Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

İslam`a neden muhtacız?

Gerçek ve tek kurtuluş yolu olduğu için İslam…


Dine karşı savaşanlar, verdikeleri son savaşı da kaybettiler. Dün “Din afyondur” diyenler, bugün dinin birey için önemini de toplumsal yapıdaki yerini de kabul etmek zorunda kaldılar.


Dün “Ne çektiysek dinden çektik” diyenler, “Din, aslında toplumumuz için gerekli, din olmazsa olmaz; dinsiz olursak daha da kötü duruma düşeriz” diyorlar.


Din dışı ahlâkın vaziyeti ortada. Din olmadan bir ahlâk ve değer sisteminin kurulamayacağı herkes tarafından anlaşıldı. Din dışı bir değer ve ahlâk sistemi kurmaya çalışanlar; ahlâksız ve değersiz kaldı.


Bu, insanlığın dine karşı ilk yenilgisi değildir.


İnsanlık, tarih boyunca, kendisini şerefli bir varlık rütbesinden düşürmek isteyenlerce aldatıldı.


Toplum üzerinde kayıtsız şartsız hakimiyet kurmak isteyenler, kendileri de aciz bir kul oldukları hâlde, hadlerini aşıp insanlığı kendilerine kul ederek insanlık üzerinde Rablik taslayanlar, bu sinsi, girişmlerinin önünde engel olarak daima dini gördüler; Topluma “Dinden uzaklaşırsan kurtulursun” dediler. Ne yazık ki toplum, hileyi görmedi, her seferinde aldandı, “Dinden uzaklaşırsan kurtulursun” diyenlerin gerçekte “Seni kendime köle edinmek için Allah’a kul olmaktan uzaklaştırıyorum demek istediğini anlamadı, tuzağı çözemedi. “Seni kurtarırım” deyip onu kendi dünya tapınağına sürükleyenlerin ardına takıldı. Dünyaya kulluğun karşılığında dünyayı buldu, madden belki kalkındı ama manen çöktü.
Bugün yaşanan o çöküşlerin son çöküşüdür. Bir daha, en azından toplumun bir kesimi için maddi bir kalkınma yaşanıyor ama bu maddi kalkınma toplumu mutlu etmiyor. Aksine toplum madden kalkındıkça huzursuzlaşıyor, daha karmaşık sorunlarla yüz yüze geliyor.


Bugün toplumun maddi ve manevi kalkınmayı birlikte yürütecek; bu, biribirine zıt görünen ama birbirini tamamlayan iki kalkınmayı buluşturacak bir programa ihtiyacı vardır. O program İslam’dır ve programı uygulayacak olanlar, İslam’a bir bütün olarak inananlardır.


İnsan, iki zıddı bir arada taşımaktan ürkecek kadar zayıftır. Oysa gelişmenin, ilerlemenin, kalkınmanın tek yolu, zıtların buluşmasıdır. Zıtların buluşmadığı hiçbir yerde gerçek bir üretim, gerçek bir ilerleme yoktur.


Toplum, hem dinini hem dünyasını istiyor. Bu, yerinde bir istektir. Dinimiz, bir dünya kurmaya engel değil; aksine dinimiz, bir dünya bir yana, iki dünyaya sahip olmanın programıdır.


Din, fertleri iki tercih arasında bırakabilir. Ancak toplumları iki tercih arasında bırakmaz. Fertler, Allah yolunda mücadele ederek başkalarının kurtuluşu için mallarından ve canlarından olurlar. Onlar, mal ve canlarından oldukça toplumlar, iki dünyanın refahına kavuşurlar. Bu, kendini feda etme hâlidir. Ahireti dünyaya tercih etmektir. Toplumun (başkasının) saadeti için kendinden vazgeçmektir. (Gerçek fedakârlık da ferdin kendi kaybı karşısında toplumun kazandığını gördüğü hâlde toplumdakine göz dikmeyip fedakârlığa devam etmesidir.)


Tarih boyunca milyonlarca fert, din uğruna savaşırken malından ve canından oldu. Ama tarih boyunca dine hakkıyla sarılan hiçbir toplum geri kalmadı. Aksine toplumlar, dine olması gerektiği gibi sarıldıkça kalkındı.


