İSLAM MEDENİYETİ-1

Sürekli bir tartışma konusu haline gelmiş olan din-bilim ilişkisi güncelliğini daima muhafaza etmektedir. Her ikisi de daim var olacağından dolayı bu güncellik de devam edecektir. Bu ilişki kimi zaman ideolojilerin gölgesinde cevaplanırken, kim zaman insaf ehli aydınların doğru analizleri ile aydınlanmaktadır. Bir genelleme yapmadan, önyargılardan uzak bir anlayışla hareket edildiği müddetçe, bu aydınlanma daha da artacaktır.

Peki din-bilim ilişkisi nedir?

Din ve bilim çatışır mı?

Din bilimi destekler mi?

Yoksa Din bilime nötr mü? 

Filistin asıllı Prof. Dr. Raci El-Faruki der ki: “Önümüze iki yol koyuyorlar. Ya din ve bilimsiz bir hayat ya da bilim ve dinsiz bir hayat. Bunun dışında bir yol yok mu?”

Hakikaten başka yol yok mu? Neden ikisinden birini dayatıyorlar. Bilim denen okyanusa dalınca neden dinden vazgeçmek gerektiğini iddia ederler? Ya da dindar olunacaksa, neden bilimden ve dünyadan kopuk bir hayatı dayatmaktadırlar? Yüzyıllarca insanlığın hafızasına böyle bir kod kaydedildi ve bozuk plak gibi tekrarlanıp durdu. İslam ve bilimi bir arada görmeye tahammül edemeyen çarpık zihniyet, sakallı ve başörtülü müslüman insanlara çok acılar yaşattılar. Bilim ancak dine mesafeli duran insanların hakkıydı ve İslam bilime çok uzak bir hayat anlayışı idi onların iddiasına göre…

Peki hakikat ne idi? Ortaçağ Hristiyan Avrupa’sında kiliselerin bilim ve gelişmeye karşı gösterdiği tepki ile yani skolastik anlayış denilen taassup ile yenilik ve ilerlemeye karşı duruşları bu anlayışın temel sebep ve kaynağını teşkil etmektedir. Oysa Allah’ın insanlığa huzur ve mutluluk getirsin diye gönderdiği hiçbir ilahi sistem ve din özünde buna karşı değildir. Ancak bu dini temsil edenlerin çarpık ve yanlış anlayışları böyle sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Zamanla tahrif edilen dinlerin temsilcileri olan din adamları, kendi otoritelerini koruma adına statükocu bir anlayışla bu gelişmeleri engelleme yoluna gittiler.

Ancak işin acı tarafı şu ki, o gün kendi dinlerinin temsilcileri olan din adamlarına karşı mücadele eden insanların nesilleri, bunu tamamen çarpıtarak bugün bilim ve bilimsel gelişmenin karşısına İslamı yerleştirdiler ve İslam’ın insanlığın terakkisine ve gelişimine engel olduğu safsatasını ortaya attılar.   

Oysa hakikate bakıldığında İslam’ın ilk emri OKU idi. Ama bunu kabak tadı vermiş tarzda anlamamak gerek. Zira bu okuyuş ruhsuz ve şuursuz bir okuma değildir. Bu okuma, kainatı, insanı ve dünyayı anlama amacıyla bir okumadır. Bu anlamda dünya ve ahiret saadeti temel hedeftir. Madde ve mana, ruh ve cesed dengesinin kurulması için bir çabadır. Dünyayı tanıma, inceleme ve araştırma neticesinde madde ve cesed için gerekli huzur ve refah aranırken, ruhu da Allah’ın sonsuz kudretini tanıma ve bağlanma yolunda maneviyatla doyurmaktır amaç. Tek yönlü bir beslenme ya arzuların esiri, ya da dünyadan kopuk bir anlayış getirecektir. Birinden birinin terki marazlar doğurur ve dünya/ahiret saadetini tehlikeye sokar.

İşte İslam böyle bir anlayışla bilgiye yönlendirir. Zira “İnsan ahlakının temeli bilgidir, mümeyyiz akıl iyiyi kötüden bilgiyle ayırır” der Muallim-i Sani olarak nam salan Farabi.

Bilgi hammaddedir ve onunla bilim inşa edilir. Bilim olaylara hikmetle yaklaşımdır. Sokrat; “Bilgi ruhun gıdasıdır” der. Yine ünlü filozof Demokritos; “Hekimlik bedenin kötülüklerini, bilgelik ruhun kötülüklerini giderir, iyileştirir.” demektedir.

Bunların karşılığı ise cehalettir ve İslam hep bununla savaşmıştır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer 9) ayeti bunu veciz olarak ifade etmektedir. Hz Ali; “Hiçbir acı cehaletten daha fazla zahmet verici değildir.”diye buyurmaktadır.

OKU emri HİRA’da geldi. HİRA arayış demektir. Ve İslam cehalete karşı İKRA medeniyetidir. HİRA ve İKRA ikilisi ile… Hikmetle araştırma ve okuma, anlama, tanıma…

“Hikmet ve ilim müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır" ve "Ya Öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol fakat asla beşincisi olma, helâk olursun" hadisleri de bu hakikati güzel ifade etmektedir.

İşte OKU emriyle başlayan süreçle birlikte ikili okuma yapan, yani ruh/cesed, madde/mana ve dünya/ahiret dengesini gözeten sahabe nesli ile başlayan hamleyle arap toplumundan başlayarak medeniyetler inşa edildi. Medine arapçada şehir demektir. Ve burada başlayan medenileşme/şehirleşme MEDİNE ismini beraberinde getirdi. Ama bu, günümüzdeki anlamıyla kuru kalabalıkları ifade eden bir şehirleşme değildi elbette. İnsanlık, hak, onur ve haysiyetinin olağanüstü korunduğu ve toplumu ayakta tutan dinamik olan ADALET’in yaşatıldığı bir şehirleşme idi.

Medine İslam devletinin ilk icraatı üçlü bir inşa sistemi idi. CAMİ, MEKTEB ve ÇARŞI. Cami manevi, mekteb ilmi ve çarşı ise maddi gelişimi hedeflemekteydi. Maneviyat eşliğinde Suffa mektebinde başlayan ilim hamlesi, nice alim ve şuurlu genci beraberinde getirdi. Yine maneviyat eşliğinde gelişen ticaret ahlakında dürüstlük, doğru sözlü olma ve asla ihanet etmeme dersleri, toplumsal huzurun dinamiklerini oluşturmaktaydı. Zaten bugünkü sıkıntıların temelinde bu yapıların parçalanmışlığı yok mu? Maneviyatsız bir mekteb veya ticaret, toplumu ifsada götüren yöntemler değil mi?

İşte Allah Resulü’nün verdiği anlayış ve şuurla 23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde cehalet asrında saadet asrı teşekkül etmişti. Bu, İslam’ın hayata tek yönlü bakmadığının kanıtıdır. İşte böyle bir anlayışladır ki İslam, sonraki süreçlerde nice medeniyetler inşa edecektir.

 

İslam geri kalmışlıktır, terakkiye manidir diyenlerin kör gözleri görür mü acep?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.