Kürdistan’daki Bağımsızlık Referandumu Üzerine…

Kürtlerin yaşadığı topraklar, daha önce Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla İran ve Osmanlı devletleri arasında bölünmüştür. Birinci Dünya Savaşı sırasında 16 Mayıs 1916'da Fransa ve İngiltere arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot anlaşması, ardından Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda uzun ve karmaşık antlaşmalar, konferanslar ve çatışmalar sonunda belirlenerek yeni oluşturulan sınırlarla, Kürtlerin yaşadığı topraklar Irak, Suriye, Türkiye ve İran olmak üzere  4 ülke arasında bölüştürülmüştür.

Kürtler o tarihten itibaren bulundukları ülkelerde yeni kurulan rejimler tarafından uygulanan ulusalcı milliyetçi politikalarla asimilasyona tabi tutulmuş, Kürtlerin varlığı inkar edilmiş, dili, kültürü yasaklanmış, inançlarına göre yaşamaları engellenmiştir. Bu baskıcı politikalar neticesinde çıkan ayaklanmalar acımasızca bastırılmış, Kürtler bir çok katliama tabi tutulmuştur. Zilan, Dersim, Koçgiri, Halepçe, Enfal operasyonu vb. vahşi saldırılarda onbinlerce Kürd katliamlara tabi tutulmuş köyleri yakılıp yıkılmıştır. Kürtlerin ileri gelenleri şeyh, alim ve düşünürleri sürgünlere gönderilmiş, gittikleri yerlerde aşağılanarak, deyim yerindeyse terbiye edilmeye çalışılmıştır. Özellikle çocuklarının İslam’dan ve kendi kültürlerinden uzaklaştırılması için bilinçli bir asimilasyona tabi tutulmuştur.

Dolayısıyla Kürtlerin yaşadığı trajediler, denilebilir ki Filistin halkının yaşadığı trajedileri bile katlamaktadır. Üstelik hamisi olmayan ve laik milliyetçi rejimlerin insafına terk edilmiş mazlum bir halktır Kürtler…

Batılı emperyalist devletler Orta Doğu’da sınırları çizerken kendi çıkarlarını gözeterek yeni bir kompozisyon oluşturmuş, bu denklem içinde bazı Arap kabilelerine bile devlet kurdururken o zamanlar bile milyonlarca nüfusa sahip Kürtler, özellikle devletsiz bırakılmıştır. Şüphesiz bunda iki temel etken olduğunu söyleyebiliriz; Birincisi Kürtlerin yaşadığı toprakları parçalayarak, sürekli bir sorun haline getirip, bu devletler üzerinde baskı aracı olarak kullanmak ve onları kendi boyundurukları altında tutmak. İkincisi Kürtlerin güçlü dindarlıkları ve ümmetçi anlayışları sebebiyle isteklerine boyun eğmediklerinden ve o dönemde halifeye olan bağlılıklarından dolayı cezalandırmaktır.

Kürdistan’ın dört parçasından biri olan Irak’taki Güney Kürdistan’da, bilindiği gibi 25 Eylül’de, bağımsızlık referandumu yapılması kararı alınmıştır. Uluslararası düzeyde tanınan self-determinasyon hakkı, yani bir halkın kendi kaderini tayin hakkına dayanarak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi içerde bir kısım muhalefetin çekincelerine rağmen, bağımsızlık için halkın oyuna başvuracaktır. İçerdeki muhalefetin çekincelerinin sebebi, komşu devletlerin olası ekonomik ambargo ile fiili müdahale korkusudur.  Diğeri ise Kürdistan Bölgesel Yönetiminde siyasi bölünmüşlük hali ve Mesud Barzani’nin partisi KDP’nin Kürdistan’da elinde bulundurduğu siyasi ve ekonomik imkanlardan kendilerinin yararlanmama endişesidir. Nitekim Kürdistan Bölgesel Yönetimi memur maaşlarını-Bunda Irak merkezi hükümetinin bölgenin hakkı olan payı vermemesinin de etkisi var-ödemekte zorluklar çekmektedir. Muhalefetteki yaygın kanaat, özellikle yönetimde ipleri ellerinde bulunduranların zengin olduğu halde, maaşların ödenmemesi bir çelişki olarak görülmekte ve tepki çekmektedir. Olası bir bağımsızlık kararında komşu ülkelerin kapıları kapatmasıyla ekonomik olarak işler içinden çıkılmaz hale gelecektir muhalefete göre. Dolayısıyla muhalefet şu anda nisbeten ekonomik bir rahatlık içinde bulunan bölgenin, gerekli uygun şartların oluşmasına kadar bu haliyle devamından yana görünüyorlar.

