Mehmet İkbal ATAK

Mehmet İkbal ATAK

Özel Yetkili ahtapot kapınızı çaldığında...

Hükümet, ardıllarıyla beraber Yeniçerilere özenip kazan kaldıran Emniyet/yargı camiasına artık “Eyvallah!” demeyeceğini, bazı birimleri Yeniçeri Ocağına dönüşen İstanbul Emniyetine dönük seri operasyonlarla gösterdi. Başbakan Erdoğan’ın, “seçilmişleri atanmışlara yem etmeyeceğini” belirten konuşması, Yeniçeri kalkışmasının göründüğü şekliyle sadece MİT’e değil, MİT’in şahsında kendilerine yönelik bir hamle olarak değerlendirildiğinin izahatı idi.

Bu nedenle Emniyet bünyesinde artık kendilerini Ahtapot gibi görmeye başlayan başıbozuk güruha baştan aşağı bir çeki düzen vereceği perspektifi ortaya konulmuş oldu. Ancak Ahtapot’un bir başı Emniyet’te ise de asıl başının yargı sistemi içerisinde “Özel yetkili” bir zırha büründüğü gerçeği, asıl tasfiyenin bu alana kayacağı beklentisini ortaya koymaktadır.

*   *   *

MİT üzerinden hükümeti yutma operasyonu, şimdilik bloke edildiği için operasyonu hukuki, masumane, hatta haklı kılma çabaları baş gösterdi. Operasyondan geri adım atılarak savunma ve kollama stratejisine dönüldü. Bu amaç doğrultusunda Emniyet ve yargıdaki Ahtapotvari oluşumu kollama operasyonu, MİT’in kirli çamaşırlarını ortaya dökmek suretiyle farklı bir stratejiye dönüştürüldü.

MİT’in kirli çamaşırlarını elbette toplama derdinde değiliz. Ancak Emniyetin şivesiyle MİT’i karalama çabaları haklılık payı içerse de bu durum Emniyet’in de kirli çamaşırlarının olmadığı anlamına gelmiyor. Kaldı ki son süreçte yaşanan bir çok karanlık olaylar dizisi gibi İslami sivil kurumlara dönük gerek doğrudan kirli operasyon ve şantajlar, gerekse KCK maskesiyle perdelenmiş “örtülü eylemler” birlikte değerlendirildiğinde, gerektiğinde Emniyeti esir alan Ahtapotun da MİT’ten geri kalmadığını gösteriyor.

Son halkasını Adana Mustazaf-Der şubesine yapılan saldırıda da oluşturduğu gibi, BDP mitinginin yapıldığı günün akşamında kaçıncı kez olduğunu artık hatırlamakta zorluk çektiğimiz bu son saldırı, görünürde PKK’lilerin saldırısı süsü verildi. Saldırının PKK içerisindeki karanlık uzantılar eliyle yapıldığı kuvvetle muhtemeldir. Ancak onlarca kez aynı paraleldeki derneklere yapılan saldırılar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, temiz ellere oynayan polisin yapılan saldırılara müdahale etmemesi, faillerini hiçbir zaman yakalamamış olması, aksine her saldırı sonrası dernek yönetici ve üyelerinin karakollara götürülerek suçlu muamelesine tabi tutulması, derneklere gidenlerin evlerini tek tek dolaşarak tehditler savurması, periyodik aralıklarla dernek yöneticilerinin evlerine baskınlar yapılarak şişirilen uyduruk dosyalarla onlarcasının örgüt üyeliğinden cezalara çarptırılması gibi insanlık dışı muameleler bir arada değerlendirildiğinde, MİT’i karalama kampanyası üzerinden polisi aklama paklama çabalarının ne denli bir şaklabanlık içerdiği daha iyi anlaşılacaktır.

Sadece Adana mı? Başta Yüksekova olmak üzere Batman, D.Bakır, Mersin… Tarsus… Hatırlarsınız herhalde, geçen yaz tatilinde pikniğe giden cami öğrencilerinin bizzat polis gözetiminde serseri takımına nasıl dövdürüldüğünü, polisin serseriler için nasıl çevre emniyeti sağladığını… Olay bittikten, küçücük cami öğrencileri komaya sokulduktan sonra bu sefer de aynı polis ekibinin nasıl çirkin tavırlar sergilediklerini, çocuklara nasıl suçlu muamelesi yaptıklarını… Evet, bu olayda da serseri takımı görünürde PKK sempatizanlarıydı. Oysa gerçekte kimlerin kirli icraatlarını uygulayan tetikçiler olduklarını temiz polisimiz bizzat uygulamasıyla göstermişti.

Elbette örneklerin hepsini buraya sığdıramayız. MİT’i, KCK’ye eleman sızdırıp eylem yaptırmakla suçlayan, bunun üzerinden hükümete komployu meşrulaştırmayı hedefleyen polis ve ahtapotun medya-bürokrasi kolu, “Camianın” tavuğuna bile “Kışt!” diyenleri anında tespit edip yargıdaki savcı ağabeylere teslim etme başarısı gösteriyor da, bugüne kadar İslami derneklere yapılan yüzlerce silahlı, bombalı, molotoflu saldırının bir tek failini bile yakalayamıyor.

