(YAZI DİZİSİ-2) MUSTAZ’AF KÜRT HALKIYLA BERABER OLMAK

Üstünlük Takva’dadır

İslam üstünlüğü soy–sopa veya kabile–kavime vermemiştir. İslam’a göre üstünlük veya seçkinlik doğup büyülen toprak parçasından veya renkten veya dilden gelmez. Üstünlük sadece ve sadece “takva” ile olur. İslam üstün ırk, üstün kavim, üstün soy gibi iddiaları şiddetle reddeder. Özellikle de Müslümanlar arasında böyle bir ayırıma gitmeyi hiçbir şekilde hoş karşılamaz. Çünkü böyle bir ayırım, vurgu yaptığı din birlikteliğini ortadan kaldırır. “Müslümanlar; ancak kardeştir” düsturu din birliğinin bilfiil vücut bulmasını sağlamak, başka yollara sapmayı engellemek içindir.

İnsanın yaratılışı ve dünyaya gönderilişi, nerede, ne zaman, kimlerin arasında, hangi anne–babadan, hangi kavimden yaratılacağı kişinin seçimine bağlı değildir. Bu taksimatı Yüce Allah bir hikmete binaen kendisi yapar. İnsanlara bu hususta bir tercih hakkı tanımaz. Kullarını dilediği yerde, zamanda ve dilediği kavmin arasında yaratır.

İslam üstünlüğü neden takvaya vermiştir?

Takva sözlükte: Sakınmak, korunmak, kaçınmak anlamlarına gelir. Istılahta ise; Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uymak ve O’na isyan etmekten kaçınmaktır. Takva, Allah’a kul olmaktır. Allah’a kul olmak demek O’nun emir ve yasaklarını harfiyen yerine getirmek demektir. Muttakiler, renklerinden, soylarından, kavimlerinden, zenginliklerinden, güçlerinden dolayı başkalarına büyüklük taslamazlar, üstünlük iddiasında bulunmazlar. Yüce Allah adaleti, hoşgörüyü, sevgiyi, kaynaşmayı, kardeşliği, eşit koşullarda yaşamayı emrediyor. Muttakiler bunlara riayet ederler.

Yüce Allah ayeti kerimede mealen: “Birbirinizi tanıyasınız diye sizleri halklara, kabilelere ayırdık” diyor. Birbirini tanımak demek, birbirinin kültürünü, dinini, dilini, edebiyatını, gelenek ve göreneklerini, siyasetini, ekonomisini, teknolojisini vs.’sini bilmek ve öğrenmektir. Birbirini tanımak, birbirine gerektiğinde yardım etmek, dayanışmak, kol kanat germektir. Birbirini ezmek, yok etmek, imha etmek, yok saymak değildir.

İnsan nefsinin yapısında bulunan ve İslam literatüründe nefsi hastalıklar başlığı altında geçen; açgözlülük, tamah, hırs, öfke, haset, çekememezlik gibi hasletler dizginlenmediğinde çok yıkıcı hadiselere sebep olur. Bunların başında da “ben” merkeziyetçiliği gelir.

İnsan sosyal bir yaratıktır. Sosyal olmak demek birbirine muhtaç olmak demektir. Hayatın idamesi için gerekli olan ihtiyaçların tümünü bir bireyin kendi başına karşılayabilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla her birey bir başkasına muhtaçtır. Zaten bundan olsa gerek ki Yüce Allah her bireyi farklı bir kabiliyette yaratmıştır.

İnsanların farklı oranda rızıklandırılmaları da aynı hikmete binaendir. Ekonomik farklılık sosyal hayata bir dinamizm getirir. Canlılık ve hareketlilik katar. Sosyal ilişkileri diri tutar. İnsani duyguları depreştirir. En yüce duygulardan biri olan karşılıklı sevgi trendini yükseltir. Yine insani davranışlardan olan yardımlaşma, dayanışma, dert ortağı olma gibi güzel hasletlerin oluşmasını sağlar.

Tıpkı bunun gibi kabile, aşiret ve kavim farklılığı da insanlığa bir zenginlik katar. Bütün insanların tek tip tek renk olduğunu düşünün. Ne kadar çekilmez olurdu? Bütün insanlar zenci olsalardı veya beyaz olsalardı ne kadar da çirkin olurdu değil mi?

