Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Cezaevlerinde Kardeşleriniz Var

İddianamelerde, hükümlerde açıkça belirtilsin, belirtilmesin; medya hangi ad altında yansıtsa yansıtsın, sizler bilin veya bilmeyin, kendileri seslerini duyursun duyurmasın cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var

Din, insanlık üzerinde sınırsız bir iktidar kurma hevesine karşı çıkıyor; kendisine sadece Allah’a kul olma şerefi verilen insanlığın kullara kul edilme çabasıyla mücadele ediyor. Bir taraftan zalime sesleniyor: “Sen kulsun, insanlığı kendine kul edemezsin. Şatafatına aldanma. Sen, en büyük değilsin. Kendinden büyük bir güç tanımak zorundasın” diyor, zalimi huzursuz ediyor. Diğer taraftan mazluma seslenir: “Zalimler de senin gibi  bir kuldur. Onlara kul olamazsın. Sende olmayan bir güç onlarda da yok. Onlara karşı koyabilirsin. Kula kulluğa rıza gözterme” diye çağrıda bulunuyor,  insanlığı uyandırıyor,  halkı büyüklüğüne inandırarak köleleştirmek isteyen zalimin işini bozuyor.

Din, dünya ötesi hayatı hatırlatıyor; dünyadaki her adımın hesabınınn verileceğini hep duyuruyor. Hesap verme ihtimalini bile dikkate almadan yaşayan taşkınları, sapkınları ürkütüyor. 

Dindar insanın varlığı, dini şiarların görünmesi tarih boyunca zalimler tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır.

Dindar insanlar, kendilerini hangi sınırların içine zorlarlarsa zorlasınlar, varlıkları, giyimleri, sözleri ve duruşlarıyla zalimleri huzursuz ediyorlar; onların dayatmalarına maruz kalıyorlar; bu dayatmalara boyun eğmeyince sadece dindar oldukları ve taşıdıkları şiarlarla uhrevi hayatı hatırlattıkları için cezalara maruz kalıyorlar. 

   Din uğruna cezalandırılmak bir insanlık gerçeğidir. Buna işkence aletleri şahittir, buna zindan duvarları şahittir. Buna idam sehpaları şahittir. Buna “manga ateş” seslenişinin ardından patlayan tüfeklerin mermileri şahittir.

Peygamberleri hatırlayın... Hz.Musa (as)’nın Firavun ordusunun takibine uğrayışına... Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya (as) ‘nın başlarına gelenleri… Hz. İsa (as)’ nın çarmıha gerilmek istenmesini… Onun ateş dolu hendeklere atılan tabilerini hatırlayın. Yüce Allah, Buruç Suresin’de  onlar hakkında şöyle buyuruyor:

   “Burçlar sahibi göğe yemin olsun. Geleceği vadedilen kıyamet gününe and olsun. O günde şahitlik edene ve şahitlik edilene yemin olsun. Tutuşturulmuş ateşle doldurdukları hendeklerin  sahiplerine lanet olsun. Onlar hendeklerin etrafında oturmuşlardı ve onlar (müminleri ateşe atıp) onlara yaptıklarını seyrediyorlardı. Ve müminlerden sadece, gücü daima üstün olan (aziz), hamd edilmeye çok layık olan (hamit) Allah’a iman ettikleri için (sadece bunun için) intikam aldılar. O Allah ki yer ve göklerin mülkü O’nundur ve Allah her şeye şahittir. (1-9)

Yüce Kur’an, içlerinde kucağında çocuğu bulunan bir annenin de bulunduğu o şehidlerin üzerinden zalimlerin mü’minleri cezalandırma gerekçesini açık seçik beyan ediyor. 

Bu beyan ışığında , Resullulah (s.a.s) ve ashabının başına gelenleri hatırlayın... Hz. Bilal’i, Hubeyb`i, Yasir`i, Sümeyye’yi, Ammar`ı hatırlayın...

Ve o çağın ardından...

Hz. Hüseyin’in Kerbela çölündeki halini... Onun ardında kalan Ehl-i Beyt’in Yezid’in sarayına götürülüşünü... Harre günü’nde Medine halkının başına gelenleri... 

Yezidlerin, İbn-i Ziyadlerın, Haccac-ı zalimlerin işkencelerinden geçen müminleri ...

Pâk Ehli-i Beyt imamlarını hatırlayın... Hangisi zindana atılmadı veya hangisi ev hapislerini maruz bırakılmadı?

Sonra...

