Şeriat, Tarikat ve Hakikat İlişkisi

Tarikatın gerekliliği ve hakikatin hedef olması şeriata ihtiyaç olmadığı manasına gelmemektedir. Aksine şeriatın hedefi hakikate nail olmaktır. Bu yolda hedefe ulaşabilmek için de şeriattan istifade etmek ve tarikatı kullanmak gerekir.

Bütün bunlardan şu anlaşılıyor ki amaç şeriatı devre dışı bırakmak değil ondan daha iyi istifade etmektir. Kuşeyri diyor ki: “Şeriat kulluk gerektiren bir durumdur. Hakikat ise Rububiyetin görülmesidir. Hakikate bağlı olmayan her şeriat reddedilir. Şeriata bağlı olmayan hiç bir hakikat da bir neticeye varması beklenmez. Şeriat, insanların sorumluluklarını beyan etmek üzere gelmiştir. Hakikat ise Hakkın işlerinden haber vermektir. Şeriat Hakka tapmaktır, Hakikat ise Hakkın dinidir.”

Birçok ayetin tefsirinde ve hadiste bu konunun ispat edildiği görülebilir. Şeriatın meyvesini almak ve ondan nasiplenebilme bazı koşullara bağlıdır. Örneğin şu ayete dikkat edelim.

“Ey iman edenler, sarhoş iken namaza yaklaşmayın…” (Nisa: 43)

Ayete ilk baktığımızda şu manayı çıkarabiliriz. İçkili olma sonucu oluşan sarhoşluktan dolayı namazı dikkatlice kılmak ve ondan istifade edebilmek mümkün değildir. Namaz kılan kişi aklı başında olmalı ki namazını dosdoğru olsun. O yüzden namaz için gerekli olan bütün fıkhi kurallar, namazın adabı olarak zikredilir. Ama metinlere baktığımızda başka sarhoşluk durumları var ve bunlarla da doğru bir namaz kılmak mümkün değildir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) İbn-i Mesut'a vasiyette bulunurken şöyle buyuruyor:

“Ey İbn-i Mesut! Günahların sarhoşluğundan kaçın. Tıpkı şarabın verdiği sarhoşluk gibi günahlar da sarhoşluk verir. Hatta günahın sarhoşluğu şarabın sarhoşluğundan fazladır. Allah Teâlâ buyuruyor ki “onlar sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Ve onlar geri dönmezler”

Hz. Ali (k.v)'de şöyle buyuruyor:

“Sarhoşluk dört çeşittir; şaraptan dolayı olan sarhoşluk, maldan dolayı oluşan sarhoşluk, uykudan dolayı oluşan sarhoşluk ve güçten kaynaklanan sarhoşluk.”

Sarhoşluk namaz kılmaya engel ise ve ondan istifade etmeye mani olduğundan şeriatta sadece şarabın sarhoşluğundan bahsediliyor ve onun hükümleri inceleniyor. Ama tarikata bağlı olanlar sarhoşluk veren her şeyi doğru bir namaz kılmaya mani olarak görürler. Tarikat ehli dünyevi sarhoşluk veren her şeyden uzak kalmaya çalışır. Bundan da anlaşılıyor ki tarikat ehli şeriatla ihtilafa düşmeyi bırakın bir yana, ondan daha fazla istifade etme yoluna gidiyor.

Başka bir örneğe bakalım. Şeri bakışa göre namaz için taharete riayet etmek gerekir ve bunun için de abdest, gusül veya teyemmüm gibi durumlardan bahsediyor. Ama tarikat anlayışına göre namaz için gerekli zahiri temizliğin yanında batıni temizlik, kalp temizliği gibi durumları da ortaya koyuyor.

İrfani bakışa göre, Allah dışında her hangi bir şeyin içinde yer aldığı kalp, temiz bir kalp değildir. Eğer zahiri bir kirlilik namazın kabul olması için engelse, kalpte var olan kirlilik namazın semeresinden mahrum olmaya sebep olmaz mı?

Belki biri namaz kılıyordur, geceyi kıyamda geçiriyordur. Ama batıni temizliğe dikkat etmiyorsa ibadet ve namazın hakikatine ulaşamaz. Tıpkı Hz. Ali (k.v) buyurduğu gibi:

"Nice oruç tutan kimsenin, oruçtan elde ettiği an­cak açlık ve susuzluktur. Nice gece namazı kılan kimsenin gece namazından elde ettiği, ancak uykusuzluk ve yorgunluktur. Akıllıların uykusu da iftarları da ne güzeldir!"

Öyle bir terbiye ki kalbin bütün yanlışlardan arınmasını gerektiriyor ve bu şeriatın içinde şekil alıyor. Yani tarikat, bu ince ayrıntılara riayet ederek şeriatın hakikatini ortaya koyuyor.

Arife göre namaz, hac ve diğer ibadetlerin farz olması Allah'ı (cc) zikir etmek içindir. Eğer kalp Allah'ın huzurunda olduğunun farkında değilse maksada ulaşmamış olur. Bu zikir sadece dille yapılmış bir zikir olur. Bunun ne kadar bir kıymeti olabilir ki?

Bu konuda çok güzel ve apaçık bir misal var. Hac mevsiminde bulunan kalabalık hakkında İmam Sadık (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Ağlayanlar ve feryat edenler ne kadar da çok. Ama hacılar, ne kadar da azlar.”

Yukarda zikredilenlerin fıkhı kurallar olmadığı bellidir. Ve bu kurallara uymadan da hac amelini yerine getirenler fıkhi hükümlere göre görevlerini yerine getirmiş oluyorlar. Ama onun hakikatine nail olmamış olurlar.

Arif şeriatı kabul etmiştir ve onun zahiri kurallarına da riayet eder. Bunu fıkhın bir meselesi olarak bilir ve uygular. Ama bunlara ilaveten batıni olan bazı amelleri de vardır ki bunlara da tarikat denilir.

Öyleyse tarikat şeriata muhalif olmamanın yanında, ondan doğru bir şekilde istifade etmenin ve daha iyi netice alma rolünü üstlenmiştir. Bu bakış açısını sadece ahkâmda değil akidede de görmek mümkündür.

Bu konuda beyan edilen Ayetlerin ve rivayetlerin genelinden, şeriatın içeriğinden ve ariflerin eserlerinin incelenmesinden şu anlaşılıyor ki tarikat şeriatla çelişki içinde değildir.

Oysa birçok şeriat ehli şeri hakikatlerin derinliğine inmez ve sadece zahirinden istifade etmeyle kifayet eder. Bunlar tarikat ehli değiller ve şeri hakikatler ile yüzleşebilmek için tarikat kurallarını tatbik etmeleri gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.