmi ve karşılaştığı diğer kavimleri ilahi ölçüler dahilindeki bir muameleye tabi tuttuğunu, olumlu tavır gösterenleri mükafatlandırdığını, uygunsuzca hareket edenleri ise hak ettikleri cezaya çarptırdığını anlıyoruz. Bu konuda sözü Şehid Seyyid Kutup'a bırakıyoruz:

Salih bir egemenliğin kanunu budur. Salih amel işleyen bir mü'min yöneticilerinin yanında saygınlık, kolaylaştırma ve iyi muamele görmelidir. Buna karşılık saldırgan zalimler cezalarını çekmelidirler. Bir toplum içinde iyi olan kişinin, yaptığı iyiliklerin karşılığını en güzel şekilde alması, saygın bir yere sahip olması, kolaylık ve yardım görmesi, zulmedenlerin ise bozgunculuklarının cezasını ve ihanetlerinin karşılığını bulması, toplumun gelişme ve ilerlemesinde önemli rol oynar. Ancak dengeler bozulduğu, bozguncu ve zalimlerin yöneticilerce iyi kabul gördüğü, önemli mevkilere yükseldiği; buna karşılık iyi davranışta bulunanların dışlandıkları ya da baskı altında tutuldukları bir durumda, yöneticilerin elindeki güç, bir kırbaca ve bozgunculuk aracına dönüşür. Toplum düzeni yerini anarşiye ve bozgunculuğa bırakır.

İnzar Dergisi

[1] Kehf: 86

[2] Kehf: 90

[3] Fahreddin Razi, Mefatih el-Gayb

[4] Fahreddin Razi, Mefatih el-Gayb

[5] Tefh(imu’l Kur’an, Kehf Suresinin Tefsiri

[6] Lem’alar, 16. Lem’a

[7] Kehf S:84

[8] Kehf S:86

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.