Bugün dünya Müslümanlarının önemli bir kısmının tabi olduğu İmam Ebu Hanife’yi hatırlayın... İlim deryası İmam-ı Şafii’nin ta Yemen’den  Bağdat’a getirileşini... Sünnet-i Seniye’ye tabi olmaktan başka bir suçu  olmayan İmam Ahmet bin Hanbel’in çektiklerini hatırlayın..Bir de “Son Devrin Din Mazlumları”nı… Modernizmin kalıplarına razı edilmek istenen şeyhleri, alimleri.... Onlarla birlikte zindanlara doldurulan, idam sehpalarına götürülen nice isimsizleri hatırlayın... Bir ömrü zindanda geçiren Üstad Bediüzzaman’ı… 163’ten zindanlara atılan vaizleri hatta kadın yazarları hatırlayın.

Ve 90’lı yılarda, İslami kimliğin “Müşterek Kuvvetlerce” idam edilmek istendiği, İslami kimliğin kurşuna dizilmek istendiği topraklarda kamyon kasalarına bindirilerek Şeyh Said sonrası misali, Dersim sonrası misali işkencehanelerine götürülüp mehkeme önlerine yığdıralan Karacadağ halkını, İdil halkını, Bingöl alimlerini, Diyarbakır , Batman, Siirt, Mardin, Urfa, Antep gençlerini...

28 şubat sonrasında ünversite önlerinde ağlatılan genç kızların itilip kakılan İmam Hatiplileri hatırlayın...

Bunlar birer gerçek… Ama insan, kendisine de bir sorumluluk yükleyen, onu ortak bir yükü taşımaya davet eden, onu büyük dertten bir pay çıkaran gerçekleri görmeme eğilimindedir. Yaşanmasını istemediği olayları yaşanmamış saymak ister.

Cezaevlerinde Sizin Kardeşleriniz Var

Toplumun anlayışı ve bakışı ne olursa olsun, ortada bir gerçek var;

Cezaevlerinde kardeşleriniz var.

İddianemelerde, hükümlerde açıkça belirtilsin, belirtilmesin,

Soruşturmaları, mevcut yasalara uygun olsun olmasın,

Basında, medyada hangi gerekçe uydurulmuşsa uydurulsun.

Onların cezaevlerinde bulunma gerekçeleri İslam’la ilgilidir. Kendileri yaptıklarını, mevcut yasalar karşısında, suç olarak görsünler görmesinler,

Siz onların içeri giriş gerekçesini ister anlayın, ister anlamayın,

Başkaları onlara suçlu olarak baksın, bakmasın… Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var.

Bir çanta dolusu altın bilezik görse onu sahibine ulaştırmak için cebindeki son kuruşu harcayacak olan kardeşleriniz, üç liralık aliminyum bir bilezik için kucağında çocuğu bulunan annenin kolunu koparan ile bir arada olmasa bile yan yana yatıyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Elleri kelepçelendiği gün doğan çocuklar 20’li yaşları gördü, evleniyorlar, düğün dernek yapıyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Orta yaşlarda bıraktıkları, anne – babaları hayatın mukadder son basamaklarına tırmanıyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Genç yaşta artlarında bıraktıkları kardeşleri torun sahibi olmuş.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Artlarında bıraktıkları, minnacık çocukları anne – baba olmuş. Bir gün camların arkasına gelip “ Baba, bu senin torunun” diyorlar. “Ya sen, ne zaman büyüdün, ne zaman evlendin, düğün derneğin ne zaman yapıldı” diye bile soramıyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Dışarda olduklarında küçük bir kasaba olan yurtları, büyükçe bir şehre dönüşmüş.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Aracın uluşmadığı köylerinden otoban geçer olmuş.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Onların “suçunu” savcı belirtmemiş, hakim anlayamamış.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Mahkeme yüzü görmeden ‘mahkum’ olmuşlar. Bir arama noktasında ellerine “hüküm” tutuşturulmuş.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Memleketlerinin kokusunu bile almasınlar diye II. Dünya savaş’ından kalma İMG araçlarına bindirilip uzaklara götürüldüler.

Adliye sarayları açmak, cezaevi yapmak bir iftihar kaynağı oldu memlekette. Ayrıcalıklı yörelere geçimlik lazım olduğunda oralara cezaevi dizdirmek moda oldu. Onlar, düne kadar sadece mahkumdu, bugün gurbet mahkumu oldular.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Evlat aşkına bin kilometrelik yolu tek başına göze alan anneleri, bir tek Türkçe kelime bilmediği için yaban sokaklarında kara kaşlı bir mahkum yakını arıyor ki ona”Evladım, kaşların bizden gibi. Ben mahkum anasıyım, Türkçe bilmem. Kimim kimsem yok. Şükür, yol param var. Bana bu şehrin mahpushanesini gösterir misin. Orada ciğerimi göreceğim” desin. (Ve aynen böyle yapmış, böyle demiş bir ana)