Bir bahçede enva–ı çeşit çiçeğin, ağacın, meyvenin, sebzenin olması mı daha güzel yoksa tek çeşit olması mı? Farklı renklerde, kokularda bitkilerin mi olması daha güzel yoksa bir tek kokulu ve renkli olmaları mı? Farklı cinste hayvanların mı olması daha güzel yoksa bir tek cins ve tür de hayvanın olması mı? Bir akvaryumunuz olsa içine tek cins balık mı yoksa farklı cinslerde balık mı koyarsınız? Bu soruları çoğaltabiliriz. Hepsine verilecek cevap pek tabii ki farklı olmaları olacaktır. Çünkü farklılık zenginliktir, güzelliktir.

İnsanların farklılıkları da zenginlik ve güzelliktir. Farklı kültürler, renkler, diller, yaşam şekilleri, gelenek ve görenekler, edebiyat, teknoloji, tıp vs… ne kadar da güzel bir cümbüş oluşturuyor. İnsanın bütün bunlardan istifade etmesi, bilgi birikimine ne de muhteşem bir katkı sağlıyor.

Yüce Allah bir ayeti kerimede: “Eğer Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet kılardı…” (Maide: 48) buyuruyor. Tek çeşit, tek tip bir insan topluluğu… Şayet insanlar bu şekilde olsa idi yani çeşitlilik olmasaydı, insanlık tarihinden bu yana vücut bulmuş farklı medeniyetler olmazdı. İlim, teknoloji, kültür, edebiyat bu kadar dal budak salıp gelişmezdi. Yani insanlık şuan ulaştığı seviyeye ulaşamazdı. Demek ki insanların farklılıkları insanlığın tekâmülü için zorunludur.

Kavim, soy, ırk çeşitliliği bir üstünlük sebebi olmadığı gibi, renk, dil ve yaşanılan toprak parçası da bir üstünlük veya imtiyazlık sebebi değildir.

Bu cihetle üstünlük iddiasında bulunanlar başkalarının hakkına tecavüz etmekten ve onlara zulmetmekten başka bir şey yapmazlar. Tercihe dayalı olmayan bir şeyden dolayı birbirini hor görmek, Allah’ın tercihine karşı gelmek hatta küçük görmekle eşdeğerdir.

İnsanların, insan olmaları cihetiyle eşit olduklarını Allah Resulü aleyhissalatu vesselam veda hutbesinde şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arab'ın, Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerinde üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.”

Zaten ilahi adalet de bunu gerektirir. Böbürlenmek, kibirlenmek, kendi dışındakileri aşağılamak şeytanın işidir. Çünkü ilk kez ırkçılık yapan ve soyu sopuyla övünen şeytandır. Allah’ın Âdem’e secde emrine karşılık, kendisinin ateşten yaratıldığını, topraktan yaratılan birine secde etmesinin mümkün olmadığını söylemiş, kendini üstün görerek Allah’ın emrine karşı gelmiştir. Âdem’i de yaratılış maddesinden dolayı aşağılamıştır.

Şeytan bu hastalığını insanların arasında da yaymış ve onları birbirine düşürmüştür. Kimisinin rengini kendisine üstün göstermiş, kimisinin ırkını, kimisinin dilini… Böylece karşı tarafta kalanları tahkir etmiş ve onları birbirine düşürmüştür. İnsanlık tarihinin en büyük ve kanlı savaşlarının temelinde hep bu kendini üstün görme illeti vardır.

Uzağa gitmeye gerek yok. Yakın tarihte Dünya’da yaşanan kanlı savaş ve katliamların temelinde yatan illete bakmak yeterli olacaktır. İstilaların, işgallerin, soykırımların merkezinde hep birilerinin kendini birilerinden üstün görmelerinden başka bir sebep var mı? Sömürgeciliğin temelinde de bu yatmıyor mu? Kendilerinin başkalarından daha müreffeh bir hayat yaşamayı hak ettiklerini, başkalarına tahakkümün kendi hakları olduğunu düşünenler hep bu saikle hareket etmemişler midir? Birileri hep birilerine ya renginden veya ırkından veya dilinden dolayı hakimiyet kurma sevdasıyla hareket etmiş, bu iddiayla da kendilerinden saymadıklarına saldırmışlardır.

Şeytan kaynaklı olan asabiyet, bireysel ilişkilerden tutun uluslar arası ilişkilere kadar huzur, barış ve güven ortamını ortadan kaldırır. Yerine kaos, çatışma ve savaşı koyar. İnsanlık tarihine şöyle bir kuşbakışı bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. (Devam edecek…)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.