Korona’yı Konuşmak

İtalya'da koronavirüsle mücadele amacıyla geçen hafta sonu kuzey bölgeleri için alınan tecrit ve karantina kararı tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletildi.

İtalya Başbakanı Conte, durumun vahim olduğunu, sıkıntının tüm ülkede bulunduğunu söyledi.

Birçok kimse ülkenin turizm alanında uğrayacağı büyük kaybı konuşurken medyaya göçmenler ile ilgili ilginç haberler düştü.

Gelen haberlere göre göçmen ve mülteciler, yönetimin bu kararından sonra ülkeden ayrılmaya başladı. Hatta yasadışı göç yollarında İtalya’dan Tunus’a tersine göç başladı. Çok sayıda düzensiz göçmen, büyük umutlar ve hayallerle geldikleri ülkeden koronavirüsünün patlak vermesinden sonra, kitleler halinde ayrılmaya başladılar.

“Acaba” diyorum. Avrupa’da özellikle göçmenlerin ilk durağı olan İtalya’nın “virüs merkezi” olarak gösterilmesi algılarla oynama da olabilir mi?

Yani hastalığı ve kayıpları olduğundan büyük göstererek mülteci akışını kesme ve hatta tersine göç başlatma gibi bir amaç da olabilir mi?

***

Sağlık Bakanı’nın “Türkiye’de ilk vaka tespit edildi” açıklamasından sonra “çocuklar gibi şen” olan topluluğun bundan sonraki adımlarına dikkat etmek gerekir.

“Biz demiştik var diye” şeklinde çok bilmiş edalarla herzeler savuranları mı istersin, geç gelmiş olmasından dolayı virüse küskün olanları mı?...

Tedavisi zor bir kesim var memlekette.

Virüsün görülmemesini “virüs tanı kitlerimizde problem olabilir” şeklinde değerlendirenlerden mi söz edelim yoksa “korona Türk DNA’sına işlemiyor” diyen acayip tiplerden mi?

Sağlık Bakanlığı uzun süredir son derece ciddi bir şekilde çalışıyor, şeffaf bir şekilde çalışmaları kamuoyuyla paylaşıyor, teyakkuzda olunması gerektiğini, nasıl korunulacağını söylüyor. Ama bugünden itibaren daha fazla gündemimize gireceği için TV kanallarından uzmanlardan geçilmeyecek.

Hukuk, siyaset, uluslararası ilişkiler, toplumsal hareketler, dini yapılar ve kurumlar konusunda uzman olan mesela bir Ersan Şen’i, mesela bir İsmail Saymaz’ı virüs konusunda da ekranlarda konuşurken bulabiliriz.

Sevgili okurlar bunları hiç kaale almayın!

Elinden geldiği kadar tedbiri aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmekten daha güzeli yoktur.

Paniğe gerek yok!

***

Papa’nın Korona bulaşması ihtimalinden dolayı halkın karşısına çıkmayıp “online ayin” yaptığına dair haberi gördüğümde “Kara veba” ile ilgili okuduğum yazıyı hatırladım.

1347’de başlayıp 5 yıl kadar Avrupa’yı kasıp kavuran hastalıkla ilgili bazı tarihi bilgileri sizinle paylaşayım diyorum.

Kırım Tatarlarının vebayı Çin’den kaptıklarına dair güçlü ihtimaller var.

Tatarlar, Ceneviz’i ele geçirmek için geldiklerinde yanlarındaki vebadan ölmüş cesetleri mancınıkla surlardan içeri attılar.

Veba böylece İtalyanlara bulaştı. Hastalığın bulaşmasından korkanlar, Ceneviz’den Cenova’ya, Venedik’e ve diğer şehirlere kaçtıklarında veba hızla yayılmaya başladı.

1348’de veba Paris’e, 1349’da Londra’ya, 1350’de de İskandinavya’ya ulaştı ve kitlesel ölümlere neden oldu.

İtalyan şehirlerinde nüfusun en az üçte biri ölüyordu.

Aslında bu oran neredeyse tüm Avrupa için geçerliydi. Hatta eski nüfusa ulaşmak için 150 yıl geçmesinin gerektiği bile söylenmiştir.

Avrupa’da büyük bir kaos oluştu. Ticaret durdu, ekinler kaldırılamadı.

Bazı yerlerde zenginler askeri güçleri de kullanarak güvenli bölgeler kurmaya çalıştı; ama başarılı olamadılar.

“Yaşanan felaketler Avrupa'nın her yanında yineleniyordu. Fransa'da, Fransisken rahipler aralarından 125000 kişinin öldüğünü kaydettiler. Köyler terk edildi, manastırlar yerle bir oldu. Marsilya yakınlarında Montrieux'de, şair Petrarca'nın kardeşi keşiş Gherado tüm keşiş kardeşlerini teker teker gömdü, sonunda yalnızca kendisi ve köpeği hayatta kaldılar.

İngiltere'de köyler bomboş kaldı, giderek yıkılmaya yüz tuttu ve sonra da unutuldu. Rochester'da piskoposun hanesinden "dört papaz, beş efendi, on hizmetkar, yedi genç katip ve altı uşak" hastalığa yenik düştü ve koskocaman sarayda piskopos tek başına kaldı.”

Dönem Avrupa’nın Orta Çağıydı.

Aslında şu örnek konunun anlaşılması için yeterlidir sanırım:

“Kara Veba ile baş etmek için kalkışılan işlerin en gariplerinden biri, “Kırbaççılar” denen bir topluluktu. Bu topluluk 33 gün süreyle, Hazreti İsa'nın ömrünün her yılı için bir gün, kendilerini günde üç kez kırbaçlamaya ant içmişti. 1000 kişiye varan tören alaylarında, ilahi söyleyen karalara bürünmüş insanlar bir şehre giriyor, bellerine kadar soyunuyor ve önderlerinin onları kırbaçlamasına izin veriyordu. Sonra hepsi birden kırbaçlar havada şaklarken ilahiler söyleyerek kendilerini kırbaçlamaya başlıyordu. Yıkanmaları yasak olduğundan pek çoğu aldığı yaralardan ölüyordu.”

Allah yeryüzündeki tüm mazlumları böylesine büyük felaketlerden muhafaza buyursun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.