Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Son Dönemin Siyasi Yapısı -4

Sosyalizm, kapitalizm, sosyal demokrasi, liberalizm... Hangisi Yahudilerin siyassette, ekonomide, medyada dünya iktidarına karşı çıkıyor? Hangisi günlük yaşamda farklı bir ahlak öneriyor? Hangisi ahlakın belirlenmesinde vahyi esas alıyor?

 
Bilginin vahiy kaynağından koparıldığı, üretimin iktidarlaştırıldığı, çılgınca tüketimin teşvik edildiği, ruhun yok sayıldığı, sahte bir aklın putlaştırıldığı, ahlaksızlığın ‘değer’ haline geldiği, paranın-makinenin insandan öncelikli olduğu modern çağ; ideolojiler çağıdır.

Modern çağdan önce Avrupa’da feodal bir beye, dünyanın diğer bölgelerinde ise bir aşirete mensup olmamak bir eksiklikti, bir ayıptı.
Modern çağda bir ideolojiye sahip olmamak, bir ideolojinin düşünce boyunduruğu altına girmemek eksiklik oldu, ayıp oldu.
Modern çağdan önce insanlar, kendilerini bağlı oldukları feodal beyle, mensubu oldukları aşiretle tanıtırken modern çağda kendilerini ideolojilerle tanıtmaya başladılar.
Modern çağdan önce insanlar beyleriyle, aşiretleri ile övünürken modern çağda ideolojileriyle övünür oldular.

Bu, öylesine bir furya haline geldi ki gün geldi adeta herkes ya sağcı ya solcu olmak zorunda kaldı. Aslında bu modernizm şehrinde mahalle tercihinden başka bir şey değildi. İnsanlara iki seçenek sunarak onları modernizmin değişim ve kullanma alanı içine çekme projesiydi. Meşruiyet sadece bu ikisine tanınmıştı. Şehre giriş için onlardan birine ait kimliği taşımak gerekiyordu. Öyleki insanlar, kendi inançlarına bile onların içinde yer aradılar. Köylerde bile herkes eskiden dedesi ile bilinirken yeni kimliklendirmede sağcı-solcu diye bilindi.

Uluslararası güçler ellerindeki bütün imkânları bu ideolojileri dünyaya yaymak için kullandılar. Eğitim kurumları, gazete, tiyatro, radyo, sinema ve televizyon hep bu vazifeyle işledi. Uluslararası güçlerin uzantısı örgütler bu işle görevlendirildi.
Bundan 24-25 yıl önce bir öğretmen Diyarbakır’a yolculuk yaparken yanında oturan, başında hacılara özgü sarı sarığı bulunan bir yaşlının ‘Yeğenim malumdur, biz sosyalistiz’ dediğini şaşkınlık içinde anlatıyordu. Öğretmen sormuş: ‘Amca sosyalizm nedir?’ Yaşlı amca, ‘Ne bileyim, köye gelen dağdakiler böyle söylüyorlar.’ diye cevap vermiş.

‘Dinin çağı geçti. Çağ, ideolojiler çağıdır.’ diyenler; toplum pratiğinde, dinin yerinde veya olmazsa dinin tepesinde o da olmazsa dinin yanında ideolojileri görmek için adeta bir seferberlik başlattılar. Bu; ilk olarak dini yok edip onun yerine ideolojileri koyma, ikinci olarak dini herhangi bir ideolojinin baskısı altında etkisizleştirme, üçüncü olarak din ile ideolojiyi sentezleme girişimiydi.

Bütün dünyada öyle bir ortam oluşacaktı ki bir toplum ferdine ‘Sen, düşünsel tercih açısından kimsin?’ diye sorulduğunda şu tablolardan biri görülecekti:

1. Dininden hiç söz etmeden ideolojisinin adını söyleyecek ya da dinle ideolojiyi anlam ve işlev bakımından eşitleyerek ‘Eskiden Müslümandım, şimdi sosyalistim’ ya da ‘Eskiden Hıristiyandım, şimdi sosyal demokratım’ diyecekti.
2. Önce ideolojisinin adını söyleyecek, sonra dinini belirtecekti: ‘Ben sosyalist bir Müslümanım’ ya da ‘Ben demokrat bir Hıristiyanım’ diyecekti.
3. Önce dininin adını söylese de ardından mutlaka ideolojisini duyuracaktı. ‘Ben, Müslüman bir liberalim’ ya da ‘Ben sosyal demokrat bir Hıristiyanım’ diyecekti.

