Hortonu Kim Duyar?

İnancın temelinde “Gaybe İman” vardır. Gaybe inanmayan Allah'a da inanmaz, ahirete de. Allah'a inanmayanın Peygamber inancı olması, Kutsal Kitaba güvenmesi mümkün değildir. Yani inanmak görmediğimiz, duymadığımız ve hissetmediğimiz olgulara kalben derk etmek ve yakin derecesinde kabul etmektir. Bu kısacık girişten sonra filmimize başlaaylım.

Horton bir animasyon ve çoğumuzun gözünden kaçan bir film. 2008 yılında vizyona giren bu film genel olarak yeterince anlaşılmış bir film değil. Kategorik olarak dini bir film. Konusu şöyle:  

Filmin kahramanı, sevimli hayvan türlerinin yaşadığı bir ormanda yaşayan Horton adında bir fil. Horton bir gün duş alırken, ağaçtan düşen bir kozalağın sükûnet içindeki bir mağarada büyüyen bir çiçeğin üstündeki bir beneği yerinden ve yurdundan koparmasıyla çıkan kaotik durumdan dolayı bu benekte yaşayan canlılardan yükselen yardım çığlıklarını duyması ile hikâyemiz başlıyor. Toz kadar küçücük olan benekte yaşayan şehir ahalisinin bir de belediye başkanı var. Ve başkan ile fil bir şekilde iletişime geçiyorlar. Horton bu durum karşısında ne yapacaktır? O zerrecikte bir halkın yaşadığını etrafındakilerden saklayamıyor ve söyleyince de inandıramıyor.

Horton'un hikâyesine inanmasalar özellikle çocuklar ilgiyle dinledikleri için ormanda otorite kuran kanguru için bir tehdit unsuru olarak algılamasına neden oluyor. İşte burada çatışma başlıyor.. Kanguru; “Eğer bir şeyi duyamıyor, göremiyor ve hissedemiyorsan öyle bir şey yoktur” diyor. Onu söylerken kamera toz zerreciğinin içindeki şehre doğru ilerliyor ve şehirde ufak bir gezinti yapıyor. Sen istediğin kadar inanma, bu gerçekliği değiştirmeyecektir, diyor. Böylece materyalist felsefenin bütün argümanları sade bir şekilde yerle yeksan oluyor

Söz konusu gerçeklik tarif edilirken çok küçük oldukları için görülmediği zikrediliyor. Horton bunda bir beis görmüyor. Çünkü yakinen orada bir halkın yaşadığın biliyor. Durumu izah ederken aslında evrende bizim de aynı durumda olduğumuzu beyan ediyor. Kamera göğe doğru yükselirken şunları söylüyor; “Düşünsene ya ta uzaklarda birileri varsa ve şu anda bizim dünyamıza bakıyorlarsa, biz de onlara göre bir toz tanesiysek.”

Bütün otoriteler kendi düzenlerini yıkacak olan hür bir düşünce olduğunun farkındadır. Hele bu bir hikâye ise ve de bu hikâye büyüleyici ise, ne kadar zararsız görünse de düşünen insan modeline geçiş olacağı için mutlaka ortadan kaldırılması gereken bir tehdit olarak algılanır. Hakikatin güzelliği, masumiyeti ve ne olura olsun faydalı oluşu otoriteyi daha çok korkutuyor. Otorite, bir şekilde onu yalanlayacak ve ona inananları tehdit edecektir. Tehditlere aldırış etmeyenleri sürgüne gönderme ve nihayetinde de seslerini kısamıyorlarsa yok etmeye kadar bu düşmanlık devam edecektir.

Genelde hakikati ortaya koyanlar göklerden ilahi mesajı alan Peygamberlerdir. Peygamberler tarihi; inanamayan kavimler, onlara zulmeden topluluklar ve yalancılık suçlandıkları hikâyelerle doludur. Çok az Peygamber memur oldukları toplumun cehalet yazgısını değiştirebilmiştir. Ve bu Hak-Batıl kavgası hep süregelmiştir.

Horton da aynı durumla karşı karşıyadır. Suikasta maruz kalacak, dışlanacak ve en son kızgın yağa atılma tehlikesi geçirecektir. Ondan istenen tek şey; o gözle görünmeyen küçücük şehir ahalisi hakkında söylediği iddiaları yalanlamasıdır. Ama ortada bir hakikat var ve buna inanan kişi her şeye rağmen direnmesi gerekir. Bir hakikati kabul etmek; bütün sahtelikleri dağıtmaya, bütün kararan kalpleri aydınlatmaya ve bütün kötülükleri yutmaya kadirdir. Yeter ki o hakikat gür bir seda ile ifade edilebilsin ve toplum ona can-u gönülden iman etsin.

Horton bir animasyon filmi, diğerleri kadar eğlenceli olamayabilir. Ama kesinlikle çocuklarımıza defalarca izletmememiz gereken bir film. İzlerlerken onların zihin dünyasının alt perdelerine hitap edecek olan bu mesajları yavaşça dile getirmeliyiz. Görünmeyen şeylerin de var olabileceğini derk etmelerini sağlamalıyız. Ama önce bütün bunlara bizim inanmamız gerekiyor. Hani unutkanlık ve gaflet anlarını çıkaralım, genel itibari ile bu kadar rahatça günah işlemek, bu denli pervasız olmak, bu derece ümitsiz olmak “Gaybe İman” konusunda sıkıntılarımızın olduğunun göstergesi değil mi? Bence bu konuyu biraz düşünelim…

Sadece çocuklarımız değil elbette; bizim de almamız gereken dersler var. Örneğin “Kimler Halkının” yaşadığı toz parçasına bakıp onların bir önem arz etmediklerini düşünmemek mümkün değil. Gerçekten de değersiz, sadece bir toz parçası ve onun üstünde yaşayan mahlûklar. Duyguları, hayalleri, hayatları ve dünyaları ne kadar da anlamsız görünüyor, değil mi? Ya dünyamız! Biraz bakışınızı değiştirin, örneğin güneş sisteminin dışından bakın dünyaya, küçüldü değil mi? Daha da uzaklaşın, bakın artık bir toz zerresi. Kimler Halkı kadar küçücük olduğumuzu fark edin. Ama kime karşı? Tabi ki Yüce Rabbimize karşı. Evet evet, bir toz zerresi kadar değersiz bir dünyada yaşıyoruz, Kimler Halkı kadar bahtsızız bu konuda. Eğer Rabbimiz bize bir değer biçmeseydi o tozdaki bir canlı kadar da değerimiz olmazdı.

Çocuklarla olan iletişim şekillerine de değinmiş. Başkanın 99 kızını ayrı ayrı sevmesi ve onlara olan ilgisi ayrıca üzerinde durulması gerekiyor. Senarist, 99'un bizdeki çağrışımını bilerek mi böyle bir rakam seçmiş bilmiyoruz.

Kısaca ne olursa olsun inandığı hakikate karşı sorumluluk sahibi olan bireyler yetiştirmek için güzel bir hikâye. Üstelik ailece izleyebilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.