Toplum, bugün bu fikrin, farkına varmaya muhtaçtır. Bugün bu farkı kavrayacak ve topluma kavratacak birilerine ihtiyaç vardır.
“Ey halkım, biz Allah için doğru yolu gösterdikçe madden kaybetmiş olabiliriz. Ama siz toplum olarak, bir bütün halinde Allah’ın yoluna girdikçe hem dünyada hem ahirette kazanacaksınız, biz, size bunu vaadediyoruz; sizden bizim gibi kendini feda edecek fertler çoğaldıkça siz bir bütün olarak üstün olanlar olacaksınız” diyebilcek, bunu toplumun anlaycağı bir şekilde izah edecek birilerine ihtiyaç var.


“Bizim, bugüne kadar ki kaybımız, sizin kazancınızdır. Bizim iktidarımız ise sizin gerçek zaferinizdir” diyecek birileri…
Bunu anlatabilmek ve buna inandırabilmek kolay değil. Büyük bir güce ihtiyaç var. O gücün kaynağı doğru yol üzerinde olmaktır. Çünkü doğru yol üzerinde olanın yardımcısı Allah’tır.


TOPLUMA İNANDIRMAK GEREK
Toplum, onları anlamayacak, onlara kolay inanmayacak, çünkü,


Yüz yıldır toplumun beynine “din, geri bırakır; din, esarete yol açar” yalanı kazındı.


Çünkü


Uzun süredir, ferdi fedakârlık ve dünyevi kayıpta toplumsal kurtuluş arasındaki orantının niteliği ile ilgili bir kafa karışıklığı var. “Kendini Allah yoluna vererek dünyasını feda eden fertlerin sayısı arttıkça Müslüman toplumun kazancı artar” gerçeği gözardı edildi.


Ve en zoru, (Özellikle toplumun bir kesimi açısından):


Geçmişte mekânsal bir yoksulluk içindeydik, yoksul köy ve kasabaların kümelendiği coğrafyalara aittik. Ama kendi köyümüzde, kasabamızda “Azıcık aşım, kaygısız başım” anlayışı içinde huzurluyduk. Günün sadece bir kısmını ve yılın sadece yarısını çalışarak geçirmek zorundaydık.


Camide uzun uzun oturmaya, akrabayı ziyarete, çalışanı yetersiz gelen konu komşu için birkaç gün işçilik yapmaya, evinin duvarını örmede, çiftini sürmede, bağını budamada yardımcı olmaya zamanımız vardı.


Biz, o yoksul mekânlarda yoksullardan bir yoksulduk. Ama tamı tamına insandık. Namus yoksunlarını hizaya getirmeye, komşunun hakkını yemeye yeltenene dur demeye, akrabayı gözetmeyene adam ol demeye cesaretimiz ve yetkimiz vardı.
O gün bizim sadece mekânımız yoksuldu. Bugün metropollerin “Slum/ varoş, kenar mahalle” denen çukurlarında “sınıf altı yoksulluğu”na, “yoksulluk kültürü”ne sürüklendik.


Nedir “sınıf altı yoksulluğu?” veya “kültürel yoksulluk”? “Açlığı giderme faaliyetinin bütün manevi değerlerin önüne geçtiği, bütün insani değerlerin karın doyurma çabasının altında ezilip tükendiği modern şehir yoksulluğudur. “Yoksulluğun bir mirasa dönüşmesidir?”


“Sınıf altı yoksullar” olarak, bütün dünya sınıf altı yoksulları gibi, bütün yoksulluk kültürü düçarları gibi artık beynimiz kalbimiz yok, sadece doyrulacak bir midemiz ve gecenin işten arta kalan birkaç saatinde kendisi için bir barınak aradığımız bir gövdemiz var.


Yılımız, ayımız, hafta sonumuz, her gün veher saatimiz çalışarak geçmek durumunda. Başkasına (topluma) verecek bir günümüz bir yana bir saatimiz bile yok. Hasta ziyareti bir yana cenaze töreni bile bize fazla geliyor.


Metropollerde “slum” sakinleriyiz. Nedir slum? “Nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu, sakinlerinin sürekli değiştiği, her tür sefaletin bir arada görüldüğü, eskinin görkemli, bugünün yıpranmış semtleridir.” “Aşırı kalabalık söz konusudur bu mahallelerde, suç oranı yüksektir ve güvenlik sorunu vardır. İletişimsizlik, içine kapanıklık, değerlere yabancılaşma, sebepsiz intiharlar buraların karakteristik birer özelliğidir.


