Ey Halkım!

 İftihar tablosu iki özelliğin vardı ey halkım ve iki güzelliğin!..

Biri namus, diğeri kitap.

Kitap namusa kalkandı, bu yüzden ilk savaşları kitapla oldu kitapsızların.

Kitabın elinden alındı.

Gafil ve sefil, bizar ve naçar kaldın.

Namusu toplumsal kâbus sayacaktılar nasılsa.

Bir gün oğlunu kaybettin, bilinmez bir yola koyuldu.

Kızının kulağına sufleyi fısıldadı aşağılık suflör.

Suflör yüzsüzdü, bu yüzden yüzünü görmedin, göremedin.

Sahneye çıkamadı, er meydanında görünmedi hiçbir zaman.

Her daim yüzü kapalı dolaştı.

Ve kızın, rolünü bilmediği bir tiyatralın aktörü sandı kendini.

Kaydıkça kaydı elinden, uzaklaştıkça uzaklaştı.

Sarıksız dışarı çıkmayan sen, kızının gerdanını kanıksar oldun.

Rotasını bilmediğin bir geminin sersem yolcusu olmak ne acı ey halkım!

Toplantı haberi geldi bir gün, “dışardan bir grup heval, köylülerle konuşacak” dendi.

“Akşam namazı” dedin, gülümsedi ulak; “boş ver amca, kazası var; hem imam da toplantıda” dedi.

Alnında biriken boncuk boncuk terleri silerek ilk defa gördüğün bir ipsiz sapsızın nutuklarını dinledin can korkusuyla.

Bilmediğin, inanmadığın, inanacağına ihtimal vermediğin bir şeyler anlatıyordu; değerlerinin ırzına geçiliyordu, sıkılmıştın, nefesin daralmıştı, bütün öfkeni sıktığın yumruklarından çıkarmıştın.

Bu yüzden dinlemen can kulağıyla değildi, can korkusuylaydı, biliyorum.

Sonra bir başka gün, sonra bir başka gün, sonra bir…

Sen amacı belli olmayan geminin dümeninde yedek kaptanın yardakçısı oldun günler sonra.

Oğluna miçoluk görevi verildi.

Her birinize ayrı ayrı görevler verilince kendinizi bir şey sandınız.

Zaten sanmanız içindi türetilen onca ad.

Her harf, bir adda kullanılmış; her adda birine yetki, her bireye örgütsel görev verilmişti.

Günler haftalara, haftalar aylara, aylar da yıllara gebe kalmıştı.

Sen de bu arada sarığını yele vermiş, bir silahın kabzasına meftun bir heval olmuştun.

Ne kızından haberin vardı, ne oğlunun esamesi okunmada.

Sonra boşaltıldı köyün, seni koruyamayan devlet, koruyamamanın cezasını yine sana ve köylülerine kesti, işte o gün başladı ikinci felâket.

Dil bilmez, yol bilmez bir halde bir metropolün izbe bir mahallesinin metruk bir binasında yaşam mücadelesi vermeye başladın.

Yine tanımadığın insanlar etrafında belirmeye başladı.

Bu sefer öfke bilemiş, intikama yeminliydin.

On yedi yaşındaki kızın gelmiyordu eve, “görev icabı” dedi, adını bilmediğin kara yüzlü kişiler.

On beş yaşındaki oğlun şişe atma antrenmanları yaparken, yolunun adım adım nereye gittiğini bilmiyor, sokağın çıkmaz kuçe olduğunun ayırımına varamıyordun.

Sana verilen gazla olimpiyatlara hazırlanan bir sporcu babasının gururunu yaşıyordun.

Oğlunun molotofla ambulansı yaktığını duyunca iş işten geçmişti artık.

Üstelik ambulans doğum yapan komşuna gelmişti.

Doktor, Kulplu bir gariban.

‘'Hasta var'' diyerek çağrılan ambulansı yakmak, şoförünü öldürmek ne alçakça eylem ey halkım!

Yük trenine saldırı, vatandaşın tırlarını yakmalar, köy yollarına mayın, çarşı ortasına bomba döşemeler…

“Amed'de hayatı durdurduk” kimin sevinci, hiç sordun mu kendine?

Durdurulan, ırzına geçilen hayat, kimin hayatı?

Sonra kızının kan bankasını taraması kanına dokunmuştu, “ama bu kansızlık” diyen komşunun ayakuçlarına bakmakla yetinmiş; başını kaldırmamış, kaldıramamıştın.

Sonra komşunun oğlunun cesedini sloganlarla toprağa verince bir daha başa sardın.

Gömdüğünüz gencin, arkadaşları tarafından infaz edildiğini öğrenemedin hiçbir zaman ve öğrenemeyeceksin(iz).

Yüzü kapalılar, sen gözyaşı dökerken komşunun oğlu için, “gitti cahş” diye kıs kıs gülüyorlardı.

Artık sen de öfke bilemiş, isyan kuşanmıştın.

Kızından haber almaz olmuştun.

“Nerede”  diye sorduğunda, yine “görevde” dendi sadece.

Büyükşehrin ağır koşulları belini büktü, dayanamadın, şehrine döndün.

Bu defa kimliği belirsiz, yüzü kapalı birileri sokağını kazmaya başladı.

“Hayırdır” dedin, “düşünme emmi böyle gerekiyor” dediler.

Anlayamadın, anlamlandıramadın, sokağına araç giremez oldu; mahallen köstebek yuvası.

Sonra “dış kapılar açık olacak” haberi günlerce uykunu kaçırdı.

Ona da alıştın, alıştınız, alıştırdılar…

Sonra odadan odaya, evden eve geçişler için duvarlar yıkıldı.

Yatak odan, komşunun bahçesinde bir balkon…

Komşunun yatak odası,  bir sonraki komşunun bahçesinde…

Sustun, sustunuz, susmalıydın, susmalıydınız; korkunun kulu olmak zordu ve bu zor görevi üstlenmiştin(iz).

Ne için yaşanır ey halkım!

Kitap ve namus için değil mi?

Dedim ya, kitabı elinden aldı kitapsızlar, peki bunca namussuzluğa ne zamana kadar evet diyeceksin?

 

TERÖR VE TERÖR EYLEMİ

İslâm'ın ölümle ilgili hükümleri naslarla sabittir ve kötü olmakla beraber her savaşın bir kuralı vardır.

Kürt bir örgüt, Kürt köyü olan Pınarcık'ı basar, on altısı çocuk olmak üzere kırk bir kişiyi öldürür; adına “çatışma” der.

Dindar bir kimliği olduğunu iddia eden bir genç Şii camisine dalar, ‘'Allah u Ekber'' diyerek üzerindeki bombanın pimini çeker, adına “cihat” der, kendisini mücahit addeder.

Esed'in Şebbihaları muhalif bir beldeye varil bombaları yağdırır, adına ‘'isyancıları sindirme'' der; onu destekleyenler de savaş stratejisi der.

Lanetli, gözü dönmüş bir Yahudi, Kurban bayramının sabahında Halilurrahman camisine dalar, altmış yedi savunmasız insanı katleder, camiyi mezbahaneye dönderir; adına “eylem” der.

Tarihin kara sayfalarına not düşülecek bu tarz eylemlerin çetelesini uzatmak mümkün.

Ancak ‘'kısasta hayat var'' ayeti ne güzel düsturdur değil mi dostlar!

Ayet aynı zamanda hareket alanımızı da belirlemiş olmuyor mu?

Dikkat ediniz ‘'kısas'' deniliyor, ‘'kıyas‘' değil.

Dolayısıyla bütün terör eylemlerini kınamaya var mısınız?
Var mısınız bütün terör eylemlerini üst perdeden lanetlemeye!
Yüreğiniz kandan nemalanan bütün yapılara lanet okumaya yetiyor mu?
Zulüm bizdense ben bizden değilim, diyecek yiğit var mı aranızda?
Alt ettiği kişi yüzüne tükürünce "öldürseydim nefsim için öldürürdüm" diyen erdem sahibi birileri var mı çevrenizde?
Çarşı ve cadde ortasında ya da cami içinde bomba patlatana terörist demekle kalmayıp "aşağılık yaratıklar" diyebilecek misiniz?
Halkın arasından ateş edip halkı iki ateş arasına alana adi mahlûkat diyebilecek misiniz?
Başkasının piyonu olan çakallara, alçaklara, çukurlara, çukurda boğulası zevata lanet okuyabilecek misiniz?

 

RUHU BOZUKLAR

Hedefte diyanet, bağcıyı dövmek niyet…

Alçak zihniyet, kudurdukça kudurur, sürekli bir yerlere toslayıp durur.

Güya inşaat işçisi bir çukur, diyanete kızmış; Yaşar Hacısalihoğlu "Böyle bir dini kurumda kaydım olsun istemiyorum" diyerek nüfus cüzdanındaki “İslâm” ibaresini kaldırmış.

İhanet şebekesi bu densizi manşete taşımış, geri çekilip ellerini ovuşturup kendince bir yarayı kaşımış.

Adam İzmir'deymiş.

Çoook şaşırdık.

BirGün gazetesinden Zeynep Yüncüler haber yapmış.

Acaaaip etkilendik.

“Böyle bir dini kurumda” derken sefil, nüfus müdürlüğü ile diyaneti bir sanmış, müptezel gazetecinin dolduruşuna gelip ona kanmış.

Böyle bir dini kurumda kaydım olsun istemiyorum” deyince nüfus müdürlüğüne kayıtlı olduğunu unutmuş.

Velhasıl;

Bir it havlar, boynunda tasma; bundan bir ekmek çıkaracağını sanır bir yosma.

Hey müptezel, bundan sana ekmek çıkmaz, fazla kasma!

 

TERS KÖŞEKÜRTLERİN KÜRTÇÜLER(!)DEN ÇEKTİKLERİ

Doğu ve Güneydoğu'daki olaylara bakılacak olursa, bir taşeronun şantiye şefi olarak çalıştığını görürsünüz.

Bu şantiye şefi; birkaç ilçede, aynı anda aynı projeyi uygulamakta…

İş makinaları, kazmalar, kürekler, elektrik kabloları, tüpler…

Saydıklarıma teker teker bakarsanız, bunların inşaat firmasının malzemelerinden faklı malzemeler olmadığını göreceksinizdir.

Ancak bu malzemeler binayı yapmak için değil, yıkmak için hizmet(!) görüyor.

Yani bir kentsel dönüşüm projesi öncesi yıkım çalışmaları da diyebilirsiniz.

Peki, ya yıkımdan sonra?

İşte orası düşünülmeyen bir proje bu... Çünkü projeyi firmanın eline verenler “gerisini düşünme” demişler.

“Sen yık, gerisini biz hallederiz”e getirmişler.

Yalnız projeyi şöyle yakından bir incelerseniz, görünenin arkasında görünmeyen gizli bir elin olduğunu fark edeceksiniz.

Projenin ilk ayağı, Yumurtalık boru hattını patlatmaktı, patlatıldı.

Barzani veya Kürtlerin petrollerini satmasının önüne geçilmiş olunacaktı ve geçildi.

Barzani'nin Türkiye dışında petrol satabileceği bir komşusunun olmadığını, taşeron firmanın dışında herkes bilmektedir.

Yumurtalık petrol boru hattı patlatılınca, Barzani Güney Kürdistan petrolünü tankerlerle satmak durumunda kaldı.

Barzani'nin gırtlağına yapışmış olan ihanet çetesi; bu sefer tankerleri, kamyonları hedef tahtasına koydu.

Bunu oldukça da sinsi bir biçimde yaptı.

Kuzey Irak'ın, Güney Kürdistan'ın, Barzani'nin veya Kürtlerin nefes almasını sağlayacak tek pencere “Habur Gümrük Kapısı” olarak görülmekteydi.

Bu defa Habur gümrük kapısının güzergâhı ve girişi üzerindeki ilçelerde hendek kazma seremonisi başladı taşeron firma tarafından.

İşte, Cizre, Silopi, Dargeçit, Nusaybin…

Haritadaki yerlerine bakın, kamyon ve tankerlerin geçiş yolu…

Güzergâh ve hendek oyunu…

Hendek oyunu başlar başlamaz, güvenlik gerekçesiyle Habur sınır kapısı kapatılır.

Savaşı kapının çevresinde başlatan şantiye şefleri, hep bir ağızdan bağırmaya başladılar;

“Kürtlerin ticaret yapmasına engel olunuyor.”

Kapının kapanmasına neden olanlar ve her türlü planını buna göre kuranlar, on binlerce tankerin sınırda bekletilmesini propaganda malzemesi yapmaktan imtina etmediler.

Tanker şoförlerinin homurtuları ziyadesiyle memnun ediyordu taşeron firmayı, çünkü firmanın amacı sonradan fırtına biçmek olsa da, aslında kaos rüzgârı estirmekti.

Firmanın kontrol altına aldığı gümrük kapısının yanındaki Cizre'nin Yafes mahallesi ve Silopi ilçesi firmanın kontrolünden çıkınca, güvenlik gerekçesiyle Habur sınır kapısı açıldı.

Kapının açılması, doğal olarak, güneydeki Kürtlerin rahat bir nefes almalarını sağlayacaktı. Zira güneyde Kürtler ekonomik bir bunalımın eşiğinde…

Bu defa taşeron firma şefleri “Biz savaşın içindeyken sınırdan ticaret amaçlı geçen her tanker hedefimizdir, sonucuna karışmayız.” demeye başladılar.

Bre rezil, hani devlet Kürtlerin ticaretine engel olmak için gümrük kapılarını kapatmıştı, hani on binlerce kamyon ve tanker devlet yüzünden sınırda bekletiliyordu?

Ve pazar gecesi aynı anda Cizre'de otuz tır yakıldı.

Barzani'nin hayat damarlarını kesen firma, Güneydeki Kürtlerin şah damarını kesmek için bu defa Doğu ve Güneydoğu da kamyon/tırları hedefine koydu.

Verilen görevi aşk ve şevkle yapan taşeron firmanın bu projeyi kimin adına icra etmeye çalıştığına gelince.

İşte onu uzaklarda aramamak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.