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Paketler, salıverilmeler, üç liralık bilezik için genç bir annenin kolunu koparan hırsıza işler de onlara işlemez.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Sağlık heyetlerinin karşısına çıkarılınca onlara şuçları soruluyor.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var…  Sizlere dua ediyorlar. Hayır, hayır sadece dua değil, size her gün karşılarında görüp size selam veriyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Sanki oralarda unutulmuşlar. En son bir önceki bayram görmüşler bir yakınlarını.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var…  Ne bir dua istiyorlar ne selam alıyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Onlar dua ediyor, biz duymuyoruz, onlar selam gönderiyor, biz alamıyoruz, diyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Sizi seviyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Sizin onları sevmeyi unutmadığınızı görmek istiyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Ne zamandır size bir mektup göndermişler. Biri yolda yırtar, bir çöpe atar, diye endişe etmişler. Yine de pulu yapıştırmışlar. Aylar geçmiş aradan… Nihayet mektubunu meşguliyetinizin ortasına düştüğünü öğrenmişler.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Kaç aydır mektupçunun yolunu gözlüyorlar, sizin mektubunuzu okuyacaklar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… O mektubu göndermeyişinizi meşguliyetinize veriyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Dosyaları, bir, iki, üç üst üste birikmiş, bilen birinden izah bekliyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… O izahı yapacak olanlar; boşuna bekliyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Çocuklarının bayramını hayal ediyorlar. Sizin bayramda eski günler gibi ev ev gezerken onların da evine uğrayacağınıza inanıyorlar. Giyabınızda sizden bayram tebriği alıp bayramınızı tebrik ediyorlar.

Cezaevlerinde sizin kardeşleriniz var… Sizi hasretle anıp Hasbunallah ve nimel vekil diyorlar.

 

 

TOPLUM BU GERÇEĞİ NEDEN KABUL ETMİYOR?

Bunun üç nedeni öne çıkıyor: 

1- İslam topraklarında kurulan imparatorluklar, “Kurulu Nizama” dokunmayan dindarlığı, yüzyıllar boyunca, teşvik edilecek , ödüllendirilecek kimlik sınıfında gördüler. Doğruyu görünce şükreden - teşekkür eden, haksızlığı görünce gözlerini kapatıp yok sayan bir tipi “örnek mü’min” diye topluma tanıttılar. Halka gerçek dindarlık budur, dediler. Halk bu yoğun ve sürekli propagandanın etkisi altındadır. Bunun için halkın gözünde”gerçek dindarlık” yönetenlerin ceza vereceği değil ödüllendireceği bir vasıftır. 

Toplum, din uğruna sıkıntı çekmeyi göze alamıyor, sıkıntı çekeni de anlayışla karşılamıyor. Toplumun önemli bir kesiminin zihninde “insan dindarlaştıkça dünyalık kazanmalıdır” eğilimi vardır. Kendisine dikte edilen bu eğilim yüzünden; başını derde sokan dindarı, garip, ebleh, zavallı görüyor. (Toplumun bu eğilimi bilindiği için 1950’lilerden önce sistemi rahatsız eden pek çok dindar, “meczup”denilerek cezasız bırakılır; toplumun zihnindeki bu düşünceden hem yararlanılır hem o düşünce güçlendirilirdi.) 

2- Toplumun bir bölümü, gerçeklerden habersizdir. Özellikle yöremizde müşterek güçlerin bir dönem İslam’a karşı giriştikleri çabaları duymamış.

3- Modern çağ, bir aldatma çağıdır. Batı  üç yüzyıldır, “din çağı geçti, ideolajiler çağındayız” düşüncesini toplumun  zihnine kazıyor. Toplumun bir kesimi, özellikle modern eğitimden  geçen genç kesim, bu propagandanın etkisinde...” Bu çağda dinin, uğruna hapis yatılacak kadar değer  görebileceğine inanmıyor. Dini bir tür entelektüellik malzemesi görenlerin çürük bir ideoloji uğruna hapis yatmayı anlıyor, insanların kedilerini dinsizlik uğruna mağdur etmelerini, mağdur olmayı göze almalarını anlıyor. Milliyetçilik uğruna can verenleri kutsuyor. Ama din uğruna fedakarlığı kavrayamıyor.  Allah için yapılan fedakarlığın altında “başka şeyler” arıyor, bir “aldatılma, bir “kandırılma" bulmaya çalışılıyor.

4- Son bir kesim için, din varla yok arasındadır. O kesim, hırsızlıktan içeri girmeyi “insan paraya göz diker olur. Böyle şeyler” diyerek, bir kuşku üzerine kız kardeşini öldüreni “Namus uğruna hapis yatmak erkekliktir” diyerek; keyfi için adam öldüreni “Kimse boşuna öldürmez” diyerek onaylıyor, “Ben, Allah için hapse girdim” diyene “Olamaz” diyor. Çünkü onun dünyasında böyle bir “değer” yok. Dine kendinde bir yer ayıramıyor. “Ben inanıyorum” dese de dindarlık ona inandırıcı gelmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.