Biz, bu sefalet yuvalarında namus yoksunlarını görünce gözümüzü kapatırız; komşunun hakkını ihlal edeni görünce seyrederiz. Akrabayı unutanı duyunca biz de öyleyiz, deriz. Bizim onlara karışmaya ne cesaretimiz ne de eski yoksul mekânlarda var olan yetkimiz var. Biz, artık sadece bir nesneyiz. Bizim için toplum yok; sadece midemiz ve gövdemizle biz varız. Bizim insanlığımız can çekişiyor, sadece beden olarak varız.


Bizi uyandırmak zor, bizi düşündürmek zor, bizi bir çarkın dişi olmaktan insanlığın kurtuluşu için çalışma onuruna yükseltmek zor.


Bizim, insanî bir hedefimiz, toplumsal bir gayemiz yok; sadece bedeni hedeflerimiz var. O da bir an önce “sınıf yoksulluğundan, sömürü yoksulluğuna, işlevsel sınıf altı yoksulluğuna terfi etmektir. Nedir sömürü yoksulluğu veya işlevsel sınıf altı yoksulluğu? “Üst sınıftakilerin yoksulluğu yararlarına buldukları, daha düzenli işlerde çalıştırılsalar da kazandıkları yoksulluktan kurtulmaya yetmeyen yoksulların yoksulluğudur. Bizimle uğraşanların güçlü mesajları olmalı. Bizimle uğraşanların,


Ölü kalpleri diriltmek için uğraştıklarına dair bilgileri olmalı.


Bizimle uğraşanların,


Doğruluk ehli olduklarına ve güçlerini o doğruluğun ehli olmaktan aldıklarına dair şuurları olmalı.


Bizimle uğraşanların,


Vaatlerde bulunmaya cesaretleri olmalı.


Bizimle uğraşanların,


Büyük hayalleri olmalı ve bizi kendi hayallerine katacak bir ikna kabiliyetleri olmalı.


Bizim güvenimiz kırılmış, kolay güvenmeyiz. Biz, çok aldandık; öyle hemen arda takılmayız. Biz ölmüşüz, kolay dirilmeyiz.


NEDEN İSLAM?
Kaybettiğimiz değerleri yeniden kazanmak için İslam… Yeniden insan olmak çin İslam… Bütün anlamlarıyla geleceğimize yeniden kavuşmak için İslam…


Dünya tarihi, tanrılık taslıyan krallar ve kendilerini, tanrının gölgesi olarak tanıtan melikler tarafından belirlendikçe insanlık fesada uğradı. Onların belirlediği tarihi sınıf çarkları arasından kurtulup Allah’ın kulluğunda eşitliği bulmak için İslam… İnsanlığın tartısı bozuldu. İnsanlık için adil tartıyı bulmak için İslam…


İnsanların değeri, güçleriyle, statüleriyle, sermayeleriyle ölçülmeye başlandı. Herkesin elde etmekte eşit imkânlara sahip olduğu takvada üstünlük ölçüsüne yeniden kavuşmak için İslam…


Din dışı bir ahlâk önerenlerin ahlâksızlığı üzerimize sıçradı. İslam ahlâkıyla yeniden arınmak için İslam…


Konuşan yalan söylüyor, anlaşma yapan aldatıyor, emaneti alan ihanet ediyor. Sermeyeye kavuşan bencilleşiyor.


Doğruluğun yüceltildiği…


Söz verenin sözünde durduğu…


Emanetin korunduğu…


Sermayeye kavuşanın sosyal adaleti gözetlediği bir dünyaya kavuşmak için İslam…


Hepimiz iç dünyamızda farkında olarak veya olmayarak İslamca bir yaşama özlem duyduğumuz için İslam…


“Sizi kurtaracağız” diyenler, bizi aldattı. “Dinden kurtuldukça ilerleyeceksiniz” diyenlerin hilesi gün yüzüne çıktı.


İslam’dan başka hiçbir kurtuluş yolu olmadığını gözlerimizle görerek inandığımız için İslam…
Çocuklarımız için İslam…


Gençlerimiz için İslam…


Kadınlarımız için İslam…


Yaşlılarımız için İslam…


Hepimizi özümüze döndüreceği, bizi bir daha insan yapacağı için İslam…


Gerçek ve tek kurtuluş yolu olduğu için İslam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.