Denilebilir ki, MİT adına şehir eşkiyalığına soyunanlardır, hep bu tür provokatif saldırıları yapanlar. Dolayısıyla polis ne yapsın? Oysa Emniyeti aklama, özel yetkilileri paklama operasyonunun temel dayanağı, eylemlere karışan MİT elemanlarının polis tarafından yakalandığı, savcılığın da hukuk ilkesi gereği soruşturma açtığı tezi değil midir? Madem polis ve özel yetkili zevat KCK’li MİT’çilere göz açtırmıyor, o halde saldırıları rutin hale getirdiği halde hiçbir zaman yakalanamayan şehir provokatörlerini kim veya kimler kolluyor? Elbette peşinen kimseyi suçlama derdimiz yok. Ancak saldırılara uğrayanlara yapılan kötü muamele, periyodik aralıklarla düzenlenen baskınlar, baskınlarda delil ihdas etmeye dönük materyal peydahlamalar ve özel yetkili zevatın yağdırdığı özel cezalar, durumu açıklığa kavuşturmaya yetiyor.

Saldırganları yakalamayanlar, güvenlik efsaneleriyle kirli icraatlarının reklamını yaparken başörtülü minik kızlara karşı gösterdikleri reaksiyon, velilerine dönük özel yetkili muamele, paklama operasyonunda kimin nerede durduğunu anlatmaya yetiyor.

Bu, işin polis ayağı. Oysa özel yetkili yargı ayağının hiç olmayacak meselelerde sanıklara karşı yürüttüğü hukuk kılıklı operasyonlar sonucu yağdırılan insafsız cezalar, polisle başlayıp yargıyla biten kirli bir ittifakın anatomisini ortaya koyması açısından önemlidir. Bu durum, aynı zamanda polisle başlayıp yargıyla biten kirli, örgütlü bir ittifakın fotoğrafı niteliğindedir. Yeri geldiğinde Şeyh Said’i anma etkinliği, kimi zaman siyonist zulmünü kınama, daha da beteri Kutlu Doğum etkinliklerinin soruşturma ve yargılama komplosuna dönüştürülerek örgüt bağlantılı cezalarla sonuçlandırılması, durumdan vazife çıkaran Emniyetteki kimi birimler ile özel zırhı kötüye kullanan kimi yargı unsurlarının re’sen hareket etmeleriyle asla açıklanamaz.

Meselenin diğer vahim bir tarafı ise, Emniyetle başlayıp özel görev yüklenmiş kimi yargı mensuplarının düşmanca tavırlarıyla sonuçlandırılan komploların hükümet ve siyaset çevrelerince görmezden gelinmesidir. Yüzlerce örneği bulunan komplo ve hukuk dışı uygulamalar, detaylıca siyasilerin dikkatine sunulduğu halde, hükümete mensup kişilere dosyalar halinde iletilmesine rağmen deyim yerindeyse “Yargıdır, ne yapsa yeridir” havasıyla komploları normal karşılamış olmalarıdır. 

Tamam, görünürde iş yargıda bitiyor. Oysa hükümeti yakından ilgilendiren Deniz Feneri davasında da, son MİT operasyonunda da görüldü ki bilhassa özel yetkili yargı, gerektiğinde hiç de hukuki kriterlere itibar etmeden de hareket edebiliyor. Gerektiğinde yargı vesayeti uğruna cübbesini taarruz kalkanına dönüştürebiliyor. Ve görüldü ki gerektiğinde hükümet, komplo kokan uygulamalara müdahalede bulunabiliyor. Yolu yargıya düşen herkes, özel yetkili organlar eliyle çok farklı dolapların döndüğünü hissediyor, feryad ediyor, ancak kimse oralı olmuyor. İşin ucu kendilerine dokununca ancak hükümet, kendi eliyle yetiştirdiği canavarın farkına varabiliyor.

Kim ne derse desin, özel yetkililik statüsüyle yargı kurumu içerisinde, polisteki kimi odaklarla bağlantılı bir ejderha yetişmiş bulunuyor. Ejderhanın uygulamalarından herkes muzdarip, ancak kimse eleştirme, özel yetkililik statüsünü tartışma konusu da yapamıyor. Çünkü yine özel yetkili bir kısım basın hemen Ergenekonculuk üzerinden bir linç baskısı oluşturuyor. Böylece hem yargı eliyle operasyonel faaliyet yürütülüyor, hem de şikayetlere mahal bırakılmıyor.

Hükümet artık kendi eliyle yetiştirip büyüttüğü Ahtapot’un farkına vardı ve “Seçilmişleri” kurban vermeyeceği iradesini ortaya koydu. Bakalım “Seçenleri” Ahtapot’un gazabından kim koruyacak? Ya da hükümet bu alanda da irade sahibi olduğunu kanıtlayabilecek mi?

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.