Öte tarafta bu karar özellikle komşu ülkelerde ulusal çıkarlar gerekçe göstererek tepkiyle karşılanmaktadır. Tepkinin sebebi aynı talebin gelecekte ülkelerindeki Kürtlerden de gelebileceği korkusudur.

En sert tepkiyi de gereken her şey yapılacaktır tehditlerini savuran İran vermektedir. İran’ın bahanesi, başta ABD olmak üzere batılı devletlerin, yeni kurulacak Kürdistan devletini kendi aleyhinde bir üs olarak kullanarak, kuşatma altına alıp sıkıştıracak bir unsur olacağı iddiasıdır. Ancak aynı İran’ın, Irak’ı işgal eden ABD’ye bu denli sert tepki gösterdiğini hatırlamıyorum. Irak’ta ortaya çıkan karışıklıktan kendi ulusal çıkarları için bu karışıklıktan faydalanmaya ve burada mevzi kazanmaya çalışmıştır. Şu anda askeriyle istihbaratıyla Irak’a çöreklenen ve petrolünü deyim yerindeyse çalan ABD’ye, dişe dokunur bir tepki vermeyen İran, Kürtler söz konusu olduğunda bu kadar celallenmesi dikkate şayandır! Şah’ın dönemindeki İran ile İslam Devriminden sonraki İran arasında Kürtlere bakış açısından çok fazla fark yoktur maalesef! Her iki dönemde de ulusal çıkarlar kutsanarak her şeyin üzerinde tutulmaktadır. Kendi içinde Kürtlere verilen bir takım hakları da adeta bir lütufmuş gibi göstermektedir!  

Türkiye’de bağımsızlık referandumuna İran gibi sert tepkisini ortaya koymuş ve bu kararın uygulanamaz olduğunu beyan etmiştir. Bu arada Devlet Bahçeli’nin bağımsızlık referandumu için “savaş sebebi sayılmalıdır” çağrısı ırkçılıkta akıl tutulması ve nefretin zirve yapmasıdır. Başka bir ülkedeki bir halkın, yani Kürtlerin kendi içinde vereceği bir kararı savaş sebebi sayması, bu kişi ve temsil ettiği zihniyette Kürtlere karşı kin, nefret ve düşmanlığın hangi boyutta olduğunu gösterir. Güçlü devletlere kedi kesilen bu zevatların, söz konusu Kürtler olunca aslan kesilmesi, bir anlamda Kürtlerin devletsiz ve sahipsiz olmasından cesaret alıyorlar denebilir. Nitekim bu uçuk çağrıya Başbakan Binali Yıldırım bile, “Kuzey Irak referandumu savaş nedeni olmaz” demek zorunda kalmıştır.

Anayasadan kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmeyen ve “bağımsızlık referandumunun yapılmaması için her türlü engellemeler yapılacaktır” diyen Irak’ın kukla merkezi hükümeti ise, kendi askeri gücünden çok Güney Kürdistan’daki Kürd siyasi partilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklara ve komşu devletlerin tutumuna bel bağlamaktadır. Suriye rejimi ise şu anda kendi başının derdine düştüğünden zaten yapacak bir şeyi de yoktur. Ancak anlayış ve tutum bakımından diğer komşu devletlerden farklı değildir.

Bu arada Irak ve Suriye’de yeni planlar peşinde olan ABD, bu planlarına engel olacağı kaygısıyla olsa gerek, bağımsızlık referandumunun ertelenmesini istiyor. ABD ve batılı devletler daima kendi çıkarlarını gözeterek ve gelecek lokmanın büyüklüğüne göre hareket etmektedirler. Dolayısıyla ABD çıkarları için hangisi daha karlıysa, ona göre hareket edecektir.

Diğer bir vakıa ise PKK’nin bağımsızlık referandumuna karşı olması! Daha doğrusu örgütteki kafa karışıklığıdır! Zaten bu örgütün neye karşı olduğu, neye taraf olduğu belli değildir! Örgütün Duran Kalkan ve Mustafa Karasu gibi Kemalist sol kanadı bağımsızlık referandumuna şiddetle karşıdırlar! Murat Karayılan ve Cemil Bayık ise bağımsızlık referandumu bir hak ama… diyerek karşı çıkışlarının nedenlerini kendilerince sıralıyorlar! Suriye kanadında ise Suriye kökenli PYD yöneticileri başta Salih Müslim olmak üzere referanduma taraftar iken, yine Türkiye kökenli olanlar da aynı şekilde karşı çıkmaktadır. Aynı kafa karışıklığı PKK türevleri olan parti ve kuruluşlardan da gelmektedir. Genellikle Türk soluna mensup olanlar referanduma karşı çıkarken, Kürd kesiminden bir kısmı ise taraftar görünmektedir. Ancak Barzani düşmanlığı konusunda hepsinde ortak bir görüş vardır. Temel sebebi ise bu örgütün Kürdistan’da kendinden başka güç istememesi ve tanımamasıdır. Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna taraftar olanların çoğu da, daha çok tabanın tepkisinden çekindiklerinden öyle görünüyor.

Kürd halkı Müslüman bir halktır ve İslam dünyasının doğal bir üyesidir. Diğer halklar hangi haklara sahipse, Kürtlerinde aynı haklara sahip olması, hem İslami hem de insani doğal bir hakkıdır. İdeal olan İslam dünyası arasındaki bütün sınırların ortadan kaldırılıp, bütün Müslüman halkların aynı haklara sahip olduğu bir çatı altında, güçlü bir birliktelik oluşturulmasıdır. Ancak bu şekilde yer altı ve yer üstü zenginliklerine göz diken emperyalist devletlerin emellerinin önüne set çekebilirler. Ancak İslam dünyasının şu andaki perişan hali, bu birlikteliğin, şu anda çok uzak olduğunu gösteriyor. Bir çok İslam ülkesindeki hükümetler batının güdümündedir.  Batının payandası bu gayri İslami iktidarların ürettiği sorunlar, mezhebi ve milliyeti farklı Müslüman halklar arasında adeta derin uçurumlar meydana getirmiştir.

Bu şartlar altında Kürtlerinde diğer halklar gibi kendi kendini yönetebileceği bir devlete sahip olma hakkı vardır. Eğer komşu devletler de, kurulacak bağımsız bir Kürdistan’ın batılı devletlerce kendi aleyhlerinde kullanacağı endişesi varsa, o zaman bu devletlerin yapması gereken bizzat kendilerinin bu devletin kurulmasında yardımcı olmasıdır. Zaten kardeşlik de bunu gerektirmiyor mu? Yapacağınız baskı ve zorbalıklar, engellemeler “denize düşen yılana sarılır misali” Kürtleri daha çok karşı olduğunuzu iddia ettiğiniz, emperyalist güçlerin kucağına itecektir. İsrail sahip olduğu inanç gereği, hiçbir zaman Müslüman bir kavmin iyiliğini istemez. Şimdiye kadar Kürtlerin haklarını görmezden gelen Siyonist rejimin, kurulacak bağımsız Kürdistan’a destek vereceğini ilan etmesi, sırf bazı ülkelerle deyim yerindeyse papaz olmasından dolayıdır. Yoksa Kürtlerin kara kaşına, kara gözüne hayran olmasından değildir! Kaldı ki şimdiye kadar başta ABD olmak üzere batılı devletlerle ve İsrail ile müttefik olan, dost olan zaten sizler değil miydiniz?

Bugünkü var olan sınırları kutsayanlar, şunu unutmasınlar ki, bu sınırları sözde karşı oldukları batılı emperyalist devletler çizmişlerdir!  Ve yine öyle anlaşılıyor ki ya barış içinde kardeşçe oturup bu sorunlar adilane bir şekilde çözülür. Ya da emperyalist devletler tarafından, tıpkı daha önce yaptıkları gibi, yine kanla, acıyla sınırlar tekrar çizilir!

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.