Nefse tevhidin nurunu tutmak

Yüce kitabımız her şeyden bahsetmesine karşılık maalesef bizim o geniş kapsamdan nasibimiz kısa elin kısalığı kadardır. Zira kişi farklı bir olay yaşamadan ayetlerin oraya yansıyan ışınlarını göremiyor. Ayetler sınırsız noktaya ayna tuttukları halde bizim onlardan gördüklerimiz sadece bizimle ilgili noktalardır. Bazen, bazı ayetleri sanki ilk defadır görüyormuş gibi olmamızın sebebi de budur.

Mesela kendim, biraz sonra gelecek ayetin huzura bakan tarafını ancak yaşadığım bir sıkıntı sonrasında anlayabildim. Ayet şu: “Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı yer ve gök fesada uğrardı.” Şimdi ayetten ne anladığınızı yokladıktan sonra aşağıda söyleyeceklerimi okumanızı istirham edeceğim.

Bir sıkıntının yarattığı daralmayla yabancı bir televizyon kanalından vaaz dinliyordum. Vaiz, depresyonel boyutta acılar çeken bir tutukludan bahsediyor, mahkûmun dilinden şunları söylüyordu: “Bütün sabrımı yitirmiştim; ne oturmak, ne yürümek, ne koğuşta uzanmak, ne havalandırmada volta atmak fayda veriyordu. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu sanki. Bütün gün oflayıp pufluyordum. Sonra bir gün oturdum, yüce kelamı okudum. Bahsi geçen bu ayeti okuyunca içime bir şeyler doğdu. Şöyle düşündüm: Nasıl ki dış dünyanın düzeni Allah'ın birliği ile kaimdir, orda onun şerikleri olsaydı, yerle gök darmadağınık olacaktı, aynı durum bizim iç âlemimiz yani moral dünyamız için de geçerlidir. Demek ki içimdeki keşmekeşin depremlerin sebebi, orada Allah'tan başka ilahların olmasıydı. Bunu anladıktan sonra bütün yalancı tanrıları yıktım, içimde tevhidi sağladım, haliyle moral düzenim düzeldi ve huzura erdim.

Evet, kâinattaki düzende olduğu gibi içteki sekinenin de adıdır Tevhit. Tevhidin kâinattaki düzene ilişkin yansımalarını, bütün bilim dalları koro şeklinde terennüm ediyorlar. Onlar, kâinattaki düzen, uyum, tesanüd, teavün şarkılarını öyle güzel söylüyorlar ki “bilim dallarına” tevhid korosu demek pek güzel oturacaktır. Bu koronun şefliğini de Risale-i Nur'a vermek yerinde olacaktır. Risalenin musannifi diyor ki tabiatta öyle müthiş bir düzen var ki başka bir el buna karışırsa yapacağı ancak karıştırmak olacaktır. O diyor ki: “Bir şeyde her şeyi, her şeyde de bir şeyi görmedikçe böyle şaheser bir kompozisyon vücuda getirilemez.” Evet, bir şeyde her şeyi göreceksin ki her şeyi o bir şeye göre konumlandırasın ve her şeyde bir şeyi göreceksin ki o bir şeyi her şeye göre ayarlayasın. Allah'ın varlığına birliğine ve ilmine işaret eden bu şey ve şeyler Risaley-i Nur'da adeta canlanır ve insana Allah'ı gösteren birer işaret parmağı olurlar. Bu mevzularda Risaleler kalbi de aklı da zevki de en üst derecede doyurmaktadır.

Takdir edersiniz ki Tevhid'in kâinatın düzenine bu minval üzere olan tecellilerini daha önce de okumuştum, biliyordum. Ama bir tutuklunun kendi tecrübelerinden hareketle dile getirdiği tevhidin iç âleme dönük bu boyutu, benim için yeniydi. Gerçi ayetler afak ve enfüs denen iki âlemden bahsediyordu. Allah'u Teâla yüce kelamında bu âlemlerde kendisinin varlık delillerini göstereceğini söylüyordu ama burada da enfüsten kasıt daha çok nefsin madde boyutu anlaşılıyordu. Yani hücre, kan, kalp ve sair azalardaki Allah'ın varlık delilleri. Oysaki nefsin kendisi de iki boyutludur: Madde ve mana (Ruhsal) boyutu. Kesinlikle insanın mana boyutu madde boyutundan çok daha büyük, çok daha karmaşık ve acayiptir. Bu boyutun sadece küçük bir izdüşümü olan sevgi hususunda daha önce bir şiirimi vermiştim ki bir yerinde şöyle diyordum:

Bilginin eli eteğine yetişmiyor ey sevgi!

Kanın ve Etin bunda dahli yok, bu bedihi

İnsanın zahirinden daha aciptir duygular âlemi

Akl şaşıp kaldı, O dediki “We min ayatihi...”

Hakikat da mahkûmun dediği gibi değil midir? İnsan duygu ve düşüncesinde yüce Allah'a şerikler koşmazsa depresyonun haddi midir insana yaklaşsın. Yani her şeyin ondan geldiğine, onun her şeye hâkim ve her şeyi bildiğine, her yerde hazır ve nazır olduğuna, her şeye yetip her şeyi hikmetle yaptığına inanıp ona yönelen kişiye yeis, huzursuzluk ve daralmanın haddi midir yaklaşsın. İçimizdeki yıkılmalar, zir û zeberler, buhranlar, yalancı ilahların içimize yol bulmasından değil de nedendir? Kendi evhamımızdan güç verdiklerimiz, hüküm atfedip hâkim zannettiklerimiz ve umutla bağlandığımız yalancı ilahlardır içimizdeki dağdağanın, dağılma ve fesadın gerçek sebebi.

Kim ki içindeki karanlığı yok etmek istiyor “Allah yerlerin ve göklerin nurudur.” ayetinden içine bir nur yaksın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.