ESİR SAVAŞÇI

ESİR SAVAŞÇI

Peygamberimizin arkadaşlarından Mikdad b. Amr, savaşta kâfir bir askeri esir almıştı. Allah’a inanmayan, Peygamberimizi kabul etmeyen asker İslam ordusuyla savaşırken esir düşmüştü.

Peygamberimizin arkadaşlarından Mikdad b. Amr, savaşta kâfir bir askeri esir almıştı. Allah’a inanmayan, Peygamberimizi kabul etmeyen asker İslam ordusuyla savaşırken esir düşmüştü.

Mikdad, esir askerin ellerini bağlamış, onu bir kenarda oturtmuştu. İslam ordusunun komutanı esir askeri görünce kılıcını çekip onu öldürmek istedi. Mikdad şaşkın bir tavırla komutana müdahale etti.

— Ne yapıyorsun sen?

Komutan öfkeli bir bakış fırlattı esir askere. Sonra kızgınlıkla bağırdı:

— Ne yapacağımı sanıyorsun? Bu Allah düşmanını öldüreceğim tabi ki!

Mikdad itiraz etti.

— Ama o esir… Esirler öldürülmez ki!

Komutan hala öfkeliydi.

— Biz bu adamı bırakırsak yine İslam düşmanlarına katılır. Gelip Müslümanlarla savaşır. Kötüler bu dünyadan eksilmeli!

Mikdad üzüntüyle esir askere baktı. Onun Allah’ı tanımadan, bir putperest olarak ölüp cehenneme gitmesini istemiyordu. Onu Peygambere götürmeliydi. Allah’ın Peygamberi Hazreti Muhammed belki bu esir askeri ikna ederdi. Belki Müslüman olurdu bu asker.

Mikdad kararlı bir sesle komutanına şunları söyledi:

— Ben onu Resulullah’a götüreceğim! Resulullah onun hakkında hükmünü versin.

İslam ordusunun komutanı bu fikri uygun gördü. Aslında o da esir askerin iman etmesini istiyordu. Bu esir asker iman etmeden bırakılırsa tekrar Müslümanlarla savaşır diye onu öldürmek istemişti.

Komutan ellerini Mikdad’ın omzuna koyarak yumuşak bir sesle konuştu.

— Haydi, onu Peygamberimizin yanına götür. Belki Peygamberimizin sözlerinden etkilenip iman eder.

Mikdad, esir askerin kollarından tutup Peygamberimizin yanına götürdü. Peygamberimiz, etrafını saran ashabıyla sohbet ediyor, onlara nasihatlerde bulunuyordu.

Mikdad esir askeri göstererek saygıyla konuştu.

— Ya Resulullah bu esiri ne yapmam gerekiyor diye sizin yanınıza getirdim. Siz nasıl emrederseniz öyle yapacağım.

Peygamberimiz şefkatli bakışlarını esir askere çevirdi. Acıyarak ona baktı. Sonra Mikdad’tan ellerini çözmesini istedi. Mikdad, esir askerin ellerini hemen çözdü.

Peygamberimiz esir askere ismini sordu.

— Kimsin sen? Adın ne?

Ürkek bakışlarla etrafına bakan esir asker yavaşça:

— Hakem! Dedi. Keysan’ın oğlu Hakem…

Peygamberimiz tatlı, yumuşak, ikna edici bir sesle esir askeri Allah’a iman etmeye, İslam’ı kabul etmeye çağırdı. Uzun uzun konuştu Peygamberimiz. Aklına, kalbine hitap etti. Mantıklı delillerle ondan putlardan vazgeçmesini istedi.

Gönülleri okşayan, nazik bir sesle:

— Ey Hakem! Dedi. Sana hiçbir fayda vermeyen putları, anlamsız inançlarını bırakıp Allah’a ve O’nun peygamberi olan bana iman etmeyecek misin?

Hakem, Peygamberimizin nazik tavrından cesaret alarak iman etmemekte direniyordu. Müslüman olmaya hazır olmadığını, kendisine düşünmesi için zaman vermesini istiyordu Peygamberimizden. Peygamberimizi oyalamaya çalışıyor, putlara tapmakta ısrar ediyordu.

— Ya Muhammed! Diye itiraz ediyordu. Ben atalarımın dinini nasıl bırakırım? Babamın, dedemin, akrabalarımın dinini bırakmak istemiyorum.

Bir sürü bahane ileri sürüyordu Hakem. Peygamberimiz, Hakem’in bu inadına hiç kızmıyor, sabırla onu ikna etmeye çalışıyordu.

Hakem’in inadı ve iman etmemekte ısrarı karşısında öfkeye kapılan peygamberimizin ashabından Hz. Ömer:

— Ya Resullah! Dedi kızgın bir sesle. Müsaade et bu Allah düşmanının kafasını kesip cehenneme göndereyim!

Peygamberimiz, Ömer’in sözlerini duymazdan geldi. Hiç öfkeye kapılmadan nasihatlerini sürdürdü.

Esir asker, Peygamberimizin yumuşak tavrı, güzel ahlakı karşısında büyük bir hayrete düşmüş, Peygamberimize hayran kalmıştı. Kendi kendine:

— Bu sıradan bir insan olamaz! Diye mırıldanmaya başlamıştı. Bu ahlak ancak büyük insanlarda olur. Muhammed’in yalan söylemesi mümkün değil.

Bunları düşünen Hakem, kalbinin yumuşadığını hissediyor, Peygamberimizin sözlerine olan ilgisi artıyordu. Sonra birden şöyle dedi:

— Ya Muhammed! Müslüman olmam için ne söylemem lazım?

Peygamberimiz sevinç içinde ona Kelime-i Tevhid’i öğretti.

— Allah’tan başka ilah olmadığını, benim de O’nun peygamberi olduğumu kabul edeceksin! Dedi.

Hakem duygulu bir sesle Kelime-i Tevhid’i söyledi. Hakem’in Müslüman olması orada bulunan tüm Müslümanları sevince boğmuş, herkes ona sarılıp tebrik etmeye başlamıştı.

Hakem’in ellerinden tutan Peygamberimiz arkadaşlarına dönerek:

— Ben acele edip onu öldürmenize izin verseydim, o imansız bir şekilde ölüp cehenneme gidecekti, dedi. Ama bakın o şimdi bir Müslüman! Siz bir kardeş kazandınız. Sabırlı olmanın mükâfatı…

Hakem bin Keysan iyi bir Müslüman oldu. Peygamberimizin yanından hiç ayrılmadı. Ömrü boyunca Allah yolunda çalıştı, cihad etti. Sonunda insanları Allah’a çağırmak için çıktığı bir yolculukta o ve arkadaşları İslam düşmanlarının saldırısına uğradı. Bi’r-i Mauna, yani Mauna Kuyusu adlı bir kuyunun yanında yetmiş arkadaşıyla, yetmiş sahabeyle birlikte Allah yolunda şehit olup cennete gitti.

Sadullah Aydın

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.