‘İdea’, düşünce anlamındadır, ‘loji’ ise ‘bilim’ demektir. Dolayısıyla ‘ideoloji’, ‘düşünce bilimi-düşünce okulu’ gibi bir anlama geliyor. Terim olarak ise ‘Kendi içinde bütünlüğü olan siyasi, iktisadi, sosyal sistem düşüncesine sahip, inanç, his, fikir bütünlüğü anlamında kullanılır. Son dönemde özellikle Marksizm pek çok toplum bilimcinin gözlemiyle tam anlamıyla bir din biçimini almış, kendisine ait törenleriyle neredeyse ibadet sistemi bile oluşturmuştur.

İnançlarını ideolojileriyle ifade edenlerin bir kısmı ideolojiyi bir şekilde biliyorken diğerleri ise kendilerine bir kimlik arayan, ideolojiler sayesinde ‘adamlık’ vasfına kavuşacağını düşünen taklitçi tiplerdi. ‘Taklit’ deyip geçmek de doğru değil. Sıradan insan veya siyasetçi fark etmez. İnsanlar, kendilerini ne olarak anlatıyorlarsa o olurlar ve o tanıtımı terk etmezlerse zaman içerisinde o tanıtıma göre şekil alıyorlar.
Özellikle bu yüzeysellik çağında, bu reklam çağında önce etiket ve levha satın alınıyor sonra o etiketin yapıştırılacağı mal belirleniyor, o levhanın asılacağı mekân oluşturuluyor.

Uluslararası ve yerel sistem içinde kendilerine usûli bir meşruiyet ararken ‘Biz muhafazakâr demokratız’ etiketini bulanların durumuna bakın. Bu kimlik bildirimini tekrarladıkça onların İngiltere, Amerika, Almanya gibi Batı ülkelerindeki klasik muhafazakâr demokratlara nasıl da benzemeye başladıklarını, neredeyse bütün icraatlarını bu kimlik bildiriminde dürüst olduklarını ispatlama doğrultusunda planladıklarını şaşkınlık içinde görürsünüz.
Seçkinleri-elit sınıfı öncelleyen, yasaları daima güçlüden yana yorumlayan, sermayedarın sermayesine sermaye katan; sıradan halka, güçsüze, yoksula verdiğini hep kendi cebinden çıkmış bir bağış gibi durmadan yüze vuran Batı’daki sağ muhafazakâr-demokrat kimlik, sanki bunlara bakılıp da üretilmiş dersiniz.

Bunların durumu, etiketlenmeyle adlandırmayla zaman içinde edinilen yeni kimlik arasındaki ilişkiyi, usul gereği bir etiketlenmenin karakteri belirlemesindeki etkisini ispat için yeterlidir. Kişi, kendisini ne olarak tanıtıyorsa zamanla o kimliğe bürünür.
BUNLARIN BİRBİRİNDEN FARKI YOK

Sosyalizm, kapitalizm, sosyal demokrasi, liberalizm... İlk bakışta sanki adı ‘Dünya’ olan bir dükkânda bir çeşitlilik sunuluyor da ‘seç-beğen’ deniyor. Yok öyle bir şey! Modern çağın karekteristik yönlerinden biri ‘aldatmak’tır. Bu yönü unutarak bir girişimde bulunanların zarara uğrama ihtimali daima öndedir. Belki bugüne kadar çoğu zaman son sözümüzü ‘Halk, yine aldatıldı’ olması bu karakteristik yanı unutmamızdandır. Yüce Allah, insanın bir an olsun gaflete dalmamasını istiyor. Modern çağ, bir anlık gafleti bile kabul etmiyor. Olayların ardına bakmayanların, ekranı görüp fişin bağlı olduğu video aygıtını görmeyenlerin bu çağda geleceği yoktur.

Siyasi tercihlerde ortak özellikler, ayrıntıları bazen anlamsızlaştırıyor.
Sosyalizm, kapitalizm, sosyal demokrasi, liberalizm... Bunların her biri farklı bir şey sunuyor, görünüyor. Tümüyle yalan!
Modern dünya siyasetinde tarafları belirlemenin iki mihenk taşı vardır:
Birincisi, Yahudi iktidarını onaylamaktır.

İkincisi, ahlaksızlığı kabuldür.
Bu ikisi öylesine birbirine bağımlı ki modern çağda siyasi tarafları belirlemenin tek bir mihenk taşı vardır, diyenler yanılmış olmaz. Çünkü evrensel Yahudi iktidarını onaylamak, ahlaksızlığı kabul anlamına geldiği gibi ahlaksızlığı kabul de Yahudi iktidarını onaylamak anlamına geliyor.

Sosyalizm, kapitalizm, sosyal demokrasi, liberalizm... Hangisi Yahudilerin siyasette, ekonomide, medyada dünya iktidarına karşı çıkıyor? Hangisi günlük yaşamda farklı bir ahlak öneriyor? Hangisi ahlakın belirlenmesinde vahyi esas alıyor?
Ahlaksızlık modern çağın en açık görüntüsüdür, en yükseğe dikilmiş işaretidir, en büyük yönetim aracıdır, en gözde sömürge aracıdır.

Eski çağlarda da ahlaksızlık hep vardı. Ancak ahlaksızlık bir problem olarak görülür, kınanırdı. Modern çağda ahlaksızlık; insanın özgürlük felsefesi içine oturtuldu, özgürlük çatısı altında bir insan hakkına dönüştürüldü, bir “insani değer” haline geldi; uğruna savaşılan, uğruna kan dökülen bir talebe dönüştü. Eskiden insanlar “Niye ahlak yok?” diye sokağa dökülürken modern çağda aldatılan insan (Mısır’da olduğu gibi) “Ahlaksızlık sınırlandırılacak” endişesiyle sokağa dökülüyor, “Özgürlüğüm kısıtlanıyor” iddiasıyla bağırıyor, uluslararası güçlerden yardım diliyor.

Bu ortam, kendi kendine oluşmadı. Bu, bir yatırımın neticesidir. Bu yatırımı yapanlar, daha fazlasını alma hedefiyle paralarını bu işe yatırdılar. “Kredi” veya “hibe” adı altında kimi eğitim kurumlarına ve medya organlarına para akıttılar.
Ahlaksızlık; giyimde, süslenmede, eğlencede, yeme-içme alışkanlığında devasa bir ekonomik alan doğuruyor. Ahlaksızlığa dayanan sektörleri yok sayın, Yahudilerin ve onların ticari ortaklarının kaynaklarının çoğunun kuruduğunu göreceksiniz. Bu dünya iktidarının bittiğini göreceksiniz.

Yahudi,(1) işin bu ekonomik yanını gizliyor ve ahlaksızlığı “özgürlük” çatısı altında pazarlıyor. Ahlaksızlığı koruma-kollama girişimlerini “insanın özgürlüğüne hizmet” gibi sunuyor. Kendi kirli çıkarı için verdiği mücadeleyi insanlığın özgürlüğü için verilen mücadele gibi tanıtıyor. Bu yönde medyayı desteklemekle kalmıyor, ideolojileri ahlaksızlıkla barışık olan siyasi grup ve partileri de destekliyor. Ahlaksızlığa karşı çıkanları ise medya ambargosu koyup etkisindeki siyasi güçlere ezdirerek medya üzerinden karalayarak engelliyor. Dolayısıyla ahlakla ilgili tercihte siyaset- ekonomi iç içe geçiyor.
Ahlaksızlık, kendi tarihi çerçevesinin dışına çıkarak bir para aracı, bir savaş aracı, bir sömürge aracı, bir siyasi iktidar dayatma aracı oluveriyor.

Geleneksel yapısını koruyarak kendini Yahudi ekonomisine kapatmış, Yahudi’nin kendi günlük hayatındaki pazar payını kısıtlamış bir toplumda siyaset yaparken ahlaksızlığı destekliyorsanız ya da göz yumuyorsanız uluslararası pazara zarar verecek o pazar sahibi güçlerin hedefi haline geleceksiniz demektir. Açık bir ifadeyle İslam-i geleneksel bir yaşam tarzıyla dünya pazarına hiç para kazandırmayan Hakkâri halkını kozmetikte, giyimde- yemede içmede uluslararası sözde özgürlük ve gerçekte ahlaksızlık pazarına açıyorsanız sizin anti-emperyalizm iddialarınızın hepsi yalandır. Siz bizzat emperyalizmin bir pazarlama çalışanısınız. Onların pazarı için çalışan bir pazar çalışanısınız.
AHLAK TERCİHİMİZ NEDİR?

Konu bu şekilde açığa kavuştuktan sonra siyasi grup ya da partileri bilmeden, gerçekten tanımadan destekleyen halka sormak gerekiyor.
-Partimizin içinde etken işadamlarının israil’le ticari ilişkileri nedir? Partimizde siyaset yapan kaç kişi, mecliste bir dönem çok aktif olan israil dostluk kurulu üyesiydi? Bugün o görevi fahri olarak yöneten kaç siyasetçimiz var?
-Partimizin ideolojisi ve siyasi duruşu her neyse, ahlaksızlığa dayalı ekonomiyi büyütüyor mu yoksa küçültüyor mu? Ahlaksızlığa dayalı parasal sektör, sizin siyasi tercihlerinizden hangi yönde etkileniyor? Siyasi tercihleriniz aileyi güçlendiriyor mu, dağıtıyor mu?

-Ahlaksızlıktan yana mısınız, değil misiniz? Değilseniz siyasi tercihiniz buna uygun mu? İnancınıza uygun bir siyasi alternatif aramanız gerekmiyor mu?
Siyasette alternatif olmak, toplumu modernizmin mezhepler değerindeki ideolojilerinin etkisinden kurtarmaktır. Yahudilerin dünya iktidarına ve onun ahlaksız ekonomisine karşı durmaktır. Bundan ötesi aldanmadır.
Ahlaklı olmak, bilgi kaynağı olarak vahyi bilerek Kur’an-ı Kerim’e dayanmakla mümkündür. Kur’an’a dayanmadan ahlak olmaz. Kur’an’a dayanmadan ahlaksızlık ekonomisi sona ermez. Toplum, huzur bulmaz.

İslam, Mekke demeden Medine demeden her dönem ahlak üzerinde durdu. “Ahlak” geniş anlamı ile düşünüldüğünde İslam, aslında iman ve ahlaktır. İşte Mekki surelerdeki emirler: “Allah ile beraber başka bir ilah edinme... Anneye babaya iyilik et... Akrabaya, yoksula, yolcuya, hakkını ver... İsraf etme... Yardım edemezsen bile hiç olmazsa güzel söz söyle. Cimri olma... Savurgan olma... Sakın zinaya yaklaşmayın... Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayınız... Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir cana kıymayınız. Bir şeyi ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun, doğru teraziyle tutun... Bilmediğiniz şeyin ardına düşmeyiniz(kötü zanda bulunmayın)… Yeryüzünde böbürlenerek yürüme(kibirlenme, şımarma!)…”

Bu emirlere uyan bir toplum huzuru bulmaz mı? Bu emirlere uyan, modernizmin peşinden koşar mı?
Devam edecek...
Not: (1) Sıradan bir Yahudi’yi dünyada bir fert olsa bile burada anlatılan uluslararası gücün sahibi siyasi Yahudi’den ayırmak adaletin bir gereğidir. Bu yazıda anlatılan sıradan Yahudi değil burada tarif edilen siyasi zemine oturmuş tiptir.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.