(YAZI DİZİSİ-3) MUSTAZ’AF KÜRT HALKIYLA BERABER OLMAK-3

İLAHİ MESAJIN HEDEFİ

Âdem peygamberden bu yana gelen bütün peygamberler insanlara temelde iki önemli mesaj getirmişlerdir. Bunlardan biricisi: Allah’ın hakkını gözetmektir ki bu: Tevhittir.

İkincisi de: Kul hakkını gözetmektir ki bu da: Adalettir.

Tevhidin zıddı şirktir. Şirk en büyük zulümdür. Çünkü Allah tüm kâinatın yaratıcısı ve Rabbidir. Âlemlerin tümü O’nun dilemesiyle meydana gelmiştir. Canlı cansız her şey O’nun gözetimindedir. O’nun verdiği rızıkla yaşamını sürdürür. Herkes ve her şey O’nun mülküdür. Her şeyin sahibi sadece O’dur. O’nun herkesin üzerinde hakkı vardır. Yaratıklarından kendisine itaat etmeleri, kendisine ibadette kimseyi ortak koşmamalarını ister. Her şeyin sahibi olmasına rağmen insanların O’nun dışında birilerine veya putlara ibadet etmeleri, O’nun hakkını çiğnemeleri anlamına gelir ki bu, O’nun tüm haklarını inkar etmek olur. Bu da en büyük zulümdür. Bunun için şirk en büyük zulüm olarak kabul edilmiştir.

Adaletin zıddı da zulümdür. Buradaki zulüm insanların başkalarının hakkını gözetmemeleridir. Çünkü iki çeşit zulüm vardır. Biri Allah’ın hakkını gözetmemekten kaynaklı zulüm, bir diğeri de insanların haklarını gözetmemekten kaynaklı zulüm. Bu çeşit zulmün olmaması için de adalet gerekmektedir.

İşte üstünlük sebebi olan takva, korunması gereken bu iki temel hakkı (Allah’ın uluhiyet ve rububiyet hakkı ile insanların hakkını gözetmeyi) içinde barındırır. Allah’ın hakkını ve insanların hakkını gözeten kişi, takvaya ermiş ve iki büyük kötülük/günah olan şirk ve zulümden kurtulmuştur. Zaten bunlardan sakınan kişi bütün kötülüklerden de sakınmış demektir. Böylece zulmün kaynağı olan kendini üstün görme, böbürlenme ve gayrısını aşağılama illetlerinden de korunmuş olur.

Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uymak ve O’na isyan etmekten sakınmak demek, vahyin öğretisiyle hareket etmek demektir. Vahyin öğretisi de adaletli davranmayı, kendini üstün görmemeyi, ırk, renk, dil, kavim gibi sebeplerle başkalarını aşağılamamayı emreder. Vahyin öğretisi aynı zamanda erdemli insanlar yetiştirmek, dünyayı yaşanır kılmak ve insanlara dünya ve ahret saadetini kazandırmanın yolunu gösterir.

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın…” (Nisa: 135) diyen bir Allah, üstünlüğü takvanın dışında başka bir şeye vererek adaletsizlik yapar mı? Asla ve kat’a… Takva insanın tercihinde olan bir şeydir. Oysa ırk, renk, dil, coğrafi bölge vs… insanın tercihiyle değildir. Allah adildir. Üstünlüğü insanın tercihinde olmayan bir şeye vermez.

Tarih boyunca muvahhid ve müşrikler arasındaki mücadele aralıksız devam etmiştir. Muttakiler tevhit sancağı altında müşrik ve kafirler de küfür sancağı altında savaşmışlardır. Aynı şekilde zalim ve mazlum, müstekbir ile mustaz’aflar arasındaki çatışma ve savaş da kesintisiz süre gelmiştir.

Müslümanların tevhit sancağı dışında başka bir sancak altında savaşmaları düşünülemez. Bu hususta hiçbir tereddüt yoktur. Fakat bir müslümanın, zalim–mazlum ve/veya müstekbir–mustaz’af savaşında nasıl bir tavır alacağı önemlidir. Böyle bir mücadelede bizler birer Müslüman olarak hangi safta yer alacağız? Kimlerin yanında yer tutup haklarını savunacağız? Kur’an ve sünnet bu konuda ne diyor? Alınması gereken tavrı nasıl belirliyor ve Müslümanların nerede yer almasını salık veriyor?

Bu ve benzer soruların cevapları bizce önemli. Aslında bütün peygamberlerin ve özelde de Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın hayatı bu konuda açık ve nettir. Kimlerin saflarında yer aldıkları ve kimlere karşı savaştıkları malumdur. Fakat tarih içinde öyle hadiseler cereyan etti ki Müslümanların yer almaları gereken saflar birçok kez karıştı veya karıştırıldı.

Mustaz’af ve mazlum olan bir halkın yanında yer almak birçok kez ırkçılık/kavmiyetçilik olarak lanse edildi veya anlaşıldı. Bilhassa zulmü işleyen eğer Müslüman bir yöneticiyse ya da Müslüman bir memlekette böyle bir zulüm yaşanıyorsa, bu zulme karşı durmak hep kavmiyetçilik olarak addedildi. Gerçekten durum böyle midir? Zayıf bırakılmış bir halkın gasp edilmiş haklarını savunmak veya onların yanında yer alarak zalimlere veya müstekbirlere karşı durmak kavmiyetçilik veya ırkçılık mıdır? Yoksa bir Müslüman’ın alması gereken doğal bir tavır mıdır? Allah ve Resulü bu hususta bizlerin nasıl bir tavır almasını emrediyor? Bilhassa eğer mustaz’af ve mazlum olan bu halk Müslüman ise sorumluluk ne orandadır?

Mezkûr soruların cevapları birçok konuda kafa karışıklığını giderecektir. Bence bu mesele ince elenip sık dokunması gereken bir meseledir. Es geçilemeyecek veya bazı yaftalarla üzeri örtülemeyecek kadar önemlidir. Çünkü Yüce Allah’ın şu ayeti biz Müslümanları büyük bir sorumluluk altına koyuyor:

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa: 75) (Devam